Mutlu olmak zengin olmaktan iyidir

Sesli Dinle
A -
A +

Matematik öğretmeni Kemal ile İngilizce öğretmeni Ela, kura çekiminde tanıştılar.

 

Tesadüfen yan yana düşmüşlerdi. Konuştukça birbirlerine ne çok benzerliklerini fark ettiler. Birinin cümlesine öteki “Ben de” diyordu ha bire…

 

- Haritayı ortadan katlayın, sağında, yani doğu tarafında görev yapmak isterim, dedi Kemal.
- Ben de, dedi Ela.
- İstanbul’dan yoruldum çünkü.
- Ben de.

 

Bu kez Ela konuştu:

 

- Bakırköy’de oturuyorum ve uydudan İstanbul’un hareketli görüntüsünü izlemek mümkün olsa, en çok insan kalabalığını bizim semtte görürsünüz.

 

- Biliyorum, çünkü ben de Bakırköy’de oturuyorum.

 

Gözleri sahnedeki protokol konuşmalarında, kulakları birbirlerindeydi. Birisi konuşunca diğeri kafasını ona doğru eğiyor, gürültü arasında cümle kaçırmak istemiyordu. Arada salonun toplu alkışlarına eşlik ediyor ama neyi alkışladıklarını bilmiyorlardı.

 

Kürsüdeki kırmızı butona defalarca basıldı, sahnedeki dev harita üzerindeki iller defalarca yanıp söndü, isimler defalarca anons edildi, çığlıklar atıldı, gözyaşları akıtıldı ama Kemal ile Ela’nın tayini çıkmadı.

 

- Demek ki son anda yüksek puanlılar araya girmiş, kısmet değilmiş, haydi gidelim, dedi Kemal ayaklanarak.

 

- Tamam, dedi Ela, kalkarken dizinden yere düşen fuları alarak.

 

Kemal ile Ela işi uzatmadı.

 

Öğretmen ataması kura çekiminden bir hafta sonraydı.
Ataköy sahilinde bir kafede kahve içerken Kemal sevgiyle gözlerine baktı Ela’nın:

 

- Biz oraya görev yapacağımız okulu değil, birbirimizi bulmak için gitmişiz meğer.
- Şükür, dedi Ela… Öğretmenlik olmadan da yaşanabilir ama sensiz asla... “Ruh ikizi” diye bir şey varmış demek ki.
- Madem bu dünyaya birbirimiz için gelmişiz, uzatmanın anlamı yok, evlenelim, dedi Kemal sıradan bir cümle söyler gibi.
Ela da hiç istifini bozmadı, “Öğlen köfte mi yesek?” sorusunu duymuş gibi:
- Olur, dedi, evlenelim.

 

Âşıklar o pazar günü Galata Kulesi’nin seyir terasındaydı.

 

- Öyle görkemli, şatafatlı bir düğün beklemiyorum. İkimizin de durumu ortada. Önemli olan yuva kurmak. Savurganlığa değil, mutluluğa ihtiyacımız var.
- Bence de Ela, aynı şeyi düşünmüştüm.
- 10 Haziran nasıl? (Bir ay vardı.)
- Harika… Doğum günüm.
- Benim de…

 

Bakırköy Sosyal Tesislerinde iki ailenin sayısı az üyeleri ve belediye görevlisinin katılımıyla resmen evlendiler.

 

İkisinin de çocukluk semti olan Fatih Karagümrük’te tuttukları kiralık eve taşındılar.

 

Yeni evlerindeki üçüncü gün kahvaltıda Ela dedi ki:
- Haydi, şimdi iki koldan fethe çıkalım.
- Nasıl? Nereyi?
- Şöyle hayatım; ikimiz de iş bulmak için arayışa başlamalıyız. Benim bazı planlarım var.
- Benim de… Hadi gazamız mübarek olsun o zaman.

 

Bu arayış birkaç gün sürdü. Bir akşam her ikisi de hedefi vurmuş olarak eve döndü. Ela geldiğinde kocası evdeydi. İlk bilgiyi Ela verdi, çizmelerini ayakkabılığa yerleştirirken:

 

- Ben bir öğrenci buldum. Emekli bir diplomat kızı… Anne ölmüş, baba – kız Ataköy’de birlikte yaşıyor. Diplomat, kızının kolej eğitimini yeterli görmüyor, “Altı yaşından sonra öğrenilen yabancı dil, ana dili gibi olmaz diyorlar Hoca Hanım, sen ve kızım bunu başaracaksınız” dedi. İlk izlenimim, kız çok iştahlı değil ama bakacağız.

 

Kocası akşam yemeği olarak buzdolabındaki kahvaltılıkları masaya taşıyordu.

 

- Ben de Taşlıtarla’da tesadüf eseri iki öğrenci buldum. Öğlen namazı için camiye gitmiştim, ezanı beklerken bahçede sohbet ediyorduk. Bir market sahibi, iki oğluna –ikizlermiş- matematik öğretecek bir öğretmen arıyormuş. Pardon, şöyle düzelteyim hayatım, ben öğrenci aradığımı söyleyince market sahibi iki oğlu için ders vermemi teklif etti.

 

- Çok şükür, hayatımızın taşları yerli yerine oturuyor bi’ tanem, dedi Ela iki bardağa çay koyarken…

 

Evliliğin on beşinci gününde, cumartesi akşamüzeri eve elinde bir paketle geldi Ela…
O elini yüzünü yıkamaya gidince Kemal, eşinin mutfak tezgâhının üzerine bıraktığı paketi açmaya başladı:
- Hayırdır canım, haftalığını mı aldın, diye sesini yükseltti banyodan duyulsun diye.

 

Ela geldi, eşinin kendi tarafındaki yanağından öptü:
- Hayır hayatım. Diplomatın karısı tatlı ustasıymış. Pazar günü bir davetleri varmış. Onun için yapmış, bana da tadımlık verdiler işte.
Ela kaşıklıktan çıkardığı iki çataldan birini kocasına verdi, diğeriyle tatlılardan birinin kenarından küçük bir parça alıp ağzına attı:
- Nasılmış bi’ bakayım. Oo, irmikli ve cevizli… Harika!
Ela tatlı ile meşgulken Kemal’in asılan suratını fark etmemişti.
- Diplomatın eşinin öldüğünü söylemiştin?

 

Küçük lokma Ela’nın boğazında kaldı. Zorlanarak yuttu. Kendisini meşgul etmek için mutfak dolabının kapağını açtı, bir bardak alıp buzdolabına gitti, sürahiden su doldurdu, ağzına götürürken kocası kolundan yakaladı:
- Tatlıyı nereden buldun Ela?

 

Kadın, kocasının suratındaki ciddi ifadeyi fark etti. Suyu içti, bardağı tezgâha koydu, iki elini göğüs hizasında iki yana açarak:
- Tamam, dedi, teslim.

 

Kocasının soran ve sırtını yakan bakışları altında mutfaktan çıktı, kapısı açık olan salona geçti, koltuğa oturdu. Kemal de meraklı bakışlarını karısından ayırmadan karşısındaki koltuğa âdeta çöktü.
- Hayatım, diye hüzünlü bir suratla konuşmaya başladı Ela. Ben günlerce mesleğimle ilgili bir iş aradım ama bulamadım. Sonra gazete ilanında Florya’daki beş yıldızlı bir otelin eleman aradığını okudum. Gittim, en üst katında, yani yirmi yedinci kattaki “roof”unda garsonluk yapmaya başladım. Tatlıyı da akşam çıkışı herkese dağıttılar. 
- Görür görmez tanıdım zaten. 
- Neyi? Nasıl?
- Bu tatlıyı irmik, ceviz ve Antep fıstığı ile yuvarlak şekilde sadece bir kişi yapıyor. O beş yıldızlı otelin tatlıcısı Bahattin Usta. Ben de aynı iş ilanıyla onun yanında, bodrum kattaki mutfakta çalışmaya başlamıştım. Bunlar bizim bugün yaptığımız kalburabastılar…

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.