Uzungöl’e kardeş geldi

Uzungöl’e kardeş geldi

YAŞAM Haberleri

Samsun’un şirin kazası Ayvacık turizmin yıldızı olma yolunda.

Sessizliği, sakinliği, meyve bahçeleri ve tekne turları ile tanınan Ayvacık misafirlere çok şey vadediyor.
Arap turistler keşfetmişler bile, tatillerini bu yeşil kazâmızda geçiriyor, tadını çıkarıyorlar.
Patika patika gezenler, bisiklet turu atanlar, kürek çekenler, balık avlayanlar, böğürtlen toplayanlar…
Ve mimari tabii. Tahta evler, serenderler, gıcırdayan merdivenler, ahşap konaklar.
Havalinin eski değirmen ve camileri yekpare tahta. Bir kalasın çıkıntısı öbürünün oluğuna oturtulmuş, ki geçme tekniği diyorlar buna. Tek çivi çakmadan bina çıkarmak... Şimdi öyle ustalar bulunur mu acaba?
Karadeniz ağaçla iç içe zaten, çocukluğunda üstüne tırmandıkları dallar, bebeklerine beşik, mevtalarına tabut oluyor. Seki oluyor, sedir oluyor, masa, sandalye oluyor... İcabında kaşığa çanağa bürünüp sofralara kuruluyor.
Yaşlılar tahta oyuncaklarla büyümüş, şöyle yapardık böyle çakardık diye anlatıyorlar. O keyfi torunlarınıza da tattırsanız ya diyorum, gülüyorlar. "Gel seni Meşelidüz'e götürelim" diyorlar, "bir ustamız var, görsen neler yapıyor. Oklar, sapanlar, topaçlar, traktör kasaları, kaynana zırıltıları, tayyareler, vapurlar...

 AHŞAPTA İKİNCİ BAHAR
Meşelidüz Suat Uğurlu baraj gölünü ayaklar altına alan küçük bir köy. Bakıyorum bir genç ağaç gölgesine oturmuş zımpara atıyor, kendini öyle kaptırmış ki oynuyor âdeta. Halbuki tek bacağı var, ancak koltuk değneği ile yürüyebiliyor.
Semaveri yakmış dem tutmak, üzere “buyurun oturmaz mısınız” diyor.
Hiç oturmaz mıyız, çayın buruk kokusu zaten davet ediyor.
“Adım İsmet Yazıcı” diyor, “Gördüğünüz gibi oyuncak yapıyorum çocuklara. Bacağına baktığımızı hissetmiş olmalı ki “ha o mu” diyor, “bir kaza. Yıllar evvel (2006) askerliğe müracaat etmiş, komando olarak yazılmıştım hatta. O sıralar gaz istasyonunda çalışıyorum, en yakın arkadaşım arabanın bagajını boşaltırken tüfek elinde patladı. Geldi mi saçmalar bacağıma. Sinirler adaleler harap olmuş, kesmek zorunda kaldılar.”
-Bak sen şu işe, genç yaşta...
-Ben kesinlikle tüh vah demedim, hâlimden memnunum, şükredecek çok şeyim var. Vuran olacağıma, vurulan olayım, vicdan azabı daha yıpratıcı zira. Zaten kendimden ziyade arkadaşım için üzüldüm. Bir kastı yoktu bana. Dava et tazminat al diyenler oldu güldüm geçtim. Garibin neyini alacaksın Allah aşkına? Babam olgun bir insandır, "akıllı başa bir ayak da yetişir oğlum" dedi "takma kafana…." Yok geleceğin karardı da filan. Hayır kararmadı, bu sayede değişik insanlarla tanıştım çevrem genişledi hatta. Sadece askerlik içimde ukde kalmıştı, usulen de olsa gittim yaptım, tokadımı da yedim içim rahatladı sonunda. Şu an hem çiftle çubukla uğraşıyor, hem de oyuncak üretiyorum. Valilik İŞKUR yoluyla kurs verdi, sanatın inceliklerini öğretti bana. Zaten Karadeniz çocuğuyuz, tahta oyuncağa yabancı değiliz. Ufaklığımızda kabaktan evler, çamurdan tabaklar, telden arabalar yapar, çam kabuklarından sandallar oyardık. Hasılı hayat devam ediyor, insanın çocukları sevindirmesi gibi güzel bir şey var mı? Onların bir tebessümü dünyalara değiyor.
İsmet Usta tam bir çevreci. “Malzememiz ağaç” diyor, “işi bitince karışıyor doğaya. Allah bağışlasın dört kızım var, onlar benim akıl hocalarım. Yeni bir şey yapınca yüzlerine bakıyorum, eğer beğendilerse tamam. İşe devam.
H H H
Oyuncak ve kilim işin görünen kısmı. Anadolu insanı gerçekten çok başka.

CİCİMLER GERİ DÖNDÜ
Turizmin sadece ağaç ve sudan ibaret olmadığını fark eden Ayvacıklılar el sanatlarına sarılmışlar. Mesela Meşelidüz hanımları, tezgâh başına geçmiş bir zamanlar analarının ninelerinin kullandığı kilimleri dokuyorlar.
Aralarından Seyhan Avcı söz alıyor: Eskiler koyunları kırpar, yünleri, yıkar, tarar, kirmanla eğirir, çıkrıkta çeker, ceviz kabuğu ile boyar, kilim, heybe, çuval, palan yaparlardı. O zamanlar mahrumiyet tabii, elleri mahkûm, muhtaçlar bir bakıma. Biz ise evimize ailemize bir katkımız olabilir mi diye geçtik tezgâh başına. Sağ olsun valilikten kurs verdiler, sanat sahibi yaptılar. Cicim küçük kilim demek. Eskiler bir an önce yetişsin diye soluk soluğa yaıyorlarmış. Biz daha fazla vakit ayırabiliyor, yeni renkler deniyor, değişik motifler arıyoruz. Elbette daha güzel oluyor. İple oynamaktan hangi kadın hoşlanmaz ki? Vaktimiz güzel geçiyor. Aramızda bulunmaz bir arkadaşlık var sonra, mesela şuradan seslensem Zekiye Yenge süt yollar anında. Yaparsın bir yoğurt çökelek, çocuklarınla karnı doyar. Çayın şekerin bitmiş hiç önemli değil, gider istersin komşudan. Kimi bostan eker, marul, maydanoz, lahana. Kimi yağ döver yayıkta. Ben de tavuk besliyorum, komşular gelir yumurta alırlar.
Köy yerinde takı, kıyafet yarışı olmuyor. Burada gösteriş değil, dostluk kardeşlik önde gidiyor, fırını birlikte yakar, ekmeğimizi birlikte yaparız. Neşeyle pişiririz güle oynaya. Oysa şehirde her şey para.
İnsanlarımız çok iyidir, ninem dedemin kırk metre arkasından yürür, asla girmezdi kocasının koluna. Niye? Çünkü beyi Çanakkale’de şehit olan kadınlar vardı etrafında, onlar yapayalnız yaşarken, nasıl yürüyebilirsin yan yana. Hâlâ çocuklarımızı orta yerde hoplatıp zıplatmaz, öpüp koklayıp şımartmayız. Ya bir yetim görse, di mi ama?
Genç yaşta kocalarını kaybeden kadınlar bilirim bir ömür sessizce ağladılar, gözyaşlarını içlerine akıttılar. Dertlerini tezgâhlarına döktüler, düğüm düğüm yazdılar dokumalara. Hem görüyorsunuz etrafımız serapa çiçek, renk desen, ne arıyorsanız var fazlasıyla. Evet kilimlerimiz çok güzel, severek özenerek yapıyoruz zira...

 

Düzenleyen:  - YAŞAM
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...