Kitaplar ve kediler arasında

Kitaplar  ve kediler arasında

YAŞAM Haberleri

İsmail Saib Hoca, müthiş bir hafıza sahibidir. Kendisine “ayaklı kütüphane”, “canlı bibliyografya”, “çağımızın Cahiz’i” denir.

İRFAN ÖZFATURA

Geçtiğimiz pazartesi site komşumuz Prof. Dr Mustafa Çetin Varlık’la karşılaşıyorum, soruyor "Nereden hayrola?"
-Hocam Merkez Efendi’den geliyorum, sevenleri İsmail Saip Sencer Hoca’nın kabri başında buluştular, okudular.
-Aaa ne iyi, kim tertipledi acaba?
 -Sahaflar Derneği Başkan Adil Sarımsak çok vefalıdır, sağ olsun her sene düzenliyor. Keşke vaktiniz olsa da İsmail Saip Hoca’yı bir de sizin ağzınızdan dinlesek,  okuyucularımıza aktarsak.
-Bir kere Saip değil Saib, isabe kökünden geliyor, isabetli olan.
 -Demek adına çekmiş.   
-Biliyorsun kendisi Erzurumludur.
 -Siz de Erzurumlu sayılırsınız Hoca’m, yıllarca ders verdiniz orada.
-Babası Mehmed Şevki Bey binbaşı. Yanılmıyorsam, Hacı Kurbanzadelerden, şehrin eşrafından. Hanımı Aişe vefat edince (Derviş Ağa Camii’nin haziresinde medfûndur) İstanbul’a geliyor, Esekapı’ya yerleşiyorlar. İsmail Saib ilk mektebin ardından Koca Mustafa Paşa Askerî Rüştiyesini bitiriyor ama babası gibi asker olmuyor. Fatih dersiâmı Arapkirli Abbas Şükrü Efendi ile Süleymaniye müderrislerinden Rizeli Ferhad Efendi’nin önünde diz kırıyor.
 -Dersiâm derken...
-Bugünkü profesör diyelim. Bir ara eski tebabete merak salıyor, gidip tıp fakültesinde derslere giriyor. İstese iyi bir hekim olabilir ama benimki sadece merak diyor.
-Bu nasıl merak Hoca’m, yıllarını veriyor.
-Sadece tıp olsa iyi, yine aynı şevk ve heyecanla eczacılık ve hukuk fakültesine de devam ediyor. Kayıtlı değil “sami” diyorlar, dinleyici faslından. Lisanlara olan vukufiyeti daha da şaşırtıcı. Haydi medresede Arabiyi, Farisiyi yoluna koydu diyelim ama Latince, Grekçe, Almanca da biliyor.
 -Ne zekâ?
-Derken bir haber geliyor. Bayezid Kütüphanesine adam alacaklar. Tam da aradığı iş, imtihanı yüzünün akı ile veriyor. “Buyur gel” diyorlar, “hemen başla!”  
 -İşi ne Hoca’m?
-O zamanlar hafız-ı kütüplük diye bir şey var. Okuyucu bunlara geliyor, çalışacağı mevzuyu söylüyor. Senin aradığın şu şu şu kitaplarda deyip önüne koyuyor. Hatta sayfalarını söylüyor.
 -Fihrist gibi adeta…
-Bu arada medreseden icazetini alıyor, Bayezid Camii’nde verdiği dersler de büyük talep görüyor. Onu dersiâm yapıyorlar, Muharrem Efendi Medresesine Arap edebiyatı hocası olarak tayin ediliyor. Derken Dârü’l-Hilâfeti’l-‘Âliyyede müderris oluyor. Bayezid Umumi Kütüphanesinin ilk müdürü Tahsin Efendi vefat edince idareyi ona veriyorlar. Vefatına kadar, sanırım 43 sene vazife yapıyor. Bu arada huzur derslerine çağırılıyor.
 -Yani bizzat padişahın huzurunda...
-Evet bu derslere ulemanın önde gelenleri katılabilir anca.
 -Bayağı bir itibar.
-Süleymaniye Medresesinde müderrislik, darülfünunda Arap edebiyatı hocalığı. Talebeleri ondan, o talebelerinden hoşnud ama bırakıyor.
 -Niye?
-Ebu’l-ûlâ Mardin’in anlattığına göre 1925’te kıyafet devrimi yapılıyor, yılların müderrisi, şapka giyip çıkmıyor halk arasına. Üniversitedeki vazifelerini terkedip Bayezid Kütüphanesine çekiliyor. Burada sessiz sedasız kitap kurtlarına, araştırmacılara yol gösteriyor. Ki, yurt dışından gelen akademisyenler hayran kalıyor ona.
 -Neyine hayranlar Hoca’m?
-Diyelim elinizde dağılmış bir kitap var, kapağını başlığını bırakın ilk sahifeleri bile yok. Eline aldı mı “Hımmm, bu filancanın eseri, hattatı da filanca” diyebiliyor. İsterseniz o olmayan sahifeleri ezberden yazdırabiliyor. Sadece cildine bakarak kitapları tasnif ediyor. Bu filan devir Memlûk eseri, bu Selçuk, bu Eyyûbi...
-Bakar mısınız şu donanıma.
-Sonra el yazılarına aşina, çözülmesi müşkül yerleri (siliktir, şifrelidir) rahatlıkla okuyabiliyor. Hatta hattat hatalarını da yakalıyor. Nev’i şahsına münhasır bir insan onlarca kedi besliyor. Birisinin avlusuna kedi mi yavruladı, nasıl olsa İsmail Hoca bakar diye getirip kütüphanenin önüne bırakıyor. Bildiğin ordu, kimi omzuna çıkıyor kimi kucağında uyuyor. Maaşı süte, ciğere gidiyor.
 -Ama Hoca’m sizce münasip mi? Bayezid Kütüphanesi gibi bir müessesede...
-Kitapların üç düşmanı vardır malum, rutubet, kurt ve fareler. Havalandırarak birinci tehlikeden kurtarabilir, böcekler için de ilaçlama yapabilirsiniz. Ama fare hiç affetmez.
 -Bunlar kitap mı yiyor Hoca’m?
-Felaket kemiriyorlar, bir bakmışsın en nadide el yazmalarına dalmışlar. Hoca aslında farelere bile kıyamayan bir insan ama kedi kokusu aldı mı gelmiyorlar, ayakları kesiliyor. Sadece kedi köpek değil martılara, güvercinlere de bakıyor. Hatta anlatılır; bir ara hastalanmış, talebelerinden biri “Dur Hoca’m, ben size bir tavuk suyu çorba hazırlatayım, şöyle bol karabiberle için, bir şeyiniz kalmaz inşallah.”
“Yok evladım, benim için hayvana kıyma” diyor, müsaade etmiyor. O zamanlar böyle market tavuğu yok tabii, canlı alıp kesecek, yolacak, haşlayacak.
 -Evet hatırlarım.
-Yaşı dolunca tekaüde ayrılıyor (1939) ama istirahata çekilmiyor.  İbnülemin Mahmut Kemal ile beraber kütüphaneleri tasnif ediyor, Maarif Vekâletinin çıkardığı İslam Ansiklopedisi’ne müşaverlik yapıyor.  Mükâlemeden ziyade mütalaadan hoşlanan bir insan. Herkese yardımcı oluyor ama adının anılmasını istemiyor; övgüden, iltifattan sıkılıyor. Benim bildiğim, kütüphaneden ayrıldıktan sonra da pek yaşamıyor.
-Bu yıl 81’inci sene-i devriyesiymiş Hoca’m.
-Bak onca yıl geçmiş Edebiyat Fakültesi koridorlarında hatıraları anlatılır hâlâ. Kendisine “ayaklı kütüphane”, “canlı bibliyografya”, “çağımızın Cahiz’i” derler.  Son derece mütevazı, sakin, zarif, nazik bir insan, bir talebe gelip istişarede bulunabiliyor rahatlıkla. Kütüphaneyi dört dönüp kitaplar çıkarıyor “Bir de buna bakalım evladım” diyor görülmemiş bir alakayla. Âlim böyle olacak zaten, ilmini saklamayacak.
-İstanbul’da çalışan Batılı Şarkiyatçılar da hayran demiştiniz. Bir iki isim verebilir misiniz acaba?
-Edebiyat Fakültesi ‘Arap-Fars Dili ve Edebiyatı’nın kurucusu Hellmut Ritter mesela. Yine (Oskar Rescher) Osman Reşer’in Müslüman olmasına vesile olduğu söylenir camiada.
 -Peki kitap yazmış mı Hoca’m?
-Zahirde yok ama...
 -Nasıl olmaz Hoca’m, yani onca ilim, kendisiyle birlikte mi mezara…
-Kitap telifi yıllara mal olur malum, hele onun gibi hassas bir insansa. Herkesin yardımına koştuğu için buna vakti kalmıyor. Ancak Kâtip Çelebi’nin Keşfü-zünûn’u elinden düşmüyor, kenarlarına yazdığı zeyiller bir eser ebadında.
 -Zeyil derken...
-Notlar, açıklamalar. Keşfüzünûn tekrar basılırken bunlar dikkate alınmıştır mutlaka. Sonra Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri adlı eserini İsmail Saib Efendi’nin yardımı ile yazıyor. Süheyl Ünver, Tıp Tarihi Enstitüsünü açarken sırtını ona yaslıyor.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Osmanlı Tarihi’nde de çok emeği var. Devrin kalem erbabından Fuat Köprülü , Osman Nuri Ergin, Yahya Kemal, Şerafettin Yalpkaya, Kilisli Rıfat, Hasan Basri Çantay, İsmail Hami Danişment, Muallim Cevdet ve Abdülbaki Gölpınarlı ondan fevkalade istifade ediyor.
 -Peki şahsi kütüphanesi?
-Evet öylesi bir kitap muhibbinin güçlü bir kütüphanesi olmalı ki, var. Zaten telef olmasın, ehlini bulsun, yarasın diye biteviye kitap topluyor. Takriben 110 sandık filan, ekseri yazma. Şu anda Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinin kütüphanesinde muhafaza altında.  
 --Ona yakışır bir miras.
-Kendisini rahmetle anıyoruz, bakın hâlâ müstefid oluyoruz. Hani vefatından sonra da amel defteri kapanmayanlar vardır ya...

Kitaplar  ve kediler arasında

Düzenleyen:  - YAŞAM
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...