Gurbet elde bir hâl geldi başıma...

Sesli Dinle
A -
A +

Ajanstan arkadaşım Can ile birlikte, bir fuar için İtalya’ya gittik.
Fuar Milano’daydı ama biz konaklamak için 55 kilometre kuzeye, İsviçre sınırındaki Varese’ye geçtik.
Bunun iki sebebi vardı.
Birincisi, ikimizin de ortak arkadaşı Türk turizmci Mehmet Emin, ikincisi Can’ın kardeşi Gökhan; ikisi de Varese’de yaşıyordu.
‘Can’lar aslında beş kardeşmiş. Amcalarının çocuğu olmayınca, son kardeş olan Gökhan’ı ona evlatlık vermişler. Yani kardeş, kâğıt üstüne olmuş kuzen…
Can bu bilgileri verirken “Para iştahı onu buralara sürükledi” dedi.
* * *
Turizmci arkadaşımız Mehmet Emin’in Varese’deki ofisine ulaştığımızda akşam olmak üzereydi. 
- Gelin sizi güzel bir yere, yemeğe götüreyim, dedi.
- Önce oteli ayarlayalım, dedim.
Can:
- Bizim biraderi arayayım, onda kalırız ya, ne gerek var otele, dedi.
Mehmet Emin:
- Bizde de kalabilirsiniz, diye araya girdi.
- Beyler, dedim, hiç öyle kimsenin aile ortamına giremem ben. Kimseye rahatsızlık vermek istemem. Paşa paşa otelde kalırız.
- Peki, dedi Mehmet Emin, o iş kolay, burada bütün oteller benim. Haydi, önce karnımızı doyuralım o hâlde.
Gerçekten de Mehmet Emin otuz beş yılda Varese’nin ileri gelenlerinden olmuştu. İtalyanları dünyanın her yerine seyahate götüren bir turizmci ve Varese Belediye Meclis üyesiydi. Hatta geçen ay Türkiye’ye geldiğinde ilk seçimde milletvekili adayı olacağını da söylemişti.
İnsan bir yere âşık olur mu, olur.
Sesto Calende imiş yemeğe geldiğimiz küçük kasabanın adı… Şahane bir kartpostal manzarası âdeta…
Göl kenarında biraz dolaştıktan sonra bir restorana geçip oturduk, siparişlerimizi verdik.
Yemek beklerken eski günleri konuşmaya başladık.
O sırada dışarıdan birisi cama vurdu. Bizim Kars-Erzurum yöresinde “pejmürde” denirdi, sizde de bu kelime var mı, bilmiyorum. Hırpani yani… Eski püskü kılıklı, üstü başı dağınık, perişan bir tip… 
Ev sahibi konumundaki Mehmet Emin sağ elinin dışını adama döndürerek hızla salladı:
- Vai fuori di qui! (Çekil     şuradan!)
Adam gitti, biz sohbete döndük. O sırada bizim Can panikle ayağa kalktı:
- Çantam yok!
- Nasıl, dedim ben.
- Nereye koymuştun, dedi Mehmet Emin.
- Şuradaydı abiciğim, senin yanında!
Masaların oturma bölümü yapışık düzendi, okul sırası gibi. Ben pencere kenarında, Mehmet Emin karşımda, Can solumda… Çanta Mehmet Emin’in sağında, sıranın boş kısmındaymış.
Üçümüz neredeyse aynı anda “uyandık.”
Az önce cama vuran çete üyesiydi ve bunlar en az iki kişiydi. Biri bizim pencereye dönmemizi sağladı, ikincisi içeride operasyonu kolayca halletti.
Hepimiz panikle ayağa kalktık.
Mehmet Emin sordu:
- Ne vardı çantada?
Can: 
- Her şey abiciğim! Pasaport, cüzdan, dolarlar, uçak bileti…
Eyvah eyvah, her şeyden bile fazlasıymış hakikaten… Yurt dışında ve para, pasaport, uçak bileti yok. İçinde bulunduğun Titanik’in batışını haber almak gibi bir şey bu…
Gözlerimiz İtalyan vatandaşı Mehmet Emin’den yardım dileniyor. 
Allah için o da, hızla dışarı çıkmış, kulağında telefon, sağa sola bakıyor, hararetli hararetli birileriyle konuşuyor, bir şeyler yapmaya uğraşıyor.
Biraz sakinleşmiş olarak içeri geldi:
- Hele gelin, yemeği bitirelim. Sonrasına bakarız. Nasılsa şu an bir şey yapamayız.
Yemek mi yedik, yemek mi bizi yedi, orasını tam hatırlamıyorum. Ama arabaya binecekken, hatta Mehmet Emin’in sağ ayağı aracın içindeyken telefonu çaldı; bir ayağı içeride bir ayağı dışarıda konuşuyor:
- Okay, ho capito! Super! Subito arriviamo grazie mille.
- Ne oldu, diye sordu Can.
İkimiz de ağzından çıkacak cümleyi bekliyoruz.
- Polis şefine gidiyoruz, çok yakın buraya, dedi, başka da bir şey demedi.
Karakol mu artık İtalyancası her ne ise her tarafı cam bir giriş katı... Herkes birbirini görüyor. Tam karşıdaki bölmeye gittik. Oda kapısının girişinde, solda iki sandalyede –tahminim- iki hırsız oturuyor, kafaları utançtan göğüslerine gömülmüş gibi…
Mehmet Emin direkt tanıdığı polis müdürüne yöneldi:
- Ciao Federico (merhaba Federico).
Biz de polis şefinin masasının önüne gittik. Can, masanın üstünde duran çantasına uzanınca pos bıyıklı Federico çantayı geri çekti.
- Non (sakin)!
Polis şefi çantanın içine elini daldırdı, uçak biletini çıkarıp masaya koydu. Altı meraklı gözün takip ettiği yüzüklü el bir daha çantaya daldı, pasaport çıktı. Sonra bir grup anahtar, sonra cüzdan... Adam iki eliyle çantanın ağzını iki tarafa açıp havada ters çevirdi ve masaya silkeledi. Son olarak bir kalem kendini dışarı attı.
- Va tutto bene, dedi Can’a bakarak.
Mehmet Emin:
- Her şey tamam mı diye soruyor.
Can: 
- Tamam de abiciğim, tamam.
- OK, dedi o da.
Hepimiz ayakta dikiliyoruz. Polis şefi Federico masanın üstüne çıkardıklarını tekrar doldurduğu çantayı Can’a uzatıp kapı kenarına gitti. İki pisliğe kafamı çevirince, soldakini tanıdım, cama vuran serseri… Federico sağdakinin kolundan tutup önümüze getirdi.
Can gelen hırsıza doğru öfkeyle iki adım attı, tükürür gibi bağırdı:
- Tüh, yazıklar olsun sana! Rezil herif!
- Aloo, dedim kolunu çekerek, boşuna çemkiriyorsun, adam İtalyan.
Kapıya doğru yürürken söyleniyordu Can:
- Bırak ya, ne İtalyan’ı... Öz kardeşim o benim…

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.