Resûlullah aşığı Şair Nâbî

Resûlullah aşığı Şair Nâbî
YAŞAM Haberleri

Urfalı Yusuf, mütevazı bir gençtir, nitekim Arapçada "yok" mânâsına gelen "nâ" ve "bî" eklerini birleştirerek "Nâbî" yi mahlas yapar, kendini "hiç" sayar.

Resulullah'ın hususi övgüsüne mazhar olur...

Sıcak gözle görülür mü? İnanın görülür; o gün toprak helva gibi kızarır, ufuklar buram buram buharlanır. Güneş tepsi gibi büyür, zemini bakılamayacak kadar parlatır. Yolcular kızgın saç üzerinde yürür gibi seker, taşa toprağa dokunmamaya özen gösterirler, karlı dağ başlarında tipiden kaçar gibi kumdan sakınırlar. Hasılı zor bir gündür, rüzgar dinip gök açıldığında, gün batıp yıldızlar çıktığında ılık kumlara çöke kalırlar. İştahı kalanlar ellerini heybelerine daldırır, ağızlarına üç beş parça tayın atar, zoraki yutarlar. Çul çaput sermeye bile mecalleri olmaz oturdukları yerde dalarlar.
YANIK YANIK İSTİĞFAR EDER
Medine-i Münevvere'ye takriben bir günlük yol vardır ama Nâbi uyuyamaz. Bir köşeye çekilip içli içli ağlar, kuşla böcekle dertleşir, aydan yıldızdan haber sorar. Evet çok yaklaşmışlardır ama eşiğine kadar gelmişken Efendimize kavuşamamaktan korkar. Yanık yanık istiğfar eder, büker boynunu, ellerini açar. Şâirimiz oturmaktan bile haya ederken, kervandaki devletlülerden birinin sereserpe uyuduğunu, üstelik ayaklarını kıbleye uzattığını görür. Bir üzülür, bir üzülür... Ağzından "Sakın, terk-i edebden.. Kuyi mahbubi Hüdâ'dır bu.. Nazargâh-ı ilâhidir, Makâm-ı Mustafa'dır bu...." diye başlayan o muhteşem beyitler dökülür. Muhatabı hemen ayaklarını toplar. Ancak gafletinin şiirleştirilmesine sıkılır ve bu mısraları unutmasını söyler. Nabi buna çoktan hazırdır, zira elinde yazılı bir metin yoktur ve adamcağız ayaklarını topladığına göre konu çoktan kapanmıştır.
'ÜMMETİMDEN NABİ GELİYOR'
Kafile, ertesi gün şafak sökerken Münevver Beldeye girer. Nâbi'nin yüreği yerinden fırlayacak gibidir, o nasıl sevinç, o nasıl heyecan... Mescid-i Nebiye yaklaştıklarında müezzinler minarelere çıkar ve...
Duyduğu şeye kendi de inanamaz. Evet, evet onun şiirini, hani "sakın terk-i edebden...." diye başlayan mısraları okurlar. Nabi onlardan birini minarenin kapısında yakalar ve "Allah aşkına söyle. Okuduğun kasideyi kimden öğrendin?" diye sorar.
-Bu gece rüyamda Kainatın Efendisini "Sallallahü aleyhi ve sellem" gördüm, bana: "Ümmetimden Nâbî adlı bir âşığım geliyor. Onu onun beyitleriyle karşılayın" buyurdular. Ben emredileni yaparım, niyesi, niçini bu fakiri aşar.
-Eminsin değil mi? Ümmetimden mi buyurdular?
-Evet. Hatta henüz mübarek sesleri kulağımda çınlıyor.
Nabi'ye bu kelime yeter. Öyle sevinir, öyle sevinir ki kendinden geçer.
Öyle ya, ona (Aleyhisselatü vesselâm) ümmet olmaktan büyük mertebe... Düşünülemez bile...
ŞAİRLERİN ŞEYHİ…
Asıl adı Yusuf olan Nabi Urfa'da (1642) doğar. Arzuhalcilik yaparken, vâlinin tavsiyesini dinler, İstanbul'a koşar. Vezir, Muhasip Mustafa Paşa üç dilde şiir yazabilen kabiliyetli genci bağrına basar. Yusuf mütevazı bir gençtir, nitekim Arapçada "yok" mânâsına gelen "nâ" ve "bî" eklerini birleştirerek "Nâbî"yi mahlas yapar, kendini "hiç" sayar. Nâbî bir çok gâzâya katılır. Musahib Mustafa Paşanın vefâtı üzerine Haleb'e yerleşir ve orada yuvasını kurar. Halep Valisi Baltacı Mehmed Paşa sadrâzam olunca, Nâbî'yi İstanbul'a getirir. Ona Darphâne emînliği ve Anadolu Muhâsebeciliği gibi önemli bir vazife verir. Nâbî altı pâdişâhın saltanatını görecek kadar yaşar. Devrin sultanları onun şiirlerini çok beğenir, ikrâmlarda bulunurlar... Şair Nâbî İstanbul'da âhirete irtihal eder ve Karacaahmed Mezarlığına defnedilir... Edebiyatçıların "Şeyh-üş-Şuarâ" (şairlerin şeyhi) ünvânını yakıştırdığı Nâbî'nin şiirleri öylesine sağlamdır ki mısralarının çoğu vecize olur, halkın diline dolanır. İstanbul Türkçesini çok iyi kullanan Nâbî'nin eserleri Fransızcaya tercüme edilerek Paris'te neşredilir. Ahlâk kaidelerini hoş bir üslupla ve özendirerek anlatan "Hayriyye" yıllarca ders kitabı olarak kalır. Diğer eserleri: Hayrabâd, Dîvançe-i Gazeliyât, Tercüme-i Hadîs-i Erbain, Surnâme, Fetihnâme-i Kameniçe, Siyer-i Veysi ve Münşaattır. İNAN ARVAS


HADİS-İ ŞERİF
Oruçlu iken ölene, kıyamete kadar oruç tutmuş gibi sevap yazılır. [Deylemi]


Her güne bir dua
Nazar duâsı
Nazar haktır. İnsana, hayvana ve hatta cansıza da nazar değer. Peygamberimiz, nazar ile alakalı olarak, "Nazar insanı mezara, deveyi kazana sokar", "Hoşa giden bir şeyi görünce, 'Maşaallah la kuvvete illa billah' denirse o şeye nazar değemez" buyurdu.
Fatiha, Âyet-el kürsi ve dört kul [Kâfirun, İhlas, Felak, Nas sureleri] 7şer defa okunup hastaya üflenirse, büyü, nazar ve her dert için iyi gelir. Tuza okunup, suda eritilerek içmek de olur. Bir hadisi şerifte de, "Fatiha ile Âyet-el kürsiyi okuyana, o gün nazar değmez" buyuruldu.

Resûlullah aşığı Şair Nâbî
SEYYAHLARIN KALEMİNDEN
ZABITAYA İŞ DÜŞMEZ
"Kur'an, daima kardeşçe geçinilmesini tavsiye etmekle, kanaat düsturunu koymakla, şarap vesair müskirat gibi insanı baştan çıkaran içkileri men etmekle, kadınların sokağa örtülü çıkmalarını emretmekle cemiyet hayatı için meş'um olan bu temâyülleri mümkün olduğu kadar imhâ etmiştir. İşte bundan dolayı İstanbul'un en hareketli sokaklarıyla en hareketli mahalleri gündüz az gürültülü olur ve güneş battıktan sonra da derin bir ıssızlık içinde kalır. Müslüman bir Türk'ün diğer bir Müslüman Türk'e hiddetle baktığı nadir görülür; fakat küfrettiği, yakasına yapıştığı, dayak attığı hiç görülmez. İhtiyarlığın eski kahramanlık çağlarında haiz olduğu nüfuz ve tesir Müslüman Türkler arasında hâlâ berdevam olduğu için, ak sakallı bir ihtiyar öyle bir galeyanı birkaç atasözü ve bir iki âyet irâdiyle derhal teskin edip rezalete nihayet verebilir. Avrupa'nın bazı payitahtlarında çok büyük polis kuvvetleri bulunduğu halde cinayetleri önleyip canileri yakalamaya kâfi gelmemesine mukabil, İstanbul'da zabitlere hemen hiçbir işi yok gibidir."
A. Bayer - "Neuf annees a Constantinople" -1836


Hayal Tiyatrosu: Şefkat 13
Mutluluk avucumdan kayıp gidiyor...
- İlk aklıma gelen çevremde oluşacak tepki... Bu yaşta ne o örtünmek diyecekler... 'Gençsin, güzelsin sen ne yapıyorsun' diye hemen her gün aşağılayacaklar...
- Bir hadis-i şerif var... (Bir kimse, insanların kızacakları şeyde Allahın rızâsını ararsa, Allahü teâlâ onu, insanlardan geleceklerden korur. Bir kimse, Allahü teâlânın kızacağı şeyde, insanların rızâsını ararsa, Allahü teâlâ onun işini insanlara bırakır)
Bugün birçok insan bu ölçüye uymuyor... Benim dikkatimi çeken bir şey var... Günümüzde birçok arkadaş olmadık şeyden birbirlerini kırıyor... Kendini arkadaşına tarif etmeye ihtiyaç duyuyor...
- Nasıl yani...
- 'Ben o gün öyle söylemek istemedim... Sen beni yanlış anladın...' veya 'Ondan bunu hiç beklemezdim... Çok kırıldım.' gibi...
- Evet hiç yabancı değil... Çok duydum ve sıkça ben de kullanıyorum bu sözleri...
- Bak canım... Bunun gibi daha bir çok misaller verebiliriz... İnsanlar mutsuzlar... Arkadaşlıklar tarife muhtaç... İnsanlar işte bu hadis-i şerife uymuyorlar... Allahın kızacağı işte, arkadaşının rızalarını seçiyorlar... Allah da kendi rızasını değil de, arkadaşının gönlünü yapmak için günahları seçenleri onların eline bırakıyor... Muhammed aleyhisselam, Allahın rızasını seçenleri, Rabbimizin himayesine alacağını müjdeliyor bizlere... İnsanların rızasını düşünmekten, Allaha hesap vereceğini düşünmeyen günümüz insanı ne kadar mutlu... Arkadaşlıklarında, kazançlarında, yaşantılarında ne kadar mutluluk var... Hep bir şeyler bayatlıyor değil mi?
- Evet kesinlikle doğru... Gittikçe mutluluğumun azaldığını hissediyorum... Önceki yaşlarımdaki arkadaşlıklarım daha çocuksu da olsa tazeydi... Şimdi bir şeylerin avucumdan süzülüp kaybolduğunu hissediyorum...
- Dinimiz iki dünya mutluluğu için gönderildi... İki dünyada da bizi ne mutlu edecek, bunu Allah bilir... Tabi O bilecek... İnsanlar fabrikalarda bir alet üretir ve içine kullanım kitapçığı koyar... Bu aletin nasıl çalışacağını anlatır bu kitapçık... İnsanlar bunu gayet tabiî karşılar ve o kullanma kılavuzuna harfiyen uyar...
Kainatı, bizleri, her şeyi yaratan Rabbimiz de bir kitap ve onu izah edecek son bir Peygamber göndermiş... İki dünyada fayda elde etmenin yolunu bildirmiş... Buna din deniyor... Ama kulları nasiplileri hariç, 'olmaz... Bu cihazı ben kendim kullanacağım' diyor... (devam edecek)
Ömer Çetin Engin
omer.cetin@tg.com.tr

Resûlullah aşığı Şair Nâbî
ANADOLU MUTFAĞINDAN
YOZGAT BÖREĞİ
Malzemeler:
gt; Yarım kg ıspanak
gt; 1 baş kuru soğan
gt; 100 gram pastırma
gt; 1 adet domates
gt; 1 çorba kaşığı margarin
gt; 1 adet yumurta
gt; Yarım kg yufka
Yapılışı:
Ispanağı temizleyip, yıkadıktan sonra, su koymadan, kısık ateşte haşlayın. Haşladığınız ıspanağı hafifçe ezin. Bu arada bir tavaya margarini alın. Soğanı yemeklik doğrayın. Margarinle beraber kavurun. Domatesi rendeleyerek ilave edin. Pastırmayı küçük küçük doğrayarak tavaya alın. En son olarak da ıspanağı ve çiğ olarak malzemeye karıştıracağınız yumurtayı ve karabiberi ekleyin. Yufkaların her birini dörde bölerek içine hazırladığınız içten koyun. Dilediğiniz şekilde sarın (muska ya da paçanga böreği gibi olabilir). En son olarak kızgın yağa atın ve altın sarısı renk alana dek kızartın.







UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...