Ömer Baba'dan aile nasihatleri

Hamit Eteevrans, televizyonda izlenme rekorları kıran dizi Kurtlar Vadisi'ndeki Polat Alemdar (Necati Şaşmaz)'ın anne ve babasıyla (Serpil Tamur ve Emin Olcay) çok samimi bir röportaj gerçekleştirdi.
Hamit Eteevrans, televizyonda izlenme rekorları kıran dizi Kurtlar Vadisi'ndeki Polat Alemdar (Necati Şaşmaz)'ın anne ve babasıyla (Serpil Tamur ve Emin Olcay) çok samimi bir röportaj gerçekleştirdi. İşte o röportaj;
İşte ana ve baba yüreği böyle olur... Evladı gibi sarılıp kucaklamak tarifi imkânsız büyük bir duygu...Onlar Kurtlar Vadisi'yle milyonların sevgisini kazanan, kalbi koskocaman anne ve baba...
Sevgiyi bu kadar cömertlikle veren ender kişilerden birisiniz, Allah yüzünüzden bu gülümsemeyi hiçbir zaman soldurmasın...
Seni çok seviyoruz Serpil Tamur, seni çok seviyoruz Emin Olcay...
Anne ve babalığın en güzel modelini belki de en güzel onlar çizdi milyonların beynine… Hepimize model oldular. Onları bir anne, bir baba gibi benimsedik.
Ağızlarından çıkan her kelime bizlere huzur ağacında bir meyve oldu, ferahlattı içimizi…
Huzura giden yolla bizleri aydınlattı kararmış o patikalarda… Ve titretti içimizi…
Hayatın gerçek yüzünü en güzel ifadelerle kazıdı beynimize…
Öyle mutluyum ki, belki de hayatımın en huzurlu röportajını yapmış olmanın büyük hazzını duyuyorum.
Hiçbir röportaj beni bu kadar etkilememişti.
Emin Olcay ve Serpil Tamur'a keyifli sohbet için teşekkür ediyoruz...
Bu röportajda sevgiyi, saygıyı, saflığı ve huzuru hep birlikte göreceğiz. Öyle uzun uzun anlatmaya gerek yok. Okuyunca gerçek huzurun ne olduğunu bir kez daha yaşamış olacağız.
Şunu hiçbir zaman unutmayalım, hayat tarifi imkânsız bir sürü zorluklarla dolu olsa da bizler hayata inat her zaman 'sevmeye' devam edelim…
FOTO GALERİ
Siz hiç bir papatyaya sevginizi itiraf ettiniz mi?
H.E İki gün sürecek olan röportajın ilk bölümünü bugün sizler için yayınlıyoruz. Yarın ikinci bölümünü kaçırmayın!
İşte Emin Olcay ve Serpil Tamur'un sorularımıza verdiği cevaplar:
Hamit ETEEVRANS: Anne ve babalık hakkı diye sorsak size, elbette çok şeyler söylenebilir ama siz bunu nasıl sentezlersiniz?
SERPİL TAMUR: Bence anne ve baba olmak dediğinizde 'karşılıksız sevgi' derim öncelikli olarak. İki çocuk, iki de torun sahibiyim. İçimde yaşadığım hali aktarıyorum size, tamamen karşılık beklemeden duyulan, verilen bir sevgi. Tabi bu benim anneliğim…
H.E: İnsan sizi gördüğünde enerji doluyor. Gerçekten çok sinerjik bir yapınız var. Tarifi de zor bir şey aslında. Nedir bu enerji?
S.T: Benim içimde insan sevgisi var. Bence İnsan Sevgisi bu… İçim sevgi dolu… Sanıyorum etrafıma bunu taşırıyorum. Evimdeki kuşa karşı da aynı sevgi, insanlara karşı da aynı sevgiyle yaklaşıyorum.
HAMİT ETEEVRANS: Anne ve babalığı konuşuyoruz… Babaların durumu nasıl, Babalar her şeyi yutar mı?
EMİN OLCAY: Babana yutturamazsın deseler de efendim, aslında babalar yutar! Hem de öyle bir kere filan değil bir daha, bir daha yutar… Bilerek yutar, hazmetmeye çalışır onu.
H.E: Bunu cidden merak ediyoruz, her anne ve baba olan da böyle mi hisseder?
S.T: Bilmiyorum. Büyük bölümü böyle hisseder bence. Yakın zamanda "Kadın Sığınağı" oyunumla İsmet Güntay en iyi yönetmen ödülünü aldım. Orada konuşurken şunu söyledim "çocuklarıma teşekkür ediyorum, ben onlar için aldım bu ödülü… Çünkü neden, şundan; onlara bir şey bırakacağım, annemden kalan manevi anlamda değerli bir şey bu, diyecekler. Yalnız kendim için değil, o ödül kişisel bir şey idi ama benim için anlamı çocuklarım oldu. Bilemiyorum çok duygusalım galiba. Benim insanlar için iyi manada, başkaları için bir şeyler yapma yaşım geldi ve bu hal üzerineyim. İyi örnek olabilmek için çabalıyorum. Üniversitede çocuklara diksiyon dersi veriyorum. Onların da sevgisi çok başka, kendi çocuklarımmış gibi seviyorum hepsini, tek tek…
H.E: Düşündürücü bir şey söylüyorsunuz. Temelinde ne var peki bunun?
E.O: Babalık var efendim. Babalık. Esasında analık da babalık da çok önemli kurumlar. Babalık başladığı andan itibaren bitinceye kadar –ölüm ile- sürer. Allah hiç kimseye evlat acısı göstermesin, ben annemde gördüm, yaşadım bu acıyı. Abimin öldüğünü gördü, annem. Bunu, onun nasıl yaşadığını gördüm, hakikaten çok zor. Allah'tan gelene tabi hayır diyemeyiz ama inşallah kimseye bu acıyı yaşamaz.
BABALAR ÖLÜNCEYE KADAR HAZMEDER
Babalar hazmeder, ölünceye kadar hazmeder, susar, bekler. Beklemesi de lazım, daha doğrusu. Karşısındaki ondan genç... Genç olanın bu tecrübeleri edinip babanın yanına çıkması lazım... Hazımsız davranmakla, fevri davranmakla hiçbir şey elde edemezsin. Gençken veya yeni baba olduğum zamanlarda hazımsız davrandığım olmuştur evet ama bu giderek tecrübeyle insana tatlı bir kıvama getiriyor, hoş bir şeyler… Şimdi bunun tadına varıyor zevkini sürüyorum. Çevremde hazımsız davranan kimseleri gördüğümde inanın üzülüyorum, o kıvama gelebilmeleri için dua ediyorum. Zaten bütün insanlık için beklediğimiz de bu değil mi; bütün insanlık bu kıvama, bu tada, bu olgunluğa gelsin diye bekliyoruz.
H.E: Olabilir mi peki bu?
E.O: Olmasında yarar var. Toplumun en küçük ferdi ailedir, çekirdek aile. Aile yapısını ne kadar çok korursan, ne kadar çok mutluluk ve güzellik ararsan o kadar bu yaşadığın dünyadan zevk alırsın. Bunun üzerine yürüsün. Ama o çekirdek ailede çatırdamalar olursa çekilmez ve yaşanılmaz oluyor hayat.
H.E: Ruh dünyanızın çok renkli oluşu sanırım bu büyüyü sağlıyor, öyle mi?
S.T: Çok doğru, gerçek bu. Ben bunu şuna bağlıyorum. 12- 13 yaşımda "Polyanna"yı oynamıştım. Polyanna'nın her şeye farklı bakan psikolojisi beni çok etkilemişti. Sanırım bunun payı büyüktür bende. Tabi, o zaman bilinçsizsiniz, kendinizi analiz etme fırsatı bulamıyorsunuz, daha sonra bilinçleniyorsunuz. Ve ben hiçbir zaman karanlığı görmedim… Hep bir yerlerde umut ışığı, aydınlık bir şeyler görüyorum, bekliyorum ve o geliyor. Şuna inanıyorum çocuklar, sanırım ne verirseniz onu da alıyorsunuz…
H.E: Bu iş fıtrat, yaratılış meselesi gibi bir şey midir?
S.T: Evet. Fıtrat, yaratılış. Bu beni çok mutlu ediyor bu yaştan sonra da bunlardan mutlu oluyorum ben.
H.E: Geleneksel kaynaklarda " Anne sevgisinin, Allah sevgisine benzeyen en yakın sevgi biçimi" olduğu söylenir.
S.T: Tüylerim diken diken oldu, çok doğru gerekten. Çok doğru bir tanım…
H.E: Yalnız olmaz mı, peki, yalnız yaşanılmaz mı o halde?
E.O: Yalnızlık Allah'a mahsus bir kere.
H.E: Şöyle ki, aile kurmadan yaşanılan yalnız bir hayat…
E.O: Tek başına bir yaşam kurmayı tercih eden, aile olmadan yaşamayı tercih edenler de mevcut, büyük oğlum mesela onu tercih ediyor. Küçük oğlum evlendi büyük bekliyor.
H.E: Neden, peki?
E.O: Ayaklarını daha sağlam yere basmak istiyor ve şu anda sadece kendi sorumluluğunu yürütebilir. Sorumluluğunu yerine getirecek durumda olduğunda böyle bir karar almak istiyor.
H.E: Bu da sağlıklı bir düşünce gibi görünüyor…
E.O: Zaten bir aile kurarken bunlara çok dikkat etmek lazım, paldır-küldür aile kurulmaz. Bunun geleceğini düşünmek lazım. Mesela çocuk sayısı. Bakabileceksen eğer, çocuğun dünyaya gelmesine yardım et ama bakamayacaksan onun ne günahı var. Rızık sadece yemek içmek değildir, okuması- eğitimi lazım. Bunun da hesabı yapılmalı.
H.E: Çocuklarınızı nasıl yetiştirdiniz?
S.T: Sevgi ve ihtimamla büyüdüler. Eşimde bana çok yardımcı oldu tabi. O dönemlerde her akşam oyunum vardı. Gündüzleri ben baktım, akşamları eşim…
H.E: Eşinizin mesleği nedir?
S.T: Eczacı. İlaç fabrikalarında üst düzey yönetici olarak çalıştı. Tiyatroyu çok seven birisi... Çocuklar büyüyünce özellikle tiyatro, bale, opera, sinema vs sürekli birlikte takip ettik.
H.E: Torunlarınız?
S.T: Biri 5 biri 2 yaşında. Amerika'dalar, görmeye gideceğiz inşallah.
H.E: Yurtdışında da bulundunuz, anne ve baba olmak hakkında toplumsal farklılıklar da söz konusu olabilir mi?
E.O: Almanya'da okuduğum yıllarda evinde kiracı olarak kaldığım hanımefendinin bir telefon konuşmasına tanık olmuştum. Anladığım kadarıyla akşam yemeğine bir tanıdığı gelecekti ve kendisinden uygun olduğu bir akşamı rica ediyordu. Konuşma oldukça ciddiydi. Sanki yeni tanıyormuş gibilerinden. Kapattı telefonu ve "oğlum" dedi. Ben buna epey şaşırmıştım. Belirlenen akşamda oğulları geldi, yemekler yendi ve gitti. Oldukça serin-soğuk bir havaydı.
H.E: Bizim toplumla kıyaslandığında oldukça enteresan bir örneğe şahit olmuşsunuz?
E.O: Hem de ne. Gün geldi, okul bitti, evlendim, bir çocuk sahibi oldum ve bir gün babamları ziyarete gittim. Baba evinin bir anahtarı da bende mevcuttur. Zile bastım, içeri babamın yanına geçtim, babam yanına çağırdı ve "niye kapıyı çalıyorsun, senin anahtarın yok mu" dedi… Bak aradaki farka, bak aradaki mantığa…
H.E: Biz yine de nesnel toplumuz, doğa-anadan kopamadık, bu sebeple de böyle davranıyoruz, değil mi?
E.O: Efendim, doğadan kopulmaz, biz de ancak ölüm ayırır, başka türlü kopulmaz, çekirdek aileden.
H.E: Anneliğinizden de bahsedilebilir şu halde?
S.T: Tabi. Bir kızımla aynı sitede oturuyoruz ve onu her akşam arabasından inip evine girene kadar gözümle takip ediyorum ve gözlerim yaşarıyor. Benim eserim o. Benim yavrum o, benim parçam o.
H.E: Dahası…
E.O: Biz ölünceye kadar çocuklarımızın sorumluluğunu üzerimizde taşıyoruz. Taşırız. Biz bunu gerek inanç olarak gerek yapı olarak böyle kabul etmişiz. Mesela yine öğrenciliğimde akşamleyin geç dönüyorsam annem mutlaka balkonda beni beklerdi, üzerinde kalın paltosu ve battaniye sırtında. Yatmazdı. O zamanlar öyleydi, şimdi de biz aynısını yapıyoruz çocuklarımıza. Onları tenkit ediyorduk ama...
Büyük oğlumun evi ayrı mesela ama onu düşünmeden yapamam. Şimdi ona vereceğim bir paket vardı, buraya gelirken vermem gereken, ona verebilmek için yolumu değiştirdim bu benim iki buçuk saatime mal oldu, trafikte bekledim. Neden? Bu benim sorumluluğum, "gel" diyebilirdim ama o çalışıyor şu anda bir provası var. Alı koymamak için ben gittim…
H.E: Anneler ikiye ayrıldığında, hani taş yürekli anneler veya yufka yürekli anneler gibi bir tabir vardır. Ama size baktığımızda, rolünüzle adeta özdeşleşmişsiniz… Ve bu yüreği çok büyük bir anne…
S.T: Size çok samimi bir şey söyleyeyim. İki çocuğum da Boğaziçi'nde okudular. Boğaziçi evimize çok yakın. Ben –çalışan bir anne olduğum halde- düşünün ki okudukları sınıfın annesi oldum! Bu gün hala gelip "anacığım, nasılsın? " derler. Bir kızım Amerika'da olduğu halde onun arkadaşları ve diğer kızımın arkadaşları önce beni ziyaret ederler sonra kızımın evine giderler. Demek ki bu içgin bir mesele.
İnsanın yüreği geniş... Benimki anne yüreği olarak yaratılmış. Kendimi bildim bileli şöyle dediğimi hatırlıyorum: "benim on iki, on üç odalı evim olacak, on tane de çocuğum olacak" derdim. İlerde olmak istediğim ne olacaksın sorusuna verdiğim cevap buydu.
H.E: Bu inanılmaz bir şey. Demek ki bu günlerin hayaliymiş. Şimdi siz milyonların annesi oldunuz. Öyle değil mi?
S.T: Gözlerim doldu çocuklar. Milyonların annesiyim, sanırım. Hepsini, hepinizi çok seviyorum.
H.E: Çok güzel, çok hoş…
E.O: Ve bunun böyle olmasında yarar var. Ama ne var. Bütün dünyada insanları fert olmaya doğru iten bir sistem var. Çekirdek aile dediğimiz şey gittikçe sarsılıyor. Teknoloji insanları fert olmaya doğru itiyor. Eskiden bir odada tv izlenirken şimdi her odada herkes kendi bilgisayarını ve kendi tv'sini kullanıyor. Dolayısıyla aradaki iletişim kopuyor.
H.E: Samimiyet kalkıyor mu böylelikle?
E.O: Her şey. İletişimin koptuğu yerde her şey biter. Samimiyet de öyle. Ben seni dinlemezsem sen beni dinlemezsen ne kalır ortada? Nasıl anlaşacağız, nasıl birbirimizden haberimiz olacak? Gündüz herkes dışarı dağılır, akşam olduğundaysa masada yemekte toplanılırdı. Şimdiyse herkesin elinde sandviç… Atıştırmalık. O masaya da oturulmaz oldu artık.
Bayramlar deseniz yine öyle. Eskiden büyükler küçüklerle bir araya gelirdi o da yok oldu. Bayram tatillerinde lütfen bir gününüzü aile ziyaretlerine ayırın, ondan sonra gidin nereye gidecekseniz. Herkes bir kere birbirini görsün. Komşuluk da kalmadı, gittikçe kopuyor. Yurtdışında tenkit ettiğim 1970'ler de olan bir olaydır o, şimdi Türkiye'de de yaşanıyor.
H.E: Evlilikler kısa sürüyor… 'Keşke 50 yıl öncesinde yaşasaydık' dediğimiz oluyor. Uzun süren evliliklerin sırrı nedir?
S.T: Evlilikte 42.yılını doldurmuş biri olarak, öncelikle karşılıklı saygı… Hangi şartlarda olursa olsun mutlaka saygı… Kendi işinize duyduğunuz saygıyı eşinizin işine de duyun. Kendinize duyduğunuz saygıyı eşinize de duyun… Sonra tabi sevgi…
Daha büyük boyutta sevgi geliyor. Çocukları çok seven biri olarak eşimi de çok seviyorum.
H.E: Sizin ağzınızdan çıkan her kelime bizim için öğüt niteliğinde; yaş olarak, baba modeli olarak. Toplumda yozlaşma gerçeğini göz önünde bulundurduğumuzda bir baba nasıl olmalı, evin içerisinde nasıl olmalı, annenin babaya yaklaşımı nasıl olmalı?
E.O: Bu şimdiye kadar anlattıklarımın özeti olacak;
=Baba her şeyden önce sorumluluk sahibi
=Sevgi dolu
=Hoşgörülü
=Sınırını iyi ayarlamalı
=Mesafeyi korumalıdır.
=Şımartmayacaksın ezmeyeceksin de…
Anne baba birbirlerine nasıl davranırlarsa karşılığını öyle görürler. Birbirlerine iyi davranırlarsa iyilik döner. Kötülükse, kötülük. Son olarak… Bir baba bir anne ancak yatağa girdiklerinde birbirlerine dönük olmalılar, 24 saatini etrafındaki aileye harcamak zorundadırlar
H.E: Evliliğin uzun sürmesi için ne mesaj vermek istersiniz?
S.T: Bana çok sordular, 42 yıl nasıl evli kaldınız diye? Evet devam ediyor ve bence duygular yıpranmadan da devam edebiliyor. Bozulmadan aynı heyecanla, aşk değil ama derinden gelen büyük sevgiyle devam ediyor. Kendi çocuğuma da aynı şeyi söylüyorum "aman çocuğum saygı" diyorum. Kendine yapılmasını istemediğin şeyi ona da yapma. Bir de iyi niyet… Biraz iyi niyetli olunmalı, yine Polyanna yanım… (Gülüyor…) Hayatın hep iyi yanını yakalamalı insan.
Bir anne olarak model oluşturmak ne güzel bir şey… çok mutluyum
H.E: Siz böyle anlattıkça içimiz ürperiyor, 50 yıl öncesinde yaşasaydım keşke diyoruz… Siz hangi dönemde yaşamak isterdiniz?