Kara sevdalı bunlar abayı güreşe yakmışlar

5 bin yıllık mazisi olan “Aba güreşi” yeniden canlandı. Dünya şampiyonasına 42 ülke katıldı.
İrfan Özfatura - Yeryüzünün en eski sporlarından biri aba güreşi. Spordan da öte sanki savaş talimi. Aynen cirit, binicilik, nişancılık gibi…
Diyelim cenktesin, oklarını attın bitti, kargını savurdun gitti, kılıcın kırıldı yitti.
Ya da çadırında ani bir baskın yedin. Düşmanla göğüs göğüse geldin.
Eğer hasmını yakasından paçasından yakalayıp yere vurabiliyorsan tamam, bir sıfır öndesin.
Aba güreşi Türkmen, İskit, Saka, Uygur, Özbek, Kazak, Kızık, Kırgız, Çağataylar arasında yapılagelir ki Türklere has bir gelenektir. Bizimle Çin’e, Maçin’e yayılır, bizimle Anadolu’ya yerleşir.
Türklerde “pehlivan” yöresine obasına sahip çıkan, kol kanat gerendir. Gariplerin abisidir, gönüllü nöbetçidir.
Selçuklu pehlivanları ölümüne boğuşur, Osmanlı ise kaidelerini kor, güreş tekkelerinde ustalar yetiştirir. Sultanlar sporcuları himaye eder, onlara Ceyb-i hümayun (harçlık) verir. Yeri gelir kendileri de (Abdülaziz Han gibi) güreşir.
MERKEZ HATAY!
Aba güreşi bütün Hatay’da, bilhassa Yayladağ, Samandağ, Altınözü, Belen ve Antakya’da çok sevilir.
Hatay Belediye Başkanı Doç. Dr. Lütfü Savaş da eski bir şampiyon; “Çocukluğumuzda düğünlerde mutlaka aba güreşi yapılırdı” diyor: Okuyucular gelir daveti duyururlar. Düğün sahibi ortaya kumaş, halı, koç, buzağı gibi bir ödül koyar. Hakemler önceden güreşmiş kişilerdir, işi bilir, hassas davranırlar. İtiraz ne mümkün, sözleri emir telakki edilir.
Gelgelelim bu köklü gelenek zamanla unutuldu gitti, abalar tavan aralarında tozlandı, kuşaklar sandıklarda küflendi. Ecdat mirasını yaşatmak için bir mersah açtık, közü yeniden alevlendirdik.
Güreş sevdalıları toplandı geldi, ortalık silbaştan şenlendi.
Aba güreşinin Orta Asya, Kafkasya ve Balkanlar’da yapıldığını biliyorduk. Onları da davet etmeli ve Hatay’da bir dünya şampiyonası düzenlemeliydik. Evet, hayal gibi görünen bir hedefti ancak İbrahim Öztek hocamızın gayretleri ile hakkından geldik. İlk yıl 4 ülkeden mihman ağırlamıştık: Suriye, İran, Özbekistan ve Azerbaycan… On yıl aradan sonra 42 ülke ve özerk bölge Hatay’a koştu. İçlerinde ünlü şampiyonlar vardı, gözümüz güreşe doydu.
İNCELİĞE BAK!
Küçüktüm, düşünün ilk mektepteyim daha. Dayımın oğlu güreşe çıkmış Sofular’da. O yıllarda seyirci öbek öbek oturur, ben de sokuldum köylülerimizin arasına. Dayıoğlu kendinden daha iri birini yıkınca sevinçle ayağa fırlayıp bağırdım “Yaşa!”
Bütün parmaklar burunlara gitti “hışşşşt!”
Eteğimden çekip oturttular, böyle bir şey yaptığım için çok ayıpladılar.
Yenen sevinmeyecek, taraftar da gem vuracak duygularına. İnceliği görüyor musunuz, ya mağlup olan incinirse, kırılırsa?
Bizde kesinlikle parsaya çıkmak yoktur, pehlivan bahşiş toplamaz. Tezahürat ve seremoni de sonradan girdi, yani bozulduk bir bakıma. Yabancılara sevdirebilmek adına kaçamak yapıyoruz. Uyuyoruz modaya.
Eskiden seyre gelenler böyle şeylerden hazzetmez, bozulurlardı. Ne o öyle ıslık, uğultu, şamata? Marifetini meydanda göster, gerek var mı meth-ü senaya?
Seyircimiz cin gibidir, çakma güreşi anlar ve tavrını koyar anında. Hatalı kararlarda ayaklanır, yabancıya da sahip çıkar.
NE ÇIKARSA BAHTINA
Eskiden pehlivanlar minik, teşvik, tozkoparan, ayak, deste, küçük orta, büyük orta, başaltı, baş diye tasnif edilirdi.
İlk çıktığım yıl (28 kiloydum) 7 akranımı tuşla yendim, finalde sayı ile kaybettim. O zamanlar ikinci üçüncü yoktu dereceye bile giremedim.
Hiç unutmam tıp fakültesinde okuyordum. Şenköy’de güreş var dediler gittik. 60 kilo filanım, çok iyi çangal atardım, yan baş ve kafakolda ustaydım. Birinci ve ikinci turda rakiplerimi geçtim. Üçüncü turda yüz kiloluk birini çıkardılar karşıma. Adam enine boyuna, yaşı da var, ben çerez çekirdeğim yanında. Ama denk geldi, yenmeyi becerdim. Rakibim nasıl kahroldu anlatamam. İnanın onun üzüldüğüne üzüldüm ama er meydanı böyle, elinden geleni koymayacaksın ardına.
Mersahımız 2.500 kişilik ve doluyor. Daha çok seyirci gelirse spor salonunu açarız, daha da çok gelirse statta yaparız. Ama onlar şu meydanın tadını vermez, halk güreşçiyle iç içe olmak istiyor zira.
Mersahta kahramanlık havaları vurulur, salavatlar söylenir, dualar okunur. Lakin siyaset girmez asla, her partiden vatandaş yanyanadır, omuz omuza.
Başpehlivanların çekişmesi gece yarısında tamamlanır anca. Kimse terk edip gitmez, beklerler sabırla.
Herkesi çağırıyor, ücret almıyoruz. Kimse davet edilmedim demesin, her yıl eylül ayının ilk haftasında…
Malum hemen yanı başımızda acımasız bir savaş var, ölenler, kalanlar, göçenler, dağılanlar. Şu güreşlerle biraz olsun yüzleri güldüyse ne mutlu bana.
ER MEYDANI
Şu yeryüzü er meydanı
Gönül sevmez her meydanı
Yüreksize yorgan döşek,
Koç yiğide ver meydanı.
Başbuğlar tuğ kaldıranda,
Atlar dizgin dolduranda,
Malazgirt’te, Çaldıran’da
Sakarya’da gör meydanı.
Kaytan bıyık bura bura
Gakkoş, Dadaş sıra sıra
Elaziz’de Çay’da Çıra,
Erzurum’da bar meydanı.
Geldiği gün kutlu çağrı
Bas, titresin yerin bağrı.
Doğudan batıya doğru
Bir yay gibi ger meydanı.
Hayaller kalınca güdük
Açıldı surlarda gedik...
Mehter sustu, öttü düdük,
Rezil oldu er meydanı!
Sancaklar kalmasın aysız,
Boz Oklar Üç Oklar yaysız
Soyunu bilmeyen soysuz
Düşmanına kor meydanı.
Yayladağ Belediye Başkanı Mustafa Sayın da bir güreş sevdalısı, gördüğünüz muhteşem mersahı sadece 35 günde yaptırdı. Üstelik tek ağaç kestirmeden, çamların gölgesine oturtarak.
Aba bir nevi yelek olup yünden dokunur, meşinle takviye edilir ayrıca. Yakasız, kolsuzdur, düğmesi iliği yoktur, kuşakla oturtulur vücuda.
Mustafa Karagöl: Engellere rağmen
Aba güreşimizin bugünlere gelmesinde büyük emekleri olan Dünya Aba Güreşi Federasyonu Asbaşkanı Gazeteci Yazar Mustafa Karagöl “Federasyon kurmak kolay olmadı” diye içini döküyor. “Nedense içimizdekiler karşı çıktılar. Bize korsan dediler, güreşe gelen çocukları cezalandırmaya kalktılar. İçişleri Bakanlığından onaylı bir federasyonuz oysa.
Eğer federasyonu biz kurmasak Ruslar kuracaktı, ecdat yadigârımız malzeme olacaktı başkalarına. Bakın İsveçliler ‘Pantolon güreşi’ adı altında federasyonlaştı ve şalvar güreşimize sahip çıktılar. Bizim değerimizi çaldılar gözümüze baka baka. Aba güreşini Türklerden öğrenen Çinliler de kostüm ve kuşağa takla attırıp Judo diye sundular dünyaya. Sambo desen ona keza. Bunlar hep aba güreşinin çocukları. El âlem onları biliyor, babasını tanımıyor.
Bu seneki hanım ağamız bir Kırım Tatarıydı, seneye vazifeyi Alper Yazoğlu devralacak kısmet olursa. Kırkpınar’dan gelen tecrübesi ile bize ufuk açacak mutlaka.
Söz Kırkpınar’a gelmişken konuşmadan edemeyeceğim. Aba güreşi henüz onuncu yılında ve 42 ülkeden kafile ağırlıyor. Ama 658 yıllık Kırkpınar, Sarayiçi’nde tıkıldı kaldı, dışarı açılamıyor. Hani Karamürsellilerle Antalyalılar da olmasa koltukları dolduramayacaklar. Balkan ülkeleri hemen iki adım ötemizde, Yunanistan’dan, Bulgaristan’dan pehlivan çağırmak çok mu zor acaba?
Almanya’dan Altaylar’a
Şampiyonada büyük emekleri olan Prof. Dr. İbrahim Öztek “Hatay artık aba güreşinin başşehri oldu” diyor ve devam ediyor: Bu yıl Afgan’ı, Acara’sı, Azeri’si, Kazak’ı, Kırgız’ı, Kırımlısı, Kıbrıslısı, Özbek’i, Türkmen’i, Nogay’ı, Tatarı, Çeçen’i, Çuvaş’ı, Başkurt’u, Gagavuz’u, Tuvalısı, Dağıstanlısı, Balkar’ı, Karaçay’ı, Acem’i, Arap’ı, Arnavut’u, Boşnak’ı, Torbeş’i, Makedon’u, Gürcü’sü, Yunan’ı, Sırp’ı, Bulgar’ı, Rumen’i, Moğol’u, Rus’u, Belarus’u, Ukraynalısı, İngiliz’i, Fransız’ı, İspanyol’u, İtalyan’ı, Maltalısı, Macar’ı, Moldavyalısı, Mordovyalısı Türkiye’ye koştu. Udmurtiya ve Mari-El gibi haritada bulamayacağımız diyarlardan gelip aramıza katıldılar.
Hasılı Asya ve Avrupa’da ulaşamadığımız yer kalmadı, bundan sonraki hedefimiz Afrika ve Amerika’ya açılmak, beş kıtada konuşulan şampiyonalar hazırlamak.
Güreşlerden evvel hakemler ve kafile başkanları ile toplanıp kaideleri anlatıyoruz, çünkü aralarında serbestçiler ve judocular da var. Birincilere 5, ikincilere 4, üçüncülere 3 altın veriyoruz. Fena bir harçlık değil, Türkiye’yi de gezip dolaşıyorlar ayrıca. Misafirlerimizi Hatay’da çok güzel ağırlıyoruz mahallî mimarimize, güçlü müzelerimize,
renkli çarşılarımıza ve mutfağımıza hayran kalıyorlar.
Elbette bütün bunlar kolay olmuyor, bir kere tesis yapmanız, hakem, antrenör yetiştirmeniz lazım. Seminerler düzenleyecek, kitaplar basacak ve güreşleri kayda alacaksınız. Elektronik ortamda saklayacak ve muhatabına sunacaksınız icabında. Zor ama çıkıyoruz alnımızın akıyla.