Eski çamlar bardak oldu

Biz topraktan yaratıldık, cam kumdan. Bu yakınlıktan olsa gerek cam da bizim gibi davranıyor. Tansiyon yapıyor, sıkıntı basıyor, darılıyor, kırılıyor.
MUSTAFA KAYACAN
Her ne kadar Fatih’te doğup büyüsem de baba toprağımız Beykoz. Serin Boğaz rüzgârı özleniyor sıcak bastıkça. Bizde aile geleneğidir, Ramazan-ı şerifin bir günü amcalarım ile buluşuruz iftar sofrasında. Bu sene de öyle oldu, babamı yâd ederken, söz döndü dolaştı Şişe Cam Fabrikalı hatıralara.
Hüseyin amcam tesisin temeli atıldığı günden beri Paşabahçeli.
Her bölümünde çalışmışlığı var.
Beykoz’un eski ağır abilerinden sayılıyor hâlâ. İsviçre’ye gidene kadar Kayacan kardeşler aranılan elemanlar, el üstünde tutuluyorlar. Hele Şeref amcam, Şişe Cam Teknik Okulundan yetişmiş, koca fabrikayı yürütüyor tek başına.
Bütün imalatta söz sahibi, iki dudağının arasına bakılırmış âdeta.
Hatta rahmetli babamla birlikte transfer olmuş, gidip Topkapı Şişe Cam’ı kurmuşlar. Sonra Mersin Şişe Cam’a davet edilmiş, onları da kıramamışlar.
YOK MU Bİ İMALATÇI?
Mevzu mevzuyu açıyor.
Amcama yok mu imalatçı diyorum, gideyim çırak olayım.
-Hani eskiden Çubuklu’da küçük küçük atölyeler olurdu cam keserlerdi sabahtan akşama.
-Onlar bıraktılar evlat. Olsa olsa bizim Nevzat yapıyordur. Dur bir arayalım bakalım devam ediyor mu acaba?
Neyse telefonu açıp ulaşıyor.
- Sana bir çırak yolluyorum, bak bakalım işine yarayacak mı?
-Yolla gelsin Abi’m, yardımcı oluruz,
evelallah!
Tamam randevuyu aldık, şimdi oturup biraz okumalı.
Tın tın gidilmez adamın karşısına.
Efendim camın serencamı bundan 6 bin sene evveline uzanıyormuş.
Taa Fenikeli yıllara.
Amcalar sahilde mangal yaparken kumlar eriyip akmış.
Oradan uyanıp geçmişler imalata.
Mısır, Babil, Bizans derken ecdat işi ele alıyor, İstanbul parlayıveriyor bir anda.
III. Selim döneminde Beykoz cam atölyelerinde emsalsiz işler yapılıyor. Mehmet Efendi gibi mesela. Derken Camcılar Ocağı kuruluyor. 1847’de faaliyete geçen İncirköy Cam Fabrikasında nice “Camgerân” yetişiyor. Beykoz dünya çapında marka oluyor. Esnaf elbette ahi geleneklerine bağlı, lonca teşkilatı kaliteyi zirvede tutuyor.
Bu kadar malumat yeter sanırım, neyse sabah çıktım yola.
Beykoz’un o suyu güzel köyüne gittim. Akbaba’ya. Atölye sandığımdan da büyük, hayli çalışanı var. Öyle cam kestikleri filan da yok, antika antika işler yapıyorlar, allar, morlar. Selam veriyorum
“Şeyy beni Metin Kayacan yollamıştı.”
Elemanlarla oturup çalışan Nevzat Usta fırlayıp kalkıyor, “Ooo evlat, buyur gel hele” deyip amca edasıyla karşılıyor.
Önce tanışma faslı. “Ben bu sanata ilkokulda başladım” diyor, “Daha 8 yaşında. Babam büyük iş almıştı, ihtiyacı vardı elemana. Öğretmenlere bardak götüre götüre mezun oldum, okumayı burada öğrendim hatta… Kırk dört yıldır camla uğraşıyorum, artık o bize, biz ona aşina.”
DOLU BARDAK SU ALMAZ
Camla ilgili bildiklerimi şimdilik atıyorum kenara. Nevzat Usta “Haydi çek besmeleni başla” diyor.
-Nereden başlayacağım usta?
-İşin başı temizlik. Temizlik her sektörde önemli ama biz de daha da önemli, boya yapılan yerde havanın bile pırıl pırıl olması gerekiyor. Paspas bitiyor. “Şimdi yukarı çık, koli doldur biraz da!”
Ardından kolumdan tutup folyo kesenlerin arasına oturtuyor. Islak folyoları tabaklara sıvıyoruz, açıkta kalan yerleri bant ile kapıyoruz ki kumlamada deforme olmasınlar. Kendisi bak böyle yapacaksın derken beş ürünü bitiriyor, benimki yarım hâlâ.
Hasılı çırak çıkıyoruz. Reklamcılıkla uğraştığım dönemde elim folyoya alışıktı güya.
Serigrafi yapıştırma işinden sınıfta kaldık, yaldız ve şerit çekmek için de hayli ekmek yememiz lazımmış daha.
ÖNCELiK GÜVENLiK
Kumlamaya çıkarken sakin ol, acele etme diyor usta sürekli.
- Dikkat edeceksin ki zarar gelmesin arkadaşlarının kılına.
Kumlamada silisyum kullanmıyorlar, 40 misli fazla ödeyip ciğerlere zarar vermeyen aşındırıcıları alıyorlarmış.
Bu arada bana nerelere kum gelecek nerelere gelmeyecek desen nasıl çıkacak anlatıyor. Negatif pozitif hesabı. Benzer teknikleri fotoğrafçılıkta kullandığımız için yabancı gelmiyor. Kumlanan parça yıkanıyor, başka bir katta kenarları yaldızlanıyor.
Yer gök billur bardak, benim gibi bir sakar için hiç tekin görünmüyor. Bundan dolayı da her yerde uyarı levhaları.
GİRMEDİĞİMİZ EV KALMADI
Rahmetli babamın son yıllarında, altı kamyon, sekiz minibüsümüz vardı. Türkiye’nin her köşesine mal yollardık. Mamullerimiz 800 noktada pazarlanırdı. Diyebilirim ki, girmediğimiz ev kalmadı. Yüz binlerce kalem maldan bahsediyorum nereden baksan.
-Kim alıyordu bunları?
-Düğün, nişan, çeyiz olduğu müddetçe bu iş batmaz. Eskiden kadınlar daha hevesliydi vitrin grubu, mutfak grubu, banyo grubu alınacaktı mutlaka.
-Bunca siparişe yetişilir mi usta?
-Eskiden insanların aklı çalışıyordu şimdi telefonları. Kâğıt kalem kullanan kalmadı, her şey ekranda bitiyor. Yazı büyük tecrübedir oysa. Yazacaksın, bakıp okuyacaksın, hafızaya kazıyacaksın. Kalemin yaptığını hiçbiri yapamaz.
-Teknoloji kolaylık değil mi?
-İyi de telefon insanları uyuşturuyor, aklını fikrini dağıtıyor. Adamlar düşünmüş, bunları nasıl yönetebiliriz? Bağlayalım gitsin ekrana. Gençler de sanal âlemde yaşıyor akılları fikirleri telefonlarında… Bu gidiş iyi değil, 10 sene sonra kimse kalmaz ortalıkta. Bazen ben bile düşünüyorum telefonun bu kadar kullanılmadığı bir Asya veya Afrika ülkesine mi gitsem acaba?
FIRIN UYUR ELEMAN ASLA
Fırınlardan biri hassas ürünler için. Ona “uyuyan fırın” deniyor. Diyelim bugün 25 dereceden başladı yavaş yavaş yükseliyor ertesi gün bu saatte 25 dereceye düşünce açılıyor.
Fırındaki ürünlerden birine dokunmak istiyorum, “Sakın ha” diyor, “Stres yapar sonra!”
-Bizim işin kitabı yoktur. En iyi parlatan maddeleri de deneye yanıla bulduk. Ben 13 yaşında asit bölümünü kurdum. Küçücük çocuktum en iyi parlaklığı nasıl elde ederim diye dertlenip kimyasalları katıp karıştırıyordum sabahtan akşama. Dile kolay 44 yıl olmuş. Hâlâ tezgâhımın başındayım. Benden de eskisi de kalmadı piyasada.
-Yerinizi kime?
-Çocuklarım ilgilenmedi. Hâlbuki şu sanatı öğrenecek olsalardı var ya…