Bir hazine: Abdüllâtif Uyan; Şiirde dünya rekoru

Bir hazine: Abdüllâtif Uyan; Şiirde dünya rekoru
TÜRKİYE Haberleri

Yıl 1968… Biz üniversitede talebeyiz o zamanlar. Kadıköy Müftülüğünde kâtiplik yapıyorum.

Yıl 1968… Biz üniversitede talebeyiz o zamanlar. Kadıköy Müftülüğünde kâtiplik yapıyorum.
Mekki Efendi hazretleri vefat edince müftülükten ayrıldım. Babıali’de Sabah gazetesinde işe başladım. Genel Müdür Zeki Celep, İdare Müdürü’müz Mahmut Genç.
Sayfa sekreteriyim. Daha evvel kitap tashihi ile uğraştığım için sektörün yabancısı değilim. Az çok aşinalığım var.
İki sayfa benden soruluyor. Mürettiphane alt katta...
23-24 yaşındayım daha. Sordum “2. sayfaya kim bakıyor?” Dediler ki filan usta.
Kurşun satırlar düşüyor. Tersten baktığım hâlde harf hatalarını bulunca adam şaşırdı. “Genç bir sekreter geldi, zehir gibi, çocuğun gözünden bir şey kaçmıyor!”
İkinci sayfa editörü
Tashih kolay değil. Tek bir nokta için bir satır tekrar yazılıyor. Onu çıkar, öbürünü tak. Bakıyorsun yeni dizdiği hatalı bu defa…
Ustalar terstir, burunlarından kıl aldırmazlar, ağızları bozuktur, argo konuşurlar.
Sayfa sekreterliği heyecanlı bir iştir, uğraşıyorsun didiniyorsun neticede senin eserin çıkıyor. Gazeteyi alınca heyecanla ikinci sayfayı açar bakardım. Bazen “Tamam” derdim “İşte bu!” Bazen içime sinmez canım sıkılırdı.
Akşamları gazete satmaya çıkardık, Fatih’in ara sokaklarında bağırırım “Hakikat Hakikat yazıyooo…”
Gazete küçük, hayal büyük
Hakikat’in Türkiye olduğu ilk günlerde elemanlar azaltıldı, muhasebeciliğe döndüm.
Bir inşaat firmasında çalışıyorum. Göztepe civarlarında…
77-78 yıllarında muhasebeye, personele her şeye merhum Adnan Uncuoğlu Abi bakardı. Ben gider yardım ederdim ona…
Bir gün Enver Ağabey sordu, “Ne iş yapıyorsun?”
Böyleyken böyle.
- Kaç para alıyorsun?
- 2.500 lira (Babıali şartlarında büyük para).
Elini başının arasına aldı, ses çıkarmadı.
Birkaç defa daha sordu ama sanırım maliyeti göze alamadı. Gücü o kadardı zira.
Bir gün yeni bir teklifte bulundu:
- Haftada bir gün gelebilir misin bize?
- Tabii efendim, elbette.
Sonra iki güne çıktık. Sonra tamamen yerli olduk. Arzumuza kavuştuk.
Tiraj 1.500 civarındaydı o yıllarda… Nerden biliyorum, baskı defteri, bayi defteri, tiraj defteri elimdeydi zira…
Birkaç yıl sonra 10 bin basacağız dediler, temenni tamam da vaziyet ortada…
“Bunu sen mi yazdın?”
Bir yaz günü. Kitaplıktan Dört Büyük Halife kitabını almışım. Birden bire içim kıpırdadı. Şunu şiirleştirsem ya... Nasıl bir istek anlatamam.
Okuyorum, şiire çeviriyorum. Bir arzu bir heyecan.
Daktilo edip Enver Ağabey’e gösterdim.
- Bunu sen mi yazdın?
- Evet.
- Bunu bir Hoca’ma okuyayım.
Ertesi sabah elinde şiirim.
Çok beğendiler. Abdüllâtif devam etsin, dediler.
Maaşıma zam…
Bir gün yaşlı bir zat Enver Abi’nin yanında bana sordu:
“Ya, bu şiirlerini nasıl yazıyorsun böyle”
Enver Ağabey’e baktım. Benim yerime cevap verdiler:
Bunun evi Hoca’mın evi ile karşılıklıdır. Perde arkasından bakar, baktıkça coşar, bırakır kalemi, satırlar kendiliğinden çıkar, dedi.
Her gün gazetede yayınlanan o şiirler otuz yıla yakın sürdü.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...