Kazı sızlan!

Kazı sızlan!

YAŞAM Haberleri

657’ye tabi devlet memurları her sabah yüzlerini kazımak zorundaydılar. Sakal sert, müdür tersse öğleden sonra bi’ daha...

İRFAN ÖZFATURA

Müdür, müdür muavini ve vaziyetten vazife çıkaran işgüzarlar pazartesi sabahları kapıyı tutar, saçı ele gelenleri alırlardı kenara.
Ya makasla dalar eşek tıraşı yaparlar ya da Zaza ile uzun ince bir yol açarlar enseden alına. Camako’nun negatifi âdeta.
Mecburen berbere koşarsın, “Aman usta üç numara!”
Okul tıraşında ense, kulak ortaya çıkacak! Tepen çim adamlar gibi bir buçuk santim olacak! Adı alabros! Missouri zırhlısından biliyoruz, deniz piyadeleri böyle dolanmıştı İstanbul’da.  
Tam da saatlerce aynaya baktığın yıllar ama bu meret şekle girmez asla. Gider, “Ne alırsan bi’ lira”cılardan özene bezene tarak seçersin (Wilma ya da Markiz marka), ıslatıp ıslatıp yatırırsın, sanki dana yalamış gibi adeta. Lakin kuruyunca yine kalkar, limon bile kurtarmaz.
Kime çekmiş, isyankâr n’olacak!
Haa bize kalsa top ense yaptırırız tabii, kulakları saklarız itinayla. 

KISA KES USTA
İşte bizi kendilerine benzettikleri için berberlere kızardık, keyifli dükkânlarmış oysa…
Bir kere şişe şişe parfüm vardır ve güzel kokar. Balıkesir Esmen ve Bengi’ler ‘Beyaz’ zambaklar, ‘Altın’ damlalar. Rize’den çay, Düzce’den tütün kolonyası getirtir, camekana sıralar.
Kenarda bir Vezüv sobası, elbette kahverengi emaye ve üstünde bakır bakraç... Kaynama noktasına yaklaştıkça vızıldar. Terekte eski bir ceviz radyo, yurttan sesler korosu parazit arası nağme yapar.
Günlük gazeteler haftalık dergiler de vardır, açar bakar, “melmeket kurtarırsınız” oracıkta.
Berberde lakırtı boldur, Metin Oktay’ın şutu ve Turgay’ın plonjonu üzerine saatlerce konuşurlar. Bitmez, devamı sonraki tıraşa. Kırkpınar’da Ordulu Mustafa rüzgârı esmektedir, Gazanfer Bilge, Şampiyon Hersekli, Atan Kardeşler ve Mustafa Dağıstanlı otobüsçü olmamıştır daha.“Taktı mı abi kündeyi, şöyle bir tarttı seyircilere bakıyor...”
Önceleri muhabbet sarar da bilahare mükerrere düşerler. Bozmazsınız, dinlersiniz kibarca.
Ya da askerlik hatıralarına dalar, tafsilata girer yüzbaşıya nasıl diklendiği hususunda. “Bak Komutan’ım dedim, bi’ daa olmasın ama!”
Bırak anlatsın, bazıları çomak sokar, heves kırar. “Usta kısa kes” derler, “saçı da lafı da!”
Berberler harbi insanlardır, millet Fenerli, Galatasaraylı, Beşiktaşlı olur o Çatladıkapıspor’un posterini asar duvara.
Müşterileri kaymakam, reis, hâkim, müddeiumumi, jandarma komutanı, emniyet amiri filandı, bizim ki Demokrat Parti afişlerini asar duvara.
Gün boyu münakaşa dinlediği için malumatlıdır, öyle bir yerden yakalar yorumlar ki, pes dedirtir insana.

Kazı sızlan!

FAZLA TIRAŞ
Berberlerin ahbabı akranı çoktur (şimdi kanka diyorlar), şööle ayaküstü uğrar, kolonyalara parfümlere saldırırlar. Babalarının malı gibi kapakları açar jöleye, biryantine parmak atarlar.
Elektrikli tıraş makineleri keşfolunmamışlardır henüz, Alamancılar üç bıçaklı Philips ve Braun taşımamışlardır vatana.
Gider, bakkaldan jilet alırsın (Najet ya da Job marka) geçirirsin aletin yuvasına. Ki pis keser, bırakın çizik atmayı, parça kaldırır kuşbaşı ebadında.
Benim gibi sakarlar berbere gider, teslim olur ustaya.
Usta boş kaldıkça usturasını bileyler, yağ damlatıp sürer taşa… Bir ucu pervaza mıhlı deve gönünden mamul kayışa çalar… Şrak şrak ses çıkatır, şov yapar âdeta.
Berber koltukları sert ama rahattır, yeşil meşin kaplıdır, kıl tüy tutmaz. Kafalığı da ayarlar ensenize dayarlar. Tarak başınızı okşar, makas şık şık ninni söyler kulağınıza… Önünüzdeki ayna ile arkanızdaki ayna arasında yansıyan dipsiz görüntülere dalarsanız, felaket uyku basar.
Parmağınızı kıpırdatacak mecaliniz kalmaz, radyodaki yeknesak ses önümüzdeki beş yıllık kalkınma planlarını okumaktadır, ona bile kafa sallarsınız baygın bakışlarınızla…
Rehavete düşen için fark etmez, süne zararlısını, Seyir Hidrografi ve Oşinografi Dairesi bültenlerini dinleyebilir muti (itaat eden) bir edayla...

CİLDİ BOZAR
Sakal tıraşında sabunu (tabii ki Arko) sıcak su ve fırçayla köpürtür, yüzünüze yayarlar.
Bekleyenler arasında malumatfuruşlar olur vıdı vıdı konuşur: “Hadi diyelim sabunda mikrop barınmaz ama fırça at kılından, ıslanıyo kuruyo, ıslanıyo kuruyo, biteviye bakteri mayalıyo.”
Fırçalar artık naylon oldu desen ona da bir bahane bulacak. Nitekim patlarsınız “ya abi bi sus, üç kuruşluk keyfimiz var şurada.”  
Olur ya bazen sivilcenize denk gelir, yüzünüz kanar. Berberlerin kan taşı kalemleri vardır, bir nevi tuz mineral, sürer pıhtılaştırır anında.
Tıraşınızı bitirdikten sonra yüzünüze sıcak havlu koyar, ohh yanaklarınıza yayılan o tatlı ısı. Hafiften alnınız burnunuz terler hatta. Hımmm sen misin mayışan! Zalım, avucunu kolonya ile doldurup usturanın gezindiği mıntıkaya basar.
Cozz!
Suratınız alev alev yanar, gözlerinizde şimşekler çakar, vay bin kunduz, bu ne ya?
Ossun. Limon kolonyasının mikropları öldürdüğüne inanmaktasınızdır. İçiniz rahatlar. Pertev kremi tam zamanında yetişir, müdahale eder yangına.

DOKTORLAR BİLE
Bazı berberler kulak kıllarını, yanak üstü tüylerini ispirtolu pamukla yakar, bazıları ibrişimle yolar.
Eskiden küçük cerrahi operasyonlara da bakarlardı. Hele askerliğini sıhhiye yapan kendini çıban patlatmaya, cerahat akıtmaya ruhsatlı sayar.
Bu arada mebusların, nazırların bile kendisine geldiğini anlatır. Hatta inanmayacaksınız ama filan hastanenin başhekimi de... Öööle gündüz gözü değil tabii, el ayak çekildikten sonra.

Kazı sızlan!
Ellerinde bir kara kerpeten vardır, kesiciye de, azıya da onu takar, aynı aletle alttakine de üsttekine de asılırlar. Demek ki diş hekimleri 20 ayrı davye alarak hata ediyorlar (!). Ne gerek var canım onca takıma?
Strelizasyon gibi bir kelime henüz lügatimizde yoktur, pimpirikli olanlar için aleti haşlak suyla yıkar, ispirto ocağının mavi alevinde gezdirirler o kadar.
Çocuk geldi mi koltuğun kolları üzerine bir tahta atar, büyüklerin seviyesine çıkarırlar.
Paşa bundan hoşlanırsa ne âlâ… Kuşa bakarken (kanarya kafesine) saçlar uçar.
Bazı veletler inattır, babasının kucağında bile tepinir, ciyaklar… Takdir edersiniz ki, bunlara şekil yapılamaz, vur amcası sıfır numaraya, cascavlak kalsın kerata.

EYVAH EYVAH!
Bir berber, bir berbere “bire berber birader, gel beraber…” demez. Çünkü bir berber diğerinin tıraşını beğenmez.
Daha koltuğa oturmuşsun siftah. Gözleri fal taşı gibi açılır “Hiii, bunu kim yaptı sana?”
Bilirsiniz filanca berber deseniz neşesi yerine gelecek, atışa geçecek.
Ona bu zevki yaşatmazsın, “Sen yaptın ya” dersin “ne o unuttun mu yoksa?” Yutmaz, aynadan “yemedik” gibilerden bakar. Sen de üstelemezsin, yoksa yalanın çıkar ortaya.

Kazı sızlan!
Berber çırakları, paltonuzu tutar, üstünüzü fırçalar ve bahşişi koparırlar. Yerler ahşapsa mazotlu talaş serper süpürür, taşsa fırça paspas çeker zemini gıcırdatırlar.
Eğer şakirt hevesliyse favori ense düzelterek adım atar sanata. Önce çarıklılardan başlar, akranlarından filan. Hatırlılara mı? Beş fırın ekmek yedikten sonra.
Berberlik umumiyetle aile mesleğidir, babadan oğula, dededen toruna… Tıfıl itina ile pataklanarak yetiştirilir. Asker dönüşü bir “tükân” açar, rakip ederler başlarına.  
Kimse alınmasın eskilerden bahsediyoruz, evvel zamanlardan.
Develer tellal iken daha…

 

Düzenleyen:  - YAŞAM
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...