Surlardaki sahabe Ebu Said El Hudri

Surlardaki sahabe Ebu Said El Hudri
YAŞAM Haberleri

Resulullah'tan binden fazla Hadis-i şerif rivayet eden yedi kişiden biri olan Ebu Said el Hudri hazretlerinin ömrü Allah yolunda geçer

Canını İstanbul surlarında teslim eder...

Malumunuzdur İstanbul'da surlar civarında bir çok sahabe kabri vardır. Bu güzide sahabeler İstanbul'un fethini müjdeleyen Efendimizin iltifatına mazhar olmak için buralara kadar gelip şehid oluyorlardı. İşte bunlardan biri de Ebu Said el Hudri "radıyallahü anh"dır. Bu mübarek sahabi, Medine'nin en zenginlerinden biridir ancak dünyaya ve dünyalığa bakmaz, cihad için beldeler ülkeler ötesine koşardı. Bir keresinde Alkama bin Mahrez komutasında çıktıkları seferde, seriyyelere ayrılırlar. Ebu Said ve 30 arkadaşı vazifeleri gereği çölün derinliklerine dalarlar. Ancak erzakları tükenir, zor anlar yaşarlar. Çok yorulur ve felaket acıkırlar. O akşam dermanları kesilmek üzeredir ki bir ateş görür, dayanılmaz bir ekmek kokusu alırlar. Dumanı izler, beş on bedevi çadırı bulurlar. Önlerine çil çil altın atar, et, süt, ekmek artık ne varsa satmaları teklifinde bulunurlar. Bedevilerin reisi ters bir adamdır, onlara yüz vermez, döner işine bakar. Aslında bu birlik dilediğini alacak güçtedir ama şanlı sahabeler "kul hakkı" dendi mi rüzgâr görmüş söğüt yaprağı gibi titrer, mahşer meydanında hesaba çekilmekten çok korkarlar. Yapılacak çok şey yoktur, civarda bir kuytuya çekilir, karınlarına taş basıp uyumaya çalışırlar.
Gecenin bir vakti bedevinin teki nefes nefese gelir ve "Reisimizi akrep soktu, içinizde hekim var mı" diye dövünmeye başlar?"
"Şifa sendendir Ya Rabbi"
Ebu Said el Hudi "radıyallahu anh", "Bir bakalım" deyip kalkar. Reisi yerlerde kıvranırken bulur ki ayağı davul gibi şişmiş, yüzü kül kesilmiştir. Ebu Said neylesin, ellerinde ne ne ilaç vardır, ne de ottan kökten anlar. Yine de ilgilenmeden yapamaz, yarayı yıkar, paklar, sarar; bu arada sürekli Fatiha-i şerif okur ve "Şifa sendendir Ya Rabbi" diye yalvarır. Adamcağızın önce ızdırabı diner, ardından şişi iner ve rahatlıkla yere basar. Yüzüne renk gelir, gözlerinin bebeği parlar. Artık ekmeğin lafı mı olur, tutar onlara koca bir sürü bağışlar.
Resulullah'ın duasını okuyunca…
İnananlar Hendek Gazasında zor anlar yaşarlar. Zira Kureyş ordusu 10 bin kişiyi aşar, yürürken yerleri sallar. Evet hendeği geçmeleri kolay olmayacaktır ama dilerlerse Medine'yi rahat basarlar. Kaldı ki yöre Yahudileri ikili oynar, müşriklere destek olurlar. İşte o sıkıntılı anlarda Efendimiz "Sallallahü aleyhi ve sellem", Ebu Said el Hudri'ye bir dua öğretirler ki "Ya Rabbi, açıklarımızı kapa ve bizi korktuklarımızdan emin eyle" manasına gelir. Bu duayı kaç defa okur bilinmez ama ansızın bir kasırga çıkar. Çadırları uçurur, ipleri koparır, develeri önüne katar. Yerden kaldırdığını müşriklerin yüzüne çalar, çakıllar mermi olur, kumlar ağızlarına gözlerine dolar. Yapacak tek şeyleri vardır: Çekilmek! Zaten bu son seferleri olur bir daha da Müminlerin karşısına çıkamazlar.
Surlardaki sahabe Ebu Said El Hudri
Ebu Said el Hudri Hazretleri'nin kabri Kariye Camii'nin yanıda yer alıyor. İstanbullular mekteplerin açıldığı gün çocuklarını nurlu sahabenin kabrine getirir "Ya Rabbi! Benim yavrum da 'onun gibi' akıllı olsun" diye niyazda bulunurlardı...


Kutlu şehadet
Ebu Said el Hudri hazretleri sabırlı ve mütebessimdir. Dört halife devrinde de gençlere ilim öğretir. Hazret-i Muaviye devrinde İslâm ordusu İstanbul'a doğru hareketlenince Ebu Said el Hudri de duramaz. Fethedene müjdeler vaad edilen şehre koşar, "güzel asker" olmaya bakar. Gerisini çok dinlemiş olmalısınız. Aşılmaz surlar, kızgın yağlar, rum ateşi, oklar mızraklar... Alışık olmadıkları iklim, iç ürperten ıslak soğuk ve salgın hastalıklar... Onca sıkıntıya rağmen şehre giren akıncılar... Hain pusu, kutlu şehadet ve Kariye Camii'nin yanı başında sevimli bir mezar... İNAN ARVAS

HADİS-İ ŞERİF
Her şeyin bir zekâtı vardır. Vücudun zekâtıysa oruçtur. Oruç tutun, sıhhat bulun!


Her güne bir dua
Hamd ve şükür duâsı
Her sabah bir kere "Allahümme mâ esbaha bî min nîmetin ev bi-ehadin min halkıke, fe minke vahdeke, lâ şerîke leke, fe lekel hamdü ve lekeşşükr" demeli ve her akşam (Mâ esbaha) yerine (Mâ emsâ) diyerek, hepsini aynen okumalıdır.
Peygamberimiz buyurdu ki, "Bu duâyı gündüz okuyan, o günün şükrünü yapmış olur. Gece okuyunca, o gecenin şükrünü ifâ etmiş olur" Abdestli okumak iyi olur ise de şart değildir. Her gün ve her gece okumalıdır.
Hamd ve şükür için de şu duâ okunmalıdır: "El-hamdü-lillâhi dâimen ve alâ külli hâl ve E'ûzü billâhi min hâl-i ehlinnâr" Okunacak duâlardan biri de şudur: "Elhamdülillahi alâ ni'metil islâm. Ve alâ tevfîkil îmân. Ve alâ hidâyetil rahmân"


Surlardaki sahabe Ebu Said El Hudri
SEYYAHLARIN KALEMİNDEN
HÜKÜMET FAZLA ZAM YAPMAZ

"Hükümet ekmek de dahil olmak üzere her türlü yiyecek maddesinin fiyatını tanzim etmekle mükelleftir; bunlar İstanbul'da ve imparatorluk şehrinin çoğunda vergiden de muaftır. Ekmek, et, yağ gibi birinci derecedeki ihtiyaç maddelerinin daima cüz'î bir fiyata satılmasına dikkat edilir. İstanbul kadısının yardımcılarından "muhtesip" yahut "ayak nâibi" haftada iki üç defa şehri dolaşarak çeşitli dükkanları teftiş eder. Bu teftişler sırasında yiyecek fiyatlarının sabit olup olmadığını, ekmeklerin ağırlık ve kalitesini, et veya başka maddeleri tarttıkları terazileri kontrol eder. Umumiyetle halkın ihtiyaç maddeleri padişahın ülkesinde pek pahalı değildir. Yiyecek maddelerine ayrılacak para, hizmetçi aylığı, ev kirası ve bir ailenin diğer bütün ihtiyaçları eyaletlere göre çok daha pahalı olan hükümet merkezinde bile Avrupa'daki büyük şehirlerle kıyaslanamayacak kadar ucuzdur. İstanbul'da sekiz on hizmetçili iyi bir evin masrafı yılda asla on, on iki bin kuruşu geçmez."
İsveç Konsolosu Ignatius Mouradgea d'Ohsson
"Tableau General de I'Empire Othoman" - 1789

Hayal Tiyatrosu: Şefkat 10
Yüz yıl önce, yüz yıl sonra...
Ama dur önce çay getireyim... Bir şeyler hazırlamıştım, dedi... Yardım edeyim, dedim ama kibarca lüzum olmadığını belirtti...
Odada yalnız kaldım... Neden sonra masanın üzerindeki kitapları fark ettim... Kalın bir kitap... Üzerinde Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye yazıyordu… Yanında dizi dizi yaklaşık bir düzine kitaplar dikkatimi çekti... Not alınan müsveddeler... Belki bir düzine de kalem... Silgi... Hepsi tertip içinde...
Küçük çok sevimli süs eşyaları, masanın üzerinde iç açıyordu... Bu masada büyük bir uğraşı verildiği ve bir nebze olsun soluklanmak için de bu küçük figürlerin bilinçli serpiştirildiği belliydi...
O kitaplardan ve masanın düzeninden ferahlık akıyordu...
Çaylarımız geldiğinde, zahmet verdim size diyebildim... İster istemez konuyu çalışma masasına getirdim... Orada günlük üç saatinin geçtiğini ve büyük zevk aldığını söyleyince şaşırdım...
- Yani siz üç saat boyunca kitap okuyorsunuz öyle mi...
- Evet canım... Hem okuyor hem notlar alıyorum...
- Peki hiç sıkılmıyor musunuz...
- Hayır bir tanem... Ehli sünnet ilimlerinde nur vardır, ferahlık vardır... Rabbim bu ferahlığı nasip etti... İşimi kolaylaştırdı...
- Peki televizyon, diziler... Eğlenceli şeylere vaktiniz kalıyor mu...
Bir tebessüm etti...
- Ben televizyon izlemem...
Şaşırmıştım...
- Ama nasıl yani...
- Ben zevki ilimde aradım ve buldum...
- Bu zamanda sizin gibi bir insana rastlayacağımı bin yıl düşünsem akıl edemezdim...
- Aslında şaşırmakta haklısınız... Günümüz hayat tarzında inanılması zor şeyler... Bununla birlikte gündemi takip etmekten geri kalıyorum sanmayın...
- Peki hiç gençlik hevesleriniz, tutkularınız olmadı mı... Bunlar sizi bahsettiğiniz iklimden uzaklaştırmadı mı...
- İnsan yığınla heveslerin etkisi altında bir varlık elbette... Ama Rabbimiz akıl denilen bir ölçü aleti de ihsan etmiş bizlere... Ben en başından beri bu dünyada en çok ne kadar yaşayabileceğimi, bunun da ne kadarının gençlikle geçeceğini düşündüm... Yüz yıl önce yeryüzündeki 'en güzel benim' diyenlerin, başkalarının aklını almayı maharet sayanların şimdi toprağa dönüştüğünü düşündüm... Bunun için dünyanın akışına kapılmamaya özellikle dikkat ettim... Ama bu akşam sizden konuşacağız değil mi, dedi tebessümle…
- Evet ama nereden başlayacağımı bilemiyorum... En iyisi Seyyide Hanımın karşısında hissettiklerimden başlamak galiba...(devam edecek)
Ömer Çetin Engin
omer.cetin@tg.com.tr

Surlardaki sahabe Ebu Said El Hudri
URFA MUTFAĞINDAN
BOSTANA SALATASI
Malzemeler:
gt; 1 bağ maydanoz kadar semizotu
gt; 1 bağ maydanoz
gt; Yarım kilo olgun ve büyük domates
gt; 1 küçük baş kuru soğan
gt; 2 tane yeşil sivri biber
gt; Sosunun malzemesi:
gt; 1 çay bardağı nar ekşisi
gt; 1 tatlı kaşığı pul biber
gt; 1 tatlı kaşığı tuz
gt; 1 çay kaşığı toz şeker
gt; 1 çorba kaşığı salça
gt; 1 adet limon
Hazırlanışı:
Malzemeleri küçük doğrayın ve bir iki sefer karıştırarak derin bir tabağa koyun. Üzerine nar ekşisi, pul biber, tuz, toz şeker ve salça ilave edin. Son olarak bir adet limon sıkın. Eğer arzu ederseniz bir bütün narı bıçakla kesmeden iki parçaya ayırarak suyunu sıkıp, tanelerini de içine atabilirsiniz.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...