Gönül sohbet ister Yemeni bahane

Amcam dükkânına gelenlere, yer gösteriyor, çaylarını söylüyor. Yemeni alıp almamakta serbestsiniz ama kitap okurken dinlemezseniz gönül koyuyor...
Kahramanmaraş çarşılarında ihtiyar bir köşker. Yorgun mu keyifli mi bilmiyorum, yaslamış sırtını duvara dinleniyor. Pamuk sakalları ve tel gözlüğü ile tam fotoğraflık, uzaktan da zumlarım ama iznini almak gerek. Gönlünün rızasıyla…
-Selâmün aleyküm…
-Ve aleyküm selâm…
Pat diye objektifi çevirsen olmaz, önce yemenilerle ilgileniyormuş gibi yapıyoruz. Bu kaça, şu kaça? Fiyatlar 20 liradan başlıyor. İçi dışı deri, altı kösele olanlardan birini seçiyorum 35 lira. Bedavadan ucuza. "Ahir kelam, daa aşşa" faslına hiiiç girmiyoruz. Zaten şunun hepsi kâr olsa…
Yemenilerin çizgileri sade, insana ağır abi havası veriyor. Rahat ve yumuşak. Çok da sıhhi, sahtiyan deri ya, kimyevi madde görmüyor asla. Meşe palamudu ile yumuşatılıyor, kök boya ile (ceviz kabuğu, nar çiçeği vs.) renklendiriliyor.
Terletmiyor, kokutmuyor, kaşıntı, sızıntı, mantar ney yapmıyor. Yapışkanı mapışkanı yok, tek tek elde dikiliyor. Kaytanı balmumundan geçirmişler, kara yağmura dayanıyor.
Edik, kelik, terlik, bot, postal… Bu ecdat yadigârları ne kadar yaşar daha?
Zor. Kimse ilgilenmiyor ki, çırak bile gelmiyor dükkâna.
Eskiden dullar siyah, evliler kırmızı, nişanlılar turuncu, genç kızlar sarı, hacı teyzeler de yeşil çarık giyermiş. İnceliğe bakın hele, sanki kafa kâğıtları ayaklarında…
KALIPÇILARA KAMYON LASTİĞİ
Altı kamyon lastiği olanlar biraz daha kabaca. Onları kalıpçılar tercih ediyormuş, çivi batmıyormuş zira. Bir de çobanlar alıyormuş, hem zemini iyi kavrıyor, hem de yıpranmıyormuş dağda taşta. Dört sene beş sene dayandığı oluyormuş icabında. Hep el işi, dikmesi kolay "biz" ile delik açıyor, iğneleri karşılıklı daldırıyorlar sıra sıra. Lâkin endaze ile kesmek maharet istiyor ayrıca.
-Efendim yemeninin Yemen ile alakası?
-Evet, öyle bir rivayet dolanıyor ortalıkta.
I ıh istediğim bu değil, halbuki damardan bir soruydu. Yemeninin tarihine de girecektik coğrafyasına da…
Bocalıyorum "bunları siz mi yapıyorsunuz bey amca?" Bu da soru mu yani? "Ya ne ya" gibilerden bakıyor sıfatıma.
Mevzuya girmek için saçmaladığım anlar olur, bu da onlardan biri işte.
-Kaç yıldır dikiyorsunuz?
-De ki 50 yıl belki daha fazla.
Bu da olmadı "ıssız adaya düşsen, yanına alacağın üç şey diyeceğim sonunda...
Neyse ki sorma sırası amcama geliyor. Nerden geldiniz?
-İstanbul'dan.
İstanbul'u duyunca gözleri parlıyor "hele oturun" deyip tabure gösteriyor, belli belirsiz bi işaret çakıyor ocakçıya.
Adı Kuddüs Elibol'muş, Kadıköy'de, Fatih'te, Okmeydanı'nda çok bulunmuş zamanında. Selatin camilerini unutamamış, Eyüp Sultan hazretlerini de çok özlemiş. En son umreye giderken uğramışmış, gözünde tütüyormuş hâlâ...
-Efendim evvelce müsaitti, münasipti umreye diye gidip kalıyor, haccımızı eda edip dönebiliyorduk pekâlâ. Misal 92'de gittim 93'te geldim 96'da gittim 97'de geldim…
-Birer sene yani
-Hayır dörder ay.
Bu arada az buçuk Arapçanın da belini kırmış. "Orada hurmaya hurma demeyeceksin" diye ikaz ediyor, başın ağrır sonra.
-Ya ne diyecez?
-Temmir! Biber istersen fülfül-i hadra, karpuz alacaksan dilla…
Ve söz geliyor dayanıyor Kâbe-i muazzamayı ilk gördüğü ana. Sesi ayan beyan titriyor, bir hüzündür çöküyor simasına; "Kimi siyah kimi beyaz/Çağırırlar avaz avaz/Ediyorlar Hakk'a niyaz/Beytullahın etrafında… Kapısında çifte toka/Dönüyorlar baka baka/Gözyaşları aka aka/Beytullahın etrafında! Yaaa Mükerrem Mekke şehirlerin anası, ne diyeyim daha!
-Peki ya Medine?
-Ah Münevver Medine Ah! Allahü teâlânın Habibi, iki cihan serveri orada. Biricik peygamberimiz, yol göstericimiz orada, güzeller güzeli orada, şefaatçimiz orada… Biliyor musun eski ismi Yesrib idi, Efendimiz şereflendirince Medine oldu. Medine çok tatlıdır, insanı mütebessim, havası ferah... Şimdi Bilal Mescidini, Uhud'u nasıl anlatmalı sana. Nurlu Kûba, Kıbleteyn, Mescid-i seb'a…
Ve çaylar geliyor, şeker, limon derken mevzu dağılıyor. Amcam kenarları lime lime olmuş bir kitap açıyor. Taş baskı, Osmanlıca. Kim bilir belki dedesinden kalma.
SÖYLE BAKALIM
Talimli olduğu belli. Aradığı yeri buluveriyor kolayca. "Söyle bakalım Âdem aleyhisselamdan sonra ikinci peygamber kimdir?
Tısss. Bakıyor cevap çıkacak değil "Şit aleyhisselam" diye kopya veriyor usulca. "Biliyorsun Âdem aleyhisselama on suhuf indi oğlu Şit aleyhisselama ise 50 suhuf."
Sarı sayfalı kitabı tekrar karıştırıyor, yüzünde aradığını bulmanın aydınlığı.
-Cümle peygamberlerin evveli Hazret-i Âdem ahiri bizim peygamberimiz Hazreti Muhammed sallallahü aleyhi ve sellemdir. Bu ikisinin arasında çok peygamberler gelmiştir, anların sayısını Allahü azimüşşan bilir. Ancaaak!
-Ancak?
-Kuran-ı kerimde ismi şerifleri beyan edilen 28 peygamberi bilmek herkese vaciptir dediler. Bunlar: Âdem, İdrîs, Nûh, Hûd, Sâlih, İshak, İbrâhîm, İsmâîl, Ya'kûb, Yûsüf, Eyyûb, Şuayb, Lût, Yahyâ, Zekeriyyâ, Mûsâ, Harun, Dâvut, Süleymân, Yunus, İlyâs, Elyesa, Zülkifl ve İsa (aleyhi ve aleyhisselatü vesselâm)
Üzeyr, Lokman, Zülkarneyn… Bu üçünde ihtilaf vardır kimi velî dediler kimi nebi dediler.
Bak burası da çok mühim. Eğer sorarlarsa imanı yıkan nedir.
Nedir?
Beş vakit nemazı terk etmektir. Bir vakit namazı bile bile kılmayan seksen hukbe yansa gerektir. Yalnız unutma bir hukbe 80 ahiret senesi, her ahiret günü de 80 dünya senesidir. Artık ne tutuyor kendin hesapla!
Ve mühim bir paragraf daha: Hazret-i Âdem zürriyetindenim, Ahir zaman peygamberi Muhammed aleyhisselatü vesselâmın dininden ve ümmetindenim elhamdülillah. İtikatta mezhebim ehl-i sünnet vel cemaat. Ehli sünnet vel cemaat demenin manası Resulullahın eshabı ve cemaati her ne itikat üzere oldular ise ben dahi aynı itikat üzere oldum demektir… İmam-ı Azam Ebû Hanife'nin, kitab-ı Allahtan ve hadisi şeriflerden çıkardığı meseleleri kabul ettim. Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli… Bu dört mezhep de haktır ve doğrudurlar.
EĞER SORSALAR Kİ…
Eğer sorsalar ki İmam-ı azam mezhebi kimden öğrendi, imamı Hammad'dan, o dahi imamı Alkama'dan, o dahi İbrahim Neha'î'den, o dahi Abdullah ibni Mes'ûd'dan o dahi Hazreti Resulden… Efendimiz dahi Hazreti Cebrail'den… Cenâb-ı Rabbil âlemin azze ve celle Kur'an-ı kerimde buyuruyor "İnnedine indallahil islâm!"
Yüzüme bakıyor "sen okumasını bilmiyorsun yoksa?"
Biliyorum desem alıp okumak lâzım, "bilmiyorum" desem ayıp olacak. Üskut! Böyle zamanlarda susacak, sessizliğe sığınacaksın. Neyse konuyu yine o değiştiriyor. "Yeğenim bir çay daha içeriz di mi?" deyip kurtarıyor kibarca.
-İçeriz be, cömerdin ikramı şifa.
Kitabını kapatıp baş üstündeki tereğe kaldırırken "Buna Mızraklı İlmihal derler evlat" diyor, "Allahü teâlâ makamını âlâ eylesin Kutbüddîn-i İznîkî hazretleri yazmışlar. Bir mümine ne lazımsa var, kısa, öz, hülasa… Biliyor musun Abdülhamid Han cennetmekân bunları bastırmış, dağ köylerine kadar dağıttırmış deve ve katır sırtlarında. Sadaka-i cariye böyle olur işte, bak okuyor dua ediyoruz hâlâ!"
![]() |
Eskiden dullar siyah, evliler kırmızı, nişanlılar turuncu, genç kızlar sarı, hacı teyzeler de yeşil çarık giyermiş...
![]() |
TAVAN ARASI
Hazırlayan: İrfan Özfatura / TÜRKİYE GAZETESİ