İstanbul bir derya... Ecdattan meraklısına

İstanbul bir derya... Ecdattan meraklısına

YAŞAM Haberleri

Mimar Ekrem Hakkı Ayverdi “Bâlâ Tekkesine bir şey olacak diye ödüm kopuyor” der, “Allah nazardan saklasın, muhafazası elzem bir bina.”

İRFAN ÖZFATURA

Topkapı’dan Zeytinburnu’na doğru gidiyorsunuz. Kozlu Mezarlığı’nı geçin, solda Silivrikapı’yı göreceksiniz. Girin Hadım İbrahim Paşa Külliyesi çıkacak karşınıza. Çok güzel bir cami, çok da bakımlı, vazifelilerden Allah razı olsun çiçek gibi tutuyorlar. Hatta o gün gelen giden yesin diye tepsiyle baklava yaptırmışlar. Kırılmasınlar diye bir dilim aldım yürüdüm, Antep fıstıklı ve tereyağlı. Çıtır çıtır soğumamış daha. Dönüp bir daha alsam ayıp olacak, iktifa ettik azıyla.  
Efendim Hadım İbrahim Paşa köle tacirlerinden alınan bir Boşnak. Enderun mektebinde yetiştiriliyor. Zekâsı ve sadakatiyle Akağalar Ocağında yükseliyor, Anadolu Beylerbeyi (1532) oluyor. Kanuni ona çok güveniyor, düşünün kız kardeşi Fatıma Sultan’la (Yavuz Selim’in kızı) evlendiriyor (1562).  
İbrahim Paşa Ezan-ı Muhammedinin vaktinde okunması hususunda çok hassas. Sırf bunun için bir muvakkit vazifelendiriyor, müezzin şerefede bekliyor, üstad işaret verdi mi atıyor elini kulağına. Eskiden çifte hamamı ve mahalle mektebi de varmış ama ulaşamamış zamanımıza. Cami çok büyük değil ama çok zarif. Erbabı ilk bakışta Mimar Sinan eseri olduğunu anlıyor.

İstanbul bir derya... Ecdattan meraklısına

BÂLÂ TEKKESİ
Caminin kuzey kapısından çıktınız, karşınızda surlara paralel giden bir yol var, bir tarafta yıkılan harabeler, bir tarafta otopark. 100-150 metre kadar yürüyün bir minare göreceksiniz akça pakça Burası İstanbul’un ilk tekkelerinden biri. Banisi “ni’mel ceyş”ten (fethe katılan mücahidlerden) topçubaşı Bâlâ Süleyman Ağa. Hazret, surları döven dört topçu bölüğünden (bölükât-i erbaadan) birini sevk ve idare ediyor. Bilahare maaş mansıp sahibi oluyor, servetini hayra harcıyor.
Mahallenin neye ihtiyacı var? Cami, kuyu, kurna. “Yapın” diyor “kefenin cebi yok ya!”
Ayvansarayî’nin Hadîkatü’l- Cevâmi’s’inde “Bâlâ Mescidi” olarak geçiyor.
Malum İstanbul’un yangın ve zelzelesi eksik olmaz, maalesef o ahşap çatılı mütevazı tekke günümüze gelemiyor. Abdülaziz Han devrinde, Sazkâr Kalfa külliyeyi silbaştan inşa ettiriyor. Tavhidhaneye türbe, haremlik, selamlık, daniş hücreleri, mutfak, kiler, su haznesi, helâlar, hamamlar ilave olunuyor.

İstanbul bir derya... Ecdattan meraklısına

NAKŞİ-MÜCEDDİDİ
Sazkâr Kalfa yazdırdığı vakfiyede “külliyede Nakşibendî - Müceddidî meşayıhından Şumnulu Hacı Ali Efendi’nin imamlık yapmasını” şart koşuyor. Eğer kendisi vefat ederse, vazife oğullarına, evladı kalmadığı takdirde halifelerine verilsin. Silsilenin sönmesi halinde ise “ehil bir nakşinin” devralmasını arzu ediyor.
Bakın şu işe ki şeyh değil Sazkâr Kalfa vefat ediyor, o günleri göremiyor. Şumnulu Ali Efendi binayı tamamlamakla kalmıyor, kendi malını mülkünü de satıp tekkeyi hareketlendiriyor, iftarlar veriyor, mevlüd cemiyetleri tertip ediyor, aş aşure, pilav, helva... Sevabını bağışlıyor sahibül hayrat vel hasenata.
Bâlâ Tekkesinin ilk Postnişi Şumnulu Ali Efendi Nakşi Müceddidi terbiyesi ile yetişmiş bir gönül ehli, yıllarca Hicaz uleması önünde diz kırıyor ilim edep öğreniyor. İmam-ı Rabbani hazretlerine büyük bir muhabbet besliyor. Artık nasıl bir işaret aldıysa İstanbul’a geliyor. Sohbetlerinde hep birlik, beraberlik ve uhuvvetten (kardeşlik) söz açıyor.
II. Abdülhamid Han’ın analığı Perestu Kadınefendi, tekkenin yanına “Bâlâ Mektebi” ile sebil-muvakkithane-çeşme-şadırvan manzu- mesini ilave ediyor (1863). Ecrini Bâlâ Süleyman Ağa’nın ruhuna bağışlıyor.
Şimdi akmıyor olsalar da her köşe ayrı çeşme. Abdülhamid Han dahi bakım onarımını yaptırıyor, hususi günlerde külliye bayraklar ve tuğralarla donatılıyor, sebillerden şerbetler akıtılıyor. Vidos pınarlarından getirilen su serin ve leziz. Hekimoğlu Ali Paşa mecraı ile Mevlanakapı’dan şehre giriyor. Lüleler gün boyu akıyor, şırıltı kubbede çınlıyor. Mimarlar “bir su ancak bu kadar zarif sunulabilir” deseler de günümüzde unutulmuş kalmış kuytuda.

İstanbul bir derya... Ecdattan meraklısına

ARAMAKLA BULUNMAZ
Türbe cephesinde, Ömer Faik Efendi’nin istifli sülüsla yazdığı ayet-i kerimeler Osmanlı hat sanatının şaheserleri arasında.
Kubbe merkezindeki İhlâs sûresi Mehmed Şefik Bey’in, pandantiflerdeki sekizgen çerçeveli Allah, Muhammed, cihâryâr-i güzîn ve Haseneyn levhaları ise Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin eseri. Vaaz kürsüsü üzerinde asılı duran, hilye-i şerif Hasan Rızâ Efendi’ye ait. Kitabenin sülüsle yazılan bölümleri Ömer Faik Efendi’nin, ta’likle yazılanlar ise Mısrîzade Ali Rıza Efendi’nin elinden çıkma. Hattat Faik çeşme alınlığın bir yanına celi sülüsle “ve cealnâ min el mâi külli şey’in hayy” öbür yanına “Ve sakahüm Rabbihüm şeraben tahura”  ayet-i kerimelerini yazıyor. Kitabenin alt  iki ucuna, birer sikke içinde istifli sülüs ile Muhammed Bahaeddin Nakşibend yazılmış ve fiyonklu çelengin arasında Abdülhamid Han’ın tuğrası görünüyor.

İstanbul bir derya... Ecdattan meraklısına
Üsküdarlı Ali Rızâ Efendi’nin ta‘lik hatlı manzum kitâbesi muvakkithâneden başlayıp, sebilde hitama eriyor.
Haziredeki üç kabir; M. Said Can Efendi’nin hanımı hacce Fatıma, Şeyh Sadeddin’in oğlu Bahaeddin Efendi, Nakşibendî  tacı taşıyan ise Adile Sultan’ın başkapı gulâmı Neş’et Ağa’ya ait.  
Güzellikleri neden uzaklarda ararız ki?
 İstanbullunun kendi şehrinden ne zaman haberi olacak acaba?
Adresini de yazalım, Silivrikapı Veledi Karabaş Mahallesi, Tekke Maslağı ve Bâlâ Tekkesi sokaklarının kesiştiği noktada.

İstanbul bir derya... Ecdattan meraklısına

ÇERKES ASALETİ
Biliyorsunuz Abdülhamid Han annesi Tirimüjgan Kadınefendi vefat ettiğinde 10 yaşındadır daha. Bir çocuğun anneye en ihtiyacı olduğu çağlarda. Nur içinde yatsın Rahime Perestu Sultan hem ona, hem de genç yaşta vefat eden Düzidil Kadınefendi’nin üç yaşındaki kızı Cemile Sultan’a annelik yapıyor. Perestu kırlangıç demek, iki öksüzü kuş gibi kanatları altına alıyor.  
Abdülhamid Han bu vefakâr hanımı unutmuyor, tahta çıkınca “Valide Sultanlık makamını” gösteriyor. Ki bir kadının gelebileceği en yüksek dünya mevkii. Buna rağmen mütevazı yaşıyor, sade giyiniyor, debdebeden kaçıyor, varidatını hayra hasenata harcıyor ve…  
Ve asla siyasete karışmıyor! Elinden tuttuğunu yükseltecek güçtedir oysa.
Kendisi Çerkeslerin Ubıh boyundandır, “Kafkas asaleti” diyebilirsiniz buna.

İstanbul bir derya... Ecdattan meraklısına

DERVİŞ ŞAİRE
1894 zelzelesi İstanbulu yıkıp geçiyor, halk kıyamet-i sugra (küçük kıyamet) diyor. Zikrolunan tekke de hasar alıyor.
Bu defa bir şaire, II. Mahmud Han’ın derviş meşrepli kızı Âdile Sultan sahip çıkıyor. Hem cami-tevhidhane ve türbeyi hem de müştemilâtı sil baştan yaptırıyor. Biraz daha büyük tuttuyor hatta. Mescid sekiz köşeli, 25 pencereli ve çok ferah, hani ayı günü içinde derler ya. Çerçeveler Hind camileri gibi at nalı şeklinde, minare çok yüksek değil, altın oranda. Türbe alnına Mehmed Şefik Efendi’nin yaldızla yazdığı Ayetelkürsi çok sanatlı. Ben bir ikindi sonrası görmüş hayran kalmıştım. Güneş duvarları kehribara çevirmişti âdeta. Her zaman çantamda fotoğraf makinesi ve geniş açı objektif olur, o gün yok. Gel de kahrolma! Sonra defaatle gittim ama o ışık olmadı bir daha. Mimarını bilmiyorum, sadece şunu söyleyebilirim eliyle birlikte gönlünü de koymuş taşın altına. İçerideki kalem işleri ve çiçekli tezyinat 16.yüzyılı hatırlatsa da, klasik bir son devir eseri, Yer yer Ortaköy, Dolmabahçe, Nusretiye, Mecidiye camilerini andırıyor.    
Tekkeler ve zaviyeler kapatılınca (1925) dervişler dağılıyor, bina sahipsiz ve metruk kalıyor. Sıbyan mektebi ve derviş odalarına Maarif Nezareti el koyuyor. Emsalsiz kitabesi koparılıp kaldırılıyor (şu an Topkapı Sarayında) Kırklı yıllarda Tekkenin suları yağmalanıyor, o nefis çeşmeler muattal kalıyor, kuruyup kararıyor.  

 

Düzenleyen:  - YAŞAM
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...