Kaçan balık büyük olur kaçamayan ızgara

Kaçan balık büyük olur kaçamayan ızgara

YAŞAM Haberleri

Mehmet Usta, Eminönü’nde yılların balık ekmekçisi. Resmen işine âşık ama bir o kadar da dertli: Kofanaları, torikleri, kalkanları, tekirleri şimdi nasıl anlatayım sana. İstavrit denizin kuru fasulyesiydi, para vermezdi kimse ona. Adam niye alsın! Palamudun çifti 150 kuruş zira...

MUSTAFA KAYACAN

Balık gibi ele avuca sığmaz durum bizimki. Mustafa kardeşiniz Eminönü’ne iskeleden yanaşacak bu defa. Dur izah edeyim. Balık Ekmekçi Arif İlke, Karagümrük'ten çocukluk arkadaşım olur. Açtım telefonu "Senin tekneye çırak geliyorum reis, haberin ola.”
-Ne zaman arzu edersen, kapımız her daim açık sana. Orada Mehmet Usta var. Haber veririm, tekne senin kardeşim. Ben olsam da, olmasam da.
Ertesi gün Eminönü'ne iniyorum, Köprü'nün Unkapanı’na bakan yanına. İstanbul her zamanki gibi muazzam. Ecdat ayakları yerden kesecek güzellikler bırakmış. Mevla’m emaneti gelecek nesillere aktarmayı nasip eder inşallah.
Eskiden burada "eminlik" varmış, yani bir nevi zabıta. “Eminlik Önü” olmuş “Eminönü” zamanla. Gümrük, hal gibi büyükmüş. Küçük esnaf hep bir arada.

YOSUN, İYOT, IZGARA...
Eminönü’nün kendine has bir kokusu var. Mısır Çarşısı’nda kuru yemiş, kahve, baharat... Sahilde ise ızgara karışır, iyot ve yosun kokusuna.
İstanbul’a gitmişsen “balık ekmek" yiyecek, anlatacaksın dostlarına. Yoksa tüh derler, hesap sorarlar adama.
Ve bu abdiâciz sancak tarafından yanaşıyor Kalyatai Barbaros’a! Mehmet Usta’yı sormaya gerek yok. Sahaya hâkim, komut yağdırıyor sağa sola.
“Servis hızlansın, boşlar gitsin, haydi canlanın biraz!”
Ortalık zaten cıvıl cıvıl, çocuklar ellerinden geleni yapıyor, koşturuyorlar masalara.
- Kimindi bu üç yarım?
- Turşular, hooop değmesin.
- Kalanı sarayım mı abla?

DERYA KUZUSU BUNLAR
-Efendim ben Türkiye gazetesinden Mustafa... Arif Abi ile görüşmüştüm.
- Ha anladım tamam. Sana eldiven gömlek versinler, geç ızgaraya!
Izgara kızgın mı kızgın. Balıklar ayıklanmış, yıkanmış, tuzlanmış; hazır kıta. Maşaya kuvvet girişiyor, hızla yayıyorum mangala. Son koyduklarım çiğ iken ilk koyduklarım pembeleşiveriyor, dalgaya gelmez yanarlar yoksa. Elim bu işlere aşinadır, ne çabuk kavradığıma Mehmet Usta bile şaşıyor.
Hele çarşamba pazarı ağzıyla “Derya kuzusu bunlaaar” diye bağırınca. Ooo tamam sen olmuşsun diyor.
Oldum mu bilmem ama iki çeyrek saatte, pişiyorum âdeta.
-Tamam bu safhayı atlattın, ekmek paket tarafında adam eksildi, geç destek ver arkadaşına!
Yarım ekmekler ortadan yarılmış, balığı parçalamadan yatırıyorum, yanına bol yeşillik, isteyene soğan. Kâğıda sarıp sarıp uzatıyorum, gören de kırk yıldır orada çalıştığımı sanacak.
Mehmet Usta soruyor: Yoruldun mu?
- Yorulmak ne kelime ter topuklarımdan akıyor.
- İyi o zaman. Al şu süpürgeyi dip köşe giriş, tek kırıntı kalmasın ayak altında.
Ben de mola verecek, iltifat yağdıracak sanıyorum. Resmen çöpçülük yaptırıyor. Ossun, fırça faraş hususunda da ne kadar mahir olduğumu gösteriyorum dosta düşmana.

DÖRT YANI HATIRA
Mehmet Usta gülerek yanaşıyor: Tamam bu kadar yeter, gel  şöyle oturalım kenarda.
Çaylar limonatalar geliyor ve muhabbet başlıyor.
- Bu kaç yıllık aşk ustam?
- 43 senedir buradayım. Aslen Giresun Bulancaklıyım. 9 yaşında çalışmaya gelmiştim İstanbul’a.
- Ustan kimdi?
- İnebolulu Mustafa. Abisi Nurettin Amca vardı, hiç unutmam. Ali ve İsmail dayım onlarla birlikteydi, ben de katıldım aralarına. Çok sıkı çalışırdık. Hızım düşünce ustam ellerime vururdu maşayla. Ama ben hiç gücenmedim ona. Biliyorum iyiliğim için yapıyor, iyi yetişirsen kapışırlar piyasada.
Nitekim balık işlemeyi, fileto açmayı o öğretti bana. Ufacıktım elime satırı alır, girişirdim koca orkinosa. Müşteriler seyretmeye doyamazlardı, hele şu çocuğa bak!
Trabzonlu Deli Abdurrahman vardı yan tezgâhta. Hayatta mı bilmiyorum. Balıkta işinin ehliydi, gelip Adalar’dan çağırdılar. Bir de Dilsiz Mustafa vardı. Kimsesizdi. Gelir denizden su çeker, etrafı süpürür, ekmeğini alır ayrılırdı. Bir gün duyduk meğer dilsiz değilmiş. Atıverdik denize. "Kurtarın" diye bağırdı avaz avaz. “Niye işlettin bizi ?” diye sorduk. Cevabı verdi: Siz bunca zaman abilik yaptınız bana. Konuşursam belki haddimi bilmem üzerim. Sus dedim kendime, fermuarı çektim ağzıma.
Bilmem yaşıyor mu acaba?..

NEREDEN NEREYE?
- Geçmişten bugüne çok şey değişti. Nerede öyle peçete kolonyalı mendil, oturacak masalar…
-Değişmeyen yarım ekmek galiba usta.
-İyi dedin, o standart. O zamanlar küçücük bir sandalın içinde, kocaman bir ateş yakardık. Kömür, ızgara yok. Halden kasaları alır kırar, gaz döküp çakarsın kibriti, üzerinde koca bir tava.
-Hani bir devrilse Allah muhafaza!
-Sorma. Dalga bir gelir, eyvah eyvah.
-Denize düştün mü hiç?
-Ohooo kaç defa. Sayısını hatırlamam. Zabıtalar gelince hafif açılırdık. İçlerinden biri çok çektirdi. Gizlice gelir kum atardı tavaya. Bir gün sandala indi, teşkilata el koyacak aklı sıra. Çalıştırıp motoru açıldık, meğer denizden korkarmış, başladı mı beni indirin diye ağlamaya. O gün de dalgalar nasıl iri, ortalık zaten yağ balık, otursa üstü berbat olacak. Bir tarafta alevli ocak, kızgın tava. Alışkın değil, ayakta duramıyor. Çöktü kalktı, pantolonu cart diye yırtıldı ağından. Eminönü’ne indirsen rezalet, götürüp bıraktık Sarayburnu’na. İnanır mısın dost olduk.

HAL GİTTİ BİZ KALDIK
Buralar Balık ve Sebze Hali’ydi. Geçmişte bolluk vardı. Lüfer, kolyoz, kofanalar. Torikleri dilimler atardık kızgın yağa. Çeşit çoktu. İstavrite ‘Denizin kuru fasulyesi’ derdik. Temizlik için tenekeyle su çekerdik, içinden balık çıkardı hatta.  O zamanlar kural kaide yok tabii. Balık ekmeğini alan gider kaldırıma çöker, etraf toz toprak. Kadınlar pek yanaşamazlardı curcunaya. Şu düzen Arif Bey’in hayaliydi. Mesleğe seviye kazandırmalı, kadınlara çocuklara turistlere da hitap etmeliydi.
- Şu an kaç kişi çalışıyor?
- 25 kişiyiz. Sabah 8.30’da başlarız, akşam 10’a kadar. İş mevsime göre değişir. Hepimizi doyuruyor elhamdülillah.
- Sabah gelip balıkları mı hazırlıyorsunuz? Marullar soğanlar filan…
-Yok onlar modern tesislerde işleniyor, soğuk zincir ile ulaştırılıyor buraya. Arif Bey hijyene çok önem verir. Bak şu an çevrede is duman yok gibi… Yağ ateşe damlamıyor zira. Eskiden inadına yağ atar alevlendirirdik. Sandalımız istimli vapur gibi tüterdi âdeta.
-Evet, şimdi ne yapıyorum ustam.
-Sağ ol sen yapacağını yaptın. Haydi git gazetene de yazını yaz! Bir kardeşimiz daha oldu. Her zaman bekleriz tezgâhımıza.

Düzenleyen:  - YAŞAM
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...