Kimliğimizi kaybediyoruz

Sesli Dinle
A -
A +

Son 30 yılda, komünist ya da faşist olduk, “çağdaş” ya da “gerici” olduk. Kültürlü ya da kültürsüz olduk. Hep kategorize edildik.  Özetlersek, her şey olduk ama her ne hikmetse bir türlü kendimiz olamadık.

 

Peki neden? 

 

Üç tarafı denizlerle çevrili bereketli topraklar üzerinde yaşayan bir ülke olarak kendimize yetseydik bu konular yıllarca gündemimizde

 

olur muydu? Sanmıyorum.
Ben ekonomist değilim. Sade vatandaş olarak mutlaka bu ülkenin aklı erenlerinin bir bildiği vardır diye düşünüyorum. Yaşım itibariyle son elli yıldır bu aklı erenlerin yönettiği ülkemin kültürüne ve mutfağına bakıp dehşete düşüyorum. Canım ülkem bu aklı erenler sayesinde bu durumlara düşmüş.

 

Mutfakla ne alakası var bunların diyorsunuz, hemen söyleyelim. 
Bu ülkenin kadınları ve erkekleri ülke meselelerine “Neden, nasıl, niçin” gibi sorularla yaklaşabilselerdi, bu konular politikacıların işi, boş ver diye düşünmeselerdi ve ülkenin geleceği ile kendi geleceği arasında ilgi kurmayı bilselerdi kendimize hem yeterdik hem de dünyayı beslerdik.  

 

Biz genel olarak hangi konularda düşünmek veya düşünmemek gerektiğini karıştırıyoruz. Ülkenin geleceğine ilişkin, yani kendi geleceğimize ilişkin konularda sessiz kalmayı doğru buluruz. Anlayana aşk olsun! 

 

Hemen hemen bütün savaşlar büyük çoğunlukla daha güçlü, daha kendine yetme düşüncesine bağlı.  Gastronomi ise “tarım” kelimesinin her anlamda karşılığı. Daha çok irdelemeliyiz mutfağımızı, daha çok tanımalıyız, daha çok okumalıyız dünden bugüne coğrafyamızı ve üzerinde gelişen mutfak kültürümüzü. 
Batı ya da Doğu hayranları arasında kimlik sorunu yaşıyoruz. Yabancı mutfaklara hayran, saplantılı olanlara sesleniyorum:
Paris, Londra, Roma elbette güzel şehirler. Ancak Asya ile Avrupa’yı birleştiren, yaklaşık on bin küsur yıldır hayat veren bir kültür coğrafyasında yani Türkiye’de yaşadığınızı unutmayın lütfen.  
Fransız mutfağı, İtalyan mutfağı, Uzak Doğu mutfağı… Hepsine sonsuz saygım var ve çok değerli mutfaklar. Ama Ermeni, Rum, Yahudi, Süryani, Arap, Kürt, Çerkez, Acem, Arnavut, Laz, Boşnak, Alevi, Bektaşi, Muhacir ve Yörüğü ile bu topraklar üzerinde binlerce yıldır oluşturulan muhteşem mutfak kültürünün mirasçısı olduğumuzu unutmayın lütfen. 

 

Sadece biraz düşündükten sonra bu ülkenin mutfaklarının ne kadar zengin olduğuna karar vereceksiniz. 
Asıl soru şu; ben kimim?  Sorunun cevabını bulduğunda işte o zaman mesele hallolacak.
***
Aşağıdaki satırları Haldun Taner’in “Murad Efendi Adında Bir Osmanlı” makalesinden aldım:

 

“Murat Efendi, III. Selim Tragedyası’nda aşçıbaşının ağzından yeniçerilere şu satırlarla seslenmekte:

 

Boş eller, ama tam bir yürek, kimsede keyif kalmadı.
Çorbayı gözyaşımızla tuzluyoruz artık, o kadar acı ki olanlar, kırmızıbiber gerekmez.

 

Ama sabredelim beyler, dünya durmadan dönen bir yuvarlak, onun tam ortasında mide var.

 

Güneşin ayın altında, her değişen şey gibi bizim mutfak da şimdi sahip değiştiriyor.

 

Elveda pilav ve de baharatlı poğaçalar. 

 

Elveda kaymaklı çörek, ağızda eriyen koyun kebabı.
Aşçıbaşı, aşçı hoşça kal deyip ayrılıyor kırk yıllık ocağından.
Eski mutfak yeni modaya uydu, kazanda oluyor büyük bir ihtilal.
Tehlike burada beyler! 
Ama insanın özü midesidir, midesidir. 
O, bir kere bozuldu mu koca ülke gider elden.” 
(Milliyet, 16 Mart 1981) 

 

***
Ne dersiniz, 1981’de yazılmış bir makaleden alıntı idi, ne değişti sizce? Daha da dramatik şekilde kültürümüzü ve kimliğimizi kaybediyoruz! Evet, bu problem yaşanıyor. Canım ülkemizin, “bizden” diyebileceğimiz birçok varlığı ellerimizin arasından kayıp gidiyor.

 

Seyrediyoruz.

 

Sadece “bizim” demek yeter mi? 

 

Kırk yıllık kahvenin hatırı sadece fallarda artık…

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.