Altın ateşte insan mihnette

Altın ateşte insan mihnette

YAŞAM Haberleri

Bu sefer öyle bir işe soyundum ki sormayın, kuyumculuk, eşsiz derya, çırak bile olamadım çıraklarına...

MUSTAFA KAYACAN

Bugün çırak kardeşiniz
bir kuyumcu atölyesine “takılacak.” Takılacak diyorum burada en sıradan görünen iş bile "ince ayar!"  
Can dostu, çocukluktan tanıdığım, Ahmed Dereköy’ü arıyorum. “Abi hiç eleman lazım değil mi sana?”
- Dükkân senin, gel ne zaman istersen.
Kendisi yılların kuyumcusu “Evet Alyans” çatısı altında birbirinden değerli ustalarla çalışıyor. Beni her zamanki sıcaklığı ile karşılıyor, oturuyoruz, çaylar geliyor. Eski günlere dalıyor, ortak tanıdıklarımızı yâd ediyoruz, Fatihalarla.
Hey gidi kimler geçti derken “has” baba dostlarından söz açıyor.
- Abdülkadir ve Sami Öğrenç, sağolsun babalık yaptılar bana. Eşsiz sadekârlardı, bulunmaz ustalar. Mesleğin yaldızıydılar âdeta. Bize hem sanatı öğrettiler, hem de 24 ayar nasihatler taktılar kulağımıza. Bilgili ve ilgiliydiler, hatalarımızı sineye çektiler, öğrettiler sabırla.

BİR DE DÖVSEYDİ..!
Burada araya gireyim, Abdülkadir Amca’yı tanır, Kapalıçarşı’daki atölyesine uğrardım sıkça. Her cümlesine “Tevbe ettim Yâ Rabbi”  diye başlayan bir gönül ehliydi.
Bir gün bana “Ademoğlunun iki vadi dolusu altını olsa üçüncü vadiyi de ister" demişti, "Gözünü toprak doyurur sonunda!”   
Mübarek iyiydi hoştu da ayrılırken döver gibi sever, pataklardı âdeta. “Helal olsun aslanıma” deyip omuzumdan tutar, halı gibi silkelerdi adeta. Koca elleri ile vura vura. Döver gibi de sevilmez ki dediğimde, rahmetli babam gülmüş “sana vurmuyor evladım” demişti, “üzerine yapışan ramatları döküyor. İşlediği altınlar emanet, kul hakkı olsun istemiyor.” Babam ikaz ettikten sonra tezgâhlara uzak durdum, çünkü nereye dokunsan parmakların yaldızlanıyor.
Meğer çöp tenekeleri ve rogarlar bile satın alınıyormuş, ramatçılar para döküyormuş kanalizasyonlara.

Tezgâha geliyoruz!
Hurda altınlar potada eritilip kalıplara dökülüyor. Çubuklar silindirden geçirilip uzatılıyor. Alyans mı, bilezik mi? İstenilen ölçülerde kesilip, kaynak atılıyor. Kızıllaşıncaya kadar ısıtıp cımbızla lehim bırakıyorlar. Sonra torna, tesfiye, çapaklar temizleniyor. CNC ile desen veriliyor, ya da kalemkârların elinden geçiyor. Ve polisaj, yani pasta cila. Eğer taşlarla taçlandırılacaksa mıhçının önüne geliyor. Mıhlama iğneyle kuyu kazmak gibi. İnce ince delikler açılıyor, taşlar (zümrüt yakut pırlanta) bırakılıp mıhlanıyor.
Rodaj bölümünde ise renklendirme yapılıyor, motifler beyaz, yeşil, kırmızı tonlarla öne çıkarılıyor. ‘’Çırak otur bakalım, elin titremesin” diyerek tezgâhı gösteriyorlar bana. Başlıyorum onlar gibi rodyumlamaya. Bilirsiniz kardeşinizin eli yakışır. Utandırmayız evvelallah. İşi öğrendik ya, çıkarken kendimi dövüyorum, silkinip sıyrılıyorum ramatlardan...

- Peki ayar ne manaya geliyor?
- Şöyle söyleyeyim, saf altın 24 ayardır. Hascıdan külçe olarak alınır. Onu işlenecek kıvama getirmek için başka metallerle karıştırırlar. Usta dediğin nispeten kimya ilmine vakıf olacak.  916 g has altına 84 g katkı koyarsan 1 kg 22 ayar külçe alırsın. 18 ayarda ise, 750 g has altın ve 250 g katkı bulunur.
- 300 gram koysam ne olur?
Kim anlar?
- Ayar evinden kaçmaz. Raporlar anında.
- 22 ayarı tekrar hasa çevirmek istesem?
- Mümkün zaten hascıların işi o. "Saflaştırmak!".  
- Bu ayar işi kafamı karışırdı usta.
- Ona bakarsan değersiz teli
10 mikron altınla kapla kimse anlayamaz, ancak keseceksin de, içine bakacaksın da… Ama böyle şeyler Türkiye'de olmaz. Bizde güven esastır, kimse milimine tenezzül etmez adını kötüye çıkarmaz. İtibar altından kıymetlidir zira.

GİRDİM ÇARŞIYA AMA BACADAN
Ahmed Ustam çıraklığa 12 yaşında başlamış. 32 yıldır ter döküyor. Anlatıyor:  Okulu asmaya başlayınca annem tuttu kolumdan getirdi, hani "eti senin kemiği benim" derler ya. Kuyumcular çırak alırken ince eler sık dokurlar. Ama ben çarşı ağasının akrabası olduğum için iltimaslıydım bir bakıma. Cemil amcam beni Kapalıçarşı ustalarından Alaaddin Sevinç Bey’e teslim ederken “yarım kiloya kadar bende, fazlasına karışmam” demişti de bunun ne demek olduğunu anlayamamıştım o zamanlar.
Önce getir götür işleri yaptırdılar “Koş şu küpeleri filancaya götür.“ “Gelirken filankese uğra hurdaları al.” Zamanla esnafı tanıdım, onlar da bana ısındılar.

TEST EDİLDİM ONAYLANDIM
* Sabah erkenden gelir, dükkânı açar, ortalığı toplar, tozu toprağı elektrik süpürgesine emdirirdim itinayla. Temizlik yaparken dipte köşede kolye yüzük bulduğum olurdu. Onları hassas terazide tartar, gramını yazar kâğıt üzerinde bırakırdım ustamın masasına. Helali haramı ailemizden öğrenmiştik, kimsenin malına el uzatmazdık, kul hakkından korkardık zira.
- Çalışırken düşenler miydi onlar?
- Ah be Mustafa’m! Bunu anlamam iki yıl sürdü. Ta ki bir gün bir burma bilezik buluncaya kadar. Benim gibi bir çırak için bir servet. Onu da tarttım koydum masasına. Ve çıraklığım o gün bitti. Oturttular tezgâha.
Meğer Alaadin Ustam onları kendi bırakıyor, ayarıma bakıyormuş.
-İnsan sarrafı imiş aynı zamanda.
-Bu sanatı Samsunlu Ahmet Usta’dan öğrendim. Hatalı işler yaptığım da güzelce izah eder, canımı da yakardı ayrıca. Çünkü o zaman her şey elde, telafisi vakte ve malzemeye mal oluyor. Önceleri içleniyordum ama benim iyiliğim için olduğunu anladım sonunda. Sayesinde aranılan bir usta oldum, altın bileziği taktım koluma. Yine de eksiklerim vardı.

Düzenleyen:  - YAŞAM
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...