Bir gözyaşı dağı: Uhud

Gün battı mı Uhud'u bir hüzün kaplar.. Gece miski andıran şehid kokusu yayılır etrafa. Orda yaşanılan hadiseler gelir akla. Gözlerden yaşlar süzülür…
Hani dili olsa da konuşsa derler ya Uhud da öyle. Uhud (Zu Ayn) Medine'den yürüyerek bir saat ötede bir dağ... Sair dağlardan munfasıl ve tek başına olduğu için Uhud deniyor ona. Efendimiz "Uhud bizi sever, biz de onu severiz" buyururlar... Biliyorsunuz Kureyşliler Bedr Gazasında ummadıkları bir mağlubiyet alırlar. Başta Ebu Cehil olmak üzere küfür önderleri katledilir. Bunu hazmedemez inadına kin tutarlar. Kârlı bir ticaret yapıp parayı bulunca, 3 bin kişilik bir ordu toplar, yola çıkarlar. Yedi yüzü zırhlıdır, iki yüz atları, üç bin develeri vardır. Hazret-i Abbas Mekke'den gizlice bir mektup yollayıp müminleri haberdar eder. Sayıları ve silahları hakkında malumat verir tafsilatıyla.
SAHABELER MEYDAN SAVAŞI İSTER
Server-i kainat Medine içinde bir savunma harbi yapmaktan yanadır. Böylece müşrikleri bilmedikleri sokaklara çekecek, daha az zayiat verecek arkalarını sağlama alacaktırlar. Bedr'e katılamayan gençler heyecanlanır meydan savaşı yapmayı arzularlar. Efendimiz de ekseriyetin reyine uyar. Zırhını giymek için hane-i saadetlerine girerler. Efendimiz üç sancak hazırlatırlar. Biri Allah'ın aslanı Ali bin Ebi Talib'e verirler. Birini Useyyid bin Hudayr'a, birini Umeyr oğlu Musab'a 900 kişi ile yola çıkarlar. Ancak 300 münafık Uhud'dan geri döner onları yalnız bırakırlar. Efendimiz Okçular tepesine 50 okçu bırakırlar. Başlarına Abdullah bin Cübeyr'i emir tayin eder ve altını çize çize emr buyururlar. "Yerinizden asla ayrılmayın, ganimet toplasak da, katledilsek de. Velev ki kuşlar gelip cesetlerimizi gagalasalar bile! Önce tam bir galibiyet.
Ebu Dücane kılıcının hakkını verir, Hamza destan yazar, Hanzala hayran bıraktırır. Kureyş safları bozulur, ağırlıklarını bırakıp kaçmaya başlarlar. Okçular heyecana kapılır, Abdullah bin Cübeyr'in ikazlarına rağmen meydana dalarlar. İşte Halid bin Velid bunu beklemektedir. Yanındaki süvarilerle dağı dolanır, Müslümanlar iki ateş arasında kalırlar. Büyük bir kargaşa yaşanır güzide sahabeler şehid olurlar. Efendimiz beş on sahabe ile dağa çıkar, sırtlarını bir mağara ağzına verir, dişe diş vuruşurlar. Hazreti Sa'd bin Vâkkas muhteşem bir okçudur, okunu iğnenin deliğinden geçirir, attığını vurur, vurduğunu yıkar. Efendimiz ok verir "at ya Sa'd" buyururlar. Müşrikler de müminleri ok yağmuruna tutarlar. Talha bin Ubeydullah bakar bir ok Efendimize doğru geliyor tereddütsüz elini uzatır. Avucu paramparça olur. Übeyy bin Halef efendimizi öldürmek için and içmiştir. Fırsatını bulunca saldırır. Efendimiz bırakın gelsin buyurur, ona koltuk altından vururlar. Yara almamış, kanı akmamıştır ancak telaşlanır,"Muhammed vurduysa helak olurum, onun Allahı beni yaşatmaz" der. Hakikaten öyle olur, sabaha kadar bağırır, debelenir. Mekke'ye dönerken serf denilen mevkide canı çıkar.
Müşrikler Efendimizi taş yağmuruna tutarlar. Mübarek dudaklarını patlar, inci dişleri kırılır ve nurlu alınlarını kanar. Efendimiz o zor anlarda bile ellerini açar; "Ya Rabbi sen kavmimi mağfiret eyle. Bilmiyorlar! Bilseler böyle yapmazlar." Yüzü suyu hürmetine Kainatın yaratıldığı serverin yüzü kan içinde. Elleriyle silerler eğer tek damla yeryüzüne düşse. Azap iner kafirler üstüne.
O gün Uhud'da yetmiş şehit verilir. Meydana sükunet gelince Hazret-i Ali kalkanı ile su getirir. Efendimiz abdest alır, öğle namazlarını kılarlar. Fatıma validemiz bakarlar efendimizin yaralarından kan akıyor, hasır yakıp yapıştırır. Müşrikler bir fersah kadar çekilmiş, Efendimiz büyük ateşler yaktırır ki mesaj açıktır. "Buradayız, gelin, dövüşelim, cesaretiniz varsa!" Müslümanlar ikinci bir cengi kaldıracak halde değildirler aslında. Gelgelelim Kureyşlilerin yüreğine bir korku düşer, vururlar Mekke yoluna. Resulullah şehidlerin yanına gelir "Bunların Allah yolunda maktul olduklarına ben şahidim. Hak teâlâ kıyamet gününde onu kabrinden şu halde çıkarır ki yarısından al kanlar akıyor. Misk gibi kokuyor." İNAN ARVAS
HADİS-İ ŞERİF
Cennette reyyân denilen bir kapı vardır ki, kıyamet günü oradan ancak oruçlular girecek, onlardan başka kimse giremeyecektir.
Her güne bir dua
Resûlullah'ı rüyada görmek için...
Rüyasında Peygamber Efendimizi görmek isteyen, ona çok salevât getirmeli ve şu duâyı çok okumalıdır: "Allahümme rabbel beledil-harâm veş-şehril harâmi vel-hılli verrükni vel-harâmı ver-rükni vel-makam ikra' alâ rûhi Muhammedin minesselâm."
Ebû Hüreyre hazretleri, Resûlullah'tan bildirir, "Cuma gecesi iki rekat namaz kılıp, her rekatında bir Fâtihadan sonra bir Âyete'l-kürsî, on beş İhlâs okuyup selâm verdikten sonra bana bin salevât okuyan, öbür Cumaya varmadan beni rüyada görür" buyuruldu.
![]() |
HAYVANLARA MERHAMETLİLER
"Türkler, hayvanlara eziyet edilmesine ve onların bir tarafının kesilerek eğlenilmesine çok kızarlar. Venedikli bir kuyumcunun başına gelen şu hadise buna iyi bir örnektir: Kuş meraklısı bir kuyumcunun tuttuğu kuşlar arasında rengi ve büyüklüğü bakımından kukumava benzeyen bir kuş vardı. Hayvanın gagası pek küçük olmasına rağmen göğsü, ağzını açtığı zaman bir insan yumruğu içine girebilecek kadar genişti. Şakacı bir insan olan kuyumcu, bu tuhaflığından dolayı kuşu kanatlarından gererek kapısına asmıştı. Gagasını da bir çomak koymak suretiyle açık tutuyordu. Evin önünden geçen Türkler hayvanın halini görünce acıdılar. Böyle zararsız bir kuşa eziyet etmenin cinayet olduğunu söyleyerek adamı evinden dışarı çıkardılar. Yaka paça hakimin huzuruna getirdiler. Hakim ona ağır bir ceza vereceği sırada, Venedik sefaretinden bir memur gelerek suçlunun kendisine teslimini talep etti. Kuyumcu, kendisini getiren Türkler'in şiddetli itirazları arasında, hakimin merhameti sayesinde sefaretten gelen memura teslim edildi."
O. G. Busbecq / 16. Yüzyıl. Viyana Sefiri
Hayal Tiyatrosu: Şefkat 14
İpek içinde gelen kâğıt
- Muhammed aleyhisselam, (Kişi sevdiği ile beraberdir) buyuruyorlar... Bu seçme işi... Birkaç günlük bayatlamaya mahkum lezzetler mi... Yoksa birkaç gün sabır edip, sonsuzlukta Sevgili Peygamberimizin, Aişe ve Fatıma annelerimizin yanında olmak mı?
- Ben o güzellikleri istiyorum... Şu sözleriniz beni nasıl ferahlattı... Ruhumun güçlendiğini hissediyorum...
- Bir yazıda okumuştum... Çok hüzünlenmiştim... Fatıma annemiz 'radıyallahü anha', Hazret-i Ali'yle evleneceği zaman, mehir olarak, para, pul, altın istememiş... Tekliflere razı olmamış... - Ya Resulallah... Benim de mehrim altın olacaksa, diğer hatunlardan ne farkım kalır, demiş ağlayarak...
Efendimiz mehir olarak isteğini sorunca, "Siz ümmetinize şefaat edeceksiniz... Ben de onların hanımlarına şefaat edeyim... Benim mehrim bu olsun" demiş...
Ben bu sözleri okuyunca günümüz ölçülerinden iğrendim... O strelize kalp temizliği nasıl çarptı beni, şimdi hangi kelime imdadıma yetişir de sana tarif ederim ki...
- Hatun ben de çok duygulandım şimdi... Bunlar ne yüce duygular... İyi ki o hanımla tanışmışsın...
- O böyle söyleyince ağlamaya başladı... Bu sefer ben ona sarıldım, teselli için... Kalplerimiz arasında hiç tatmadığım bir sıcaklık gidip geliyordu sanki... Bir şeyin farkına daha vardım...
- Ne o...
- Beyciğim bu toplumda birçok zehir bünyemize işlemiş... Öyle bir alışkanlığa dönmüş ki olmazsa olmaz olmuş... Ancak o büyüklerin yaşayışlarına, sözlerine bakınca anlaşılıyor bazı şeyler... Kim bilir daha ne zehirler var ruhumda diye düşündüm... İşte onlar tutuyor beni, onlar bu güzellikler ülkesine adım atmama engel oluyor...
- Evet... Kesinlikle...
- Sanal prensipler, düşünüşler, içimdeki bayağı arzular kuşatmış Çünki ben nefsime aşığım... Halbuki Fatıma annemiz en mutlu gününde bile kıyamete kadar gelecek hanımların halini düşünüyordu...
- Ne diyeceğimi bilemiyorum hanım... Kendimi de ikinci tarifinde hissediyorum çünkü...
- Allahü teala kabul etmiş onun isteğini. Peygamberimiz müjde getirmiş kızına... "Babacığım senin delilin, Kur'an-ı kerîm'dir... Benim delilim nedir" diye sorunca Cebrail aleyhisselam elinde bir beyaz ipekle gelmiş. İçinde bir kağıt… "Yevm-i cezâda (kıyâmet gününde) mümin hatunların asilerine, kulum Fatımayı şefâatçı ettiğime bu hucceti yanında bulundursun…" (devam edecek)
Ömer Çetin Engin
omer.cetin@tg.com.tr
![]() |
Söğürmeli pirzola
Malzemeler: l 1 kg pirzola l 1 su bardağı yeşil zeytin l 100 gram margarin l 1 soğan l 1 kaşık domates salçası l 1 tatlı kaşığı tuz Söğürme için: l 1 kg. patlıcan l 6 adet orta büyüklükte domates l 1 adet taze kırmızı veya yeşil biber l 1 baş soğan l 1-2 çay kaşığı tuz l 1 yemek kaşığı tereyağı
Yapılışı: Önce söğürmeyi hazırlayın. Patlıcanları fırında pişirin. Kabuklarını soyup ince ince kıyın ve bir kenara bırakın. Diğer taraftan soğanı ince ince doğrayın, yağda sarartın. Küçük doğranmış domates ve biberi soğanın içine katarak beraber pişirin. Patlıcanları ilave edin. Tuzu ekleyin ve hafif ateşte 10 dakika kadar pişirin. Bir kenarda bekletin. Bu arada pirzolaları hazırlayın. Yeşil zeytini akşamdan suya bastırın ve tuzunu çıkartın. Bir tencereye 5 bardak su, bir bütün soğan ve pirzolaları yerleştirin. Etler iyice pişene kadar ortadan daha az hararette haşlayın. Sonra içine zeytinleri, yağ, salça, tuz ve karabiberi koyun. Hafif ateşte zeytin yumuşayıncaya kadar pişirin. Söğürmenin üzerine pirzolaları koyarak servis yapın.