Sinemada bu hafta: ‘Black Panther’ın ölü evi!

Başrol oyuncusu Chadwick Boseman’ın ani ölümünden sonra çekilen “Black Panther 2” dokunaklı bir eser. Ancak hikâyesi dağınık olan film, fikrî tarafıyla da beklentilerin altında kalıyor.
MURAT ÖZTEKİN'İN HABERİ
Beyazperdenin süper kahramanlar dünyasındaki globalleşme son gaz devam ediyor... Malum çizgi romanlardaki beyaz adamların defalarca tekrarından sonra, sıra kenara köşeye sıkışmış “dezavantajlı” ve “renkli” karakterlere gelmişti. Siyahi, cinsiyetsiz, kadın ve hatta Müslüman... Peki, bu genişleme, farklı kültürleri temsil mi yoksa tek potada eritme hamlesi mi?
Bu soru akıllarda dolaşırken geçtiğimiz haftalarda DC’nin Orta Doğu kökenli süper kahramanı “Black Adam”ı seyrettik. Şimdi ise Marvel’ın siyahi süper kahramanının ikinci solo filmi “Black Panther: Yaşasın Wakanda” salonlara misafir olmaya başlıyor. Ancak biraz hüzünlü bir şekilde... Zira ilk filmin başrol oyuncusu Chadwick Boseman, iki sene evvel ani şekilde ölmüş, serinin geleceği bile şüpheye düşmüştü. Bu sebeple dramatik bir çıkış noktası olan ve yeni kahramanın doğum sancılarına şahitlik edilen bir eser var karşımızda...
Yönetmenliğini yine Ryan Coogler’ın yaptığı filmde; Letitia Wright, Lupita Nyong’o, Danai Gurira, Angela Bassett, Tenoch Huerta Mejía, Winston Duke ve Martin Freeman gibi isimler rol alıyor.
KRAL ÖLDÜ, YAŞASIN…
Malum Wakanda, vibranyum madeni sayesinde kimsenin ulaşamadığı ileri teknolojilere sahip, Afrika’nın ortasında saklı bir ülkedir. (Söylenmese de Timbuktu’dan ilham alındığı ayan beyan ortadadır.) Wakanda’nın genç hükümdarı olan T’Challa filmin hemen başında amansız bir hastalıktan ölür. Anne Ramonda kraliçe olmuştur; kızı Shuri ise yaslı ve asi bir şekilde bilimsel çalışmalarına devam eder. Evet, artık ortada bir Black Panther yoktur. Bunu fırsat bilen Batılı ülkeler ise Wakanda’nın üslerine saldırıp Birleşmiş Milletlerde baskı kurarlar. Bu arada o eşsiz vibranyum madenine ulaşmaya çalışırlar. Böylelikle Namor liderliğindeki Talokan adlı deniz altında saklanan bir topluluk su yüzüne çıkar. Tabii, yeni filmlere malzeme olacak uzun bir hikâye ile…
Hâl böyle olunca Batılılardan Talokan halkı ve Wakandalılar karşı karşıya gelir. “Su” ile “toprak”ın mücadelesi ise yeni Black Panther’ı ortaya çıkarır…
ÖLÜMLE ŞEKİLLENEN HİKÂYE
“Black Panther: Yaşasın Wakanda”da oyuncu Chadwick Boseman’ın ölümüyle şekillenen ve bu sebeple dram tarafı ağır basan bir hikâye ortaya konuyor. Yani yeni film için meydana gelen kriz, bir fırsatın parçası oluyor. Fakat bu hüzünlü hâl, duygu sömürüsü yapılmadan esere dâhil ediliyor.
Ancak filmin ikinci yarısında ortaya çıkan “su altındaki medeniyet” hikâyesi, altından kalkılması zor bir yük oluyor. Böylece bazı sekansları hantal kalan, can sıkıcı tekrarların olduğu, iki buçuk saati geçen uzun müddetiyle yeterince tatmin etmeyen film meydana geliyor.
Evet, filmde günümüz ABD’sinde geçenler de dâhil olmak üzere pek çok aksiyon sekansı var ama nitelikli mizahın dışında yeni bir vadetmiyorlar. Buna rağmen incelikli efektlerle takdire şayan bir görsellik inşa ediliyor…
AFRİKALI GÖRÜNÜMLÜ BATILI
Fikrî cephede yine sömürgecilik karşıtı sloganlar atılıyor ama alt metinler Batılı kalıyor... Malum Wakanda’da -her ne kadar söylenmese de- bir zamanlar bilim ve zenginliğin zirveye çıktığı efsane İslam şehri Timbuktu’dan ilham alınıyor ama yine paganist bir Afrika toplumu resmediliyor. Shuri üzerinden ise geleneklere uzak bir figür ortaya çıkarılıyor. Yani aslında Afrikalı görünümünde Batılı bir karakter resmediliyor…
“Black Panther: Yaşasın Wakanda”da hüzünlü bir hikâyeden çıkış noktası bulup benzerlerinden ayrışsa da, yeni filmlere geçiş için “ortalama” bir köprü vazifesi görüyor.
UKRAYNA'DAN DUYGUSAL BİR HİKAYE
Rusya ve Ukrayna arasındaki askerî gerilim ile peşinden gelen savaşın sinemada da yansımaları var... Bu hafta vizyona giren “Klondike” o filmlerden biri… Yönetmenliğini Ukraynalı sinemacı Maryna Er Gorbach’ın yaptığı eser, çatışmaların ortasındaki bir kadını merkezine alıyor.
Hikâye Ukrayna’da hükûmet kuvvetleri ile Rusya yanlısı ayrılıkçı grupların çatıştığı ve bir yolcu uçağının Donetsk’te düşürüldüğü 2014’ün Temmuz’unda geçiyor. Evinin bir duvarı yıkılıp köyü ayrılıkçı gruplar tarafından kuşatılan Irka adlı hamile kadın, buna rağmen yuvasını terk etmek istemiyor. Yakınlarının da tavsiyelerine kulak asmayan kadının doğum zamanı da günbegün yaklaşıyor ve dramatik bir hikâye meydana geliyor…
HİSSÎ HATTA AJİTATİF
Yönetmen Maryna Er Gorbach, kendi ülkesinin insanını anlattığı eserde, minimalist bir üslupla yer yer feminizm çeşnili ve dokunaklı bir hikâye sunuyor. Ancak Gorbach, çaba harcasa da hislerini yeterince geri plana atamamış görünüyor. Bu sebeple aşırı duygusal hatta ajitatif sekanslar karşımıza çıkıyor.
Ancak düşen uçak dekoru problemli olsa da, sade ve filmin ruhuna uygun, ustalıklı bir sinematografi meydana getiriliyor. Oksana Cherkashyna’nın başroldeki oyunculuğu da etkili oluyor. Filmin politik cephesinde ise yanlış tasvirler var. Mesela savaşın ana taraflarından biri Ruslar değilmişçesine Çeçenlerin dinî kimlikleriyle öne çıkarılması, -niyet belki öyle olmasa bile- İslamofobik hisleri körükleyecek bir anlatıma sebebiyet veriyor.
Rusya-Ukrayna savaşının tırmandığı günlerde ortaya çıkan “Klondike”, başta ‘Sundance’ olmak üzere Batılı film festivallerinde takdir görmüştü. Önü açılan eser, aynı zamanda Ukrayna’nın Oscar adayı ve bu politik iklimde heykelcik alması, sürpriz olmayacak...
HAFTANIN DİĞER FİLMLERİ
> “Müstakbel Damat”
> “Karlar Kraliçesi ve Prenses”
> “Niloya”
> “Tamirhane”
EN ÇOK SEYREDİLENLER
> “Aslan Hürkuş Görevimiz Gökbey” 83 bin 225
> “Black Adam” 53 bin 250
> “Hep Yek 5” 34 bin 837
> “Hazine” 23 bin 332
> “Mahalleden Arkadaşlar” 21 bin 117