Osmanlı tarihini onlar resmetti... Sarayın ressamları

- Güncelleme:
Osmanlı tarihini onlar resmetti... Sarayın ressamları
Türkiye Cumartesi Haberleri

Osmanlıda pek çok şeyin olduğu gibi sanatın da merkezi saraydı… Sarayın “Ehl-i hiref” teşkilatındaki farklı sahalardan sanatçılar, sultanlara layık sanat icra ediyorlardı. Ancak Osmanlının son asırlarında Avrupalı ressamlar İstanbul’a akın etti. Bazıları ise payitahtta aylarca yaşadı; hatta Osmanlı Sarayı’nın himayesinde çalışıp paye aldı.

MURAT ÖZTEKİN'İN HABERİ - Sarayda istihdam edilen bu ressamlar, “Ser-ressam”, “Ressâm-ı Hazret-i Şehriyârî” ve “Resimci Başı” gibi ünvanlar kazandı. Gayrimüslim ressamlar, diplomasi maksatlı portreler yapıp tarihî hadiseleri resmettiler. Bunun dışında figür bulunmayan eserleriyle mimari yapıların duvarlarını süslediler.

Manas ailesi, Osmanlıdaki saraylarındaki sanatta büyük rol aldı. İtalya’da sanat eğitimi gören ressam Rafael Manas; Sultan I. Mahmud, Sultan III. Osman ve Sultan III. Mustafa devirlerinde saray ressamlığı yaptı. Oğlu Manas Manas da saraydaki vazifeyi devraldı; sanatçı, Sultan I. Abdülhamid zamanında yaptığı padişah portreleri ile tanındı. Ailenin diğer kuşakları da sarayın sanatçılarından oldu.

PADİŞAH, TASLAKLARI ÇİZİYORDU

Sultan Abdülmecid devrinde, sarayda hizmet etmeye başlayan Stanislaw Chlebowski, 1870-72 yılları arasında Sultan Abdülaziz’in “ser-ressamı” sıfatıyla çalıştı. Polonyalı ressam, Abdülaziz Han’ın bizzat çizdiği taslaklardan Türk tarihinin askerî zaferlerini çizdi. Hatta bir defasında sanatçı Padişah, Chlebowski’nin tablosundaki kompozisyondaki çizgileri düzeltti. Önce buna kızan ressam, sonrasında düzeltmenin haklı olduğunu anladı. Fakat sarayda uzun kalamadı.

Osmanlı tarihini onlar resmetti... Sarayın ressamları
Zonaro’nun fetih eseri

NAPOLYON GÖNDERDİ

Fransa İmparatoru III. Napolyon, koleksiyonu içinde Sultan Abdülaziz’in portresinin de yer almasını çok istedi. Bu iş için ressam Pierre Désiré Guillemet’i İstanbul’a gönderdi. 1865 yılından itibaren İstanbul’da bulunan Guillemet, portreden sonra padişahın gözüne girdi ve “saray ressamı” olarak kaldı. Ressam Guillemet, Padişah’ın birçok resminin yanı sıra Dolmabahçe Sarayı’nın fresklerini de yaptı ve 1874’te ilk özel resim dershanesini kurdu.

HAYAL KIRILIĞI AYVAZOVSKİ

Sultan Abdülaziz devrinde başka ressamlar istihdam edildi. Hatta resimlerini Dolmabahçe Sarayı’nda meydana getirilen özel “Resim Odası”nda yaptılar. Bu dönemde Avrupalı sanatkârlardan Amedeo Preziosi, Fransız Burton ve Ivan Konstantinoviç Ayvazovski gibi meşhur isimler saray için eserler üretti.

Ancak bu sanatçılar arasından sarayı hayal kırıklığına uğratanlar da çıktı. Yıllarca sarayda eser üretip çeşitli nişanlar alan Rus sanatçı Ayvazovski, 1890’daki son İstanbul ziyaretinin ardından Kırım’a dönerek Ermeniler hakkında Osmanlı Devleti aleyhinde tavırlar içinde bulundu ve hâliyle sarayla irtibatı kesildi.

Sultan Abdülhamid’in hükümdarlık zamanına raslayan 1889 senesinden itibaren sarayda “baş ressam” olarak İtalyan asıllı Luigi Acquarone bulundu. Sanat eğitimini Floransa’da alan ressam Acquarone’in vefat ettiği 1896’ya kadar saray ressamı olarak kaldı.

YASAKLI ZONARO…

Osmanlı sarayında “Sarây Başressâmı” ünvanıyla hizmet eden ressamların sonuncusu ve en meşhuru ise İtalyan Fausto Zonaro’ydu. Sultan Abdülhamid’in iltifatını kazanan Zonaro, 14 sene ile en uzun müddet bu görevde kalan sanatçı oldu; Türkçe öğrenip bir Osmanlı gibi yaşadı. İstanbul’un fethi gibi Osmanlı tarihinin önemli hadiselerini merkezine koyduğu eserlerle tanınan Zonaro, İttihat ve Terakki’nin iktidarı gasbetmesinden sonra âdeta “yasaklı ressam” ilan edildi ve İstanbul’dan ayrılmak zorunda kaldı. Böylece bir devir daha kapanmış oldu…

BİR DESTE NÜKTE

> Fatih Sultan Mehmed, yaptırdığı Fatih Camii’nin bahçesindeki medreselere giden yollara ızgaralar koydurdu. Sebebini şöyle açıkladı:
- İlim talebelerinin ayaklarından dökülen tozları mezarıma koyarsınız. Umulur ki Rabbim onlar hürmetine bana merhamet eder.
Fatih çocukluğunda bir arkadaşıyla oynarken biraz gürültü yapınca babası II. Murat Han:
- Yaramaz şey! Senden adam olmaz, diye kızar.
O sırada II. Murat’ın yanında olan Akşemseddin hazretleri şöyle söylenir:
- Peder ne der, kader ne der.

> Şehzadelerini sünnet ettiren Kanuni Sultan Süleyman, daha önce benzer bir tören yapmış olan veziri Makbul İbrahim Paşa’ya takılır:
- Lala, senin düğün mü mükemmeldi benimki mi?
- Elbette benimki sultanım.
- Nasıl olur?
- Çünkü benim düğünümde cihan padişahı vardı efendim.

> Sultan II. Murad, kendisini yeniden tahta oturmaya davet eden oğlu Fatih’e şöyle haber gönderdi:
- Bir postta yedi derviş uyur amma bir tahtta iki padişah oturamaz.

> Sultan II. Bayezid, kendi yaptırdığı caminin açılışında, ilk namazı kıldıracak kişi için şu istekte bulundu:
“Buluğ çağından bugüne güne kadar ikindi namazının sünnetini hiç terk etmemiş olan biri imamete geçsin.”
Cemaatten bu özelliğe sahip kimse çıkmayınca Padişah:
“Elhamdülillah, müddeyi ömrümüzde hiçbir vakit kaçırmadık” diyerek imamete geçti.

> Yavuz Sultan Selim okumaya çok düşkündü. Savaşa giderken bile yanında seyyar kütüphane bulundururdu. Mısır seferinde Nücûm’z-Zahire’yi bitirmişti.
Şair Vehbi, bir sebeple kızdırdığı Yavuz Sultan Selim’in öfkesinden korkarak Anadolu’ya kaçıp izini kaybettirdi.
Padişah bir gün bu dostunu özlediğini hissetti ve bulup getirmelerini istedi.
Ancak geniş Osmanlı toprağında Vehbi’yi bulmak mümkün olmadı.
Sonunda Padişah’ın aklına bir yol geldi. Şair dostunun zaafını bildiği için, ödüllü bir şiir yarışması açtı. Yarışmanın kuralı şöyle:
Padişah bir satır yazacak, şairler ikinci satırı tamamlayacak.
Bu kadar.
Padişah kendi mısraını şöyle yazdı:
Bütün dünya benim olsa gamım bitmez, nedendir bu?
Şair Vehbi’yi bulmak için atılan bu olta, tez zamanda bütün memlekete yayıldı.
Anadolu’nun bir köşesinde (Van olduğu söylenir) Şair Vehbi müftüye gitti:
“Hocam Padişah’ın açtığı yarışmaya şu yazdığım satırı kendi adınıza gönderir misiniz?”
Müftü tek satırlık şiiri okudu:
Ezelden dert türabıyla yoğrulmuş bir bedendir bu…
Müftü, Vehbi’yi korumak için şiiri kendi adıyla İstanbul’a gönderdi. Padişah gelen satırlar içinde hemen dikkatini çeken bu mısraı kendi yazdığı ile birleştirip okudu:
Bütün dünya benim olsa gamım bitmez, nedendir bu?
Ezelden dert türabıyla yoğrulmuş bir bedendir bu…
Ve hemen şiirin altında imzası bulunan müftüye bir ferman çıkardı:
“Mükâfatı al, Vehbi’yi gönder!”

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...