Yeşilçam filmi gibi bir daktilo hikâyesi

Giritli Türk aydınlarından Tütüncüzade Fazıl Bey Amerikalı firmaya Osmanlıca hurufat ile yazan bir daktilo ısmarlıyor ama...
Hani küçükken söylediğimiz bir tekerleme vardı. Komşu komşu huu. Kedi nerde? Ağaca çıktı. Ağaç nerde? Balta kesti. Balta nerde? Suya düştü. Su nerde? İnek içti. İnek nerde? Dağa kaçtı.
Girit Türklerinden Tütüncüzade Fazıl Bey’in Amerika’dan sipariş ettiği daktilonun hikayesi de buna benziyor.
Daktilo nerede? Gemiye kondu. Gemi nerede? Denizde battı diye başlayıp göçler yaşandı, hırsızlar çaldı, devrimler yapıldı diye uzayıp gidiyor.
Tütüncüzade Fazıl Bey sonunda daktilosuna kavuşuyor kavuşmasına da bakın klavye tıkırdatamadan neler geliyor başına?
Biliyorum karışık bir giriş oldu. Dilerseniz baştan alalım, sırasıyla.
TUŞ TUŞ BASARAKTAN
Bin dokuzyüzlü yıllar… Yer Girit.
Ada mukimlerinden Tütüncüzade Fazıl Bey mürekkep yalamış bir Osmanlı ziyalısı. Tamam dolmakalemle yazmayı da seviyor ama gazetelerden okuduğu bir havadis merâkına mucib oluyor. Tuşlarına basılarak kullanılan bir yazı makinesi! Adeta küçük bir matbaa...
Bundan bir tane almalı. İyi de Mürdüm eriği değil ki pazarda bulasın, esnaf böyle bir makinenin varlığından bile haberdar değil daha.
Ne yapsa? Ne yapsa?
Araştırıyor soruşturuyor, New York’ta icra-I sanat eyleyen Hammond Typewriter firması ile irtibat kuruyor sonunda.
Daktilonuz var mı?
- Var.
- Yollayabilir misiniz?
- Hay hay.
- Ama ben Lâtin harfli bir makine istemiyorum. Osmanlıca yazanını yapabilir misiniz acaba? Yani tuşlarda elif be te se olacak ve şerit ters dönecek. Şaryo diğerlerinin aksi istikametinde kayacak, sağdan sola...
Adamlar mühendis, isterlerse yapabilirler pekâlâ.
DERKEN EFENDİM
Aradan uzuuun yıllar geçiyor. 5 Aralık 1913’te Amerika’dan bir mektup geliyor. “İstediğiniz makineyi yapabiliriz lâkin… Bu size pahalıya patlar. 125 dolara!
O yıllarda dolar altın, istenen meblağ adeta küçük bir servet. Bununla bağ, bahçe, tekne, araba da alabilirsiniz icabında.
Gelgelelim Fazıl Bey’in gözü parayı görmüyor “tamam” diyor “yapın yollayın. Hemen, derhal ivedi kaydıyla!”
Ve parayı adreslerine çıkarıyor. Ancaaak…
Ancak daktilonun da konduğu gemi batıyor, dört gözle beklenen alet gömülüyor mu Okyanusun serin sularına.
Neyse ki firma dürüst. Yolladıkları malın menziline vasıl olmadığını öğreniyor ve yeni bir tane çıkarmak için irtibata geçiyorlar. O günlerde de Rumları ve Türkleri yerinden yurdundan eden mübadele kararı alınmasın mı?
Rumlar kapıya dayanıyor. “Yarından tezi yok” diyorlar, “gidiyorsunuz Anadolu’ya!” İhtimal apar topar Selanik’e götürüyor, sıkış tepiş Gülcemal’e bindiriyorlar. Ambarlar zaten dolu, yer bulamayanlar güverteye büzüşüyor. Rüzgâr sert, deniz soğuk, hastalıklar kol geziyor. Ölenler Ege’ye atılıyor, gemiler hız kesmiyor. Tuzla’ya, Mudanya’ya, İzmir’e, Samsun’a yanaşan yanaşana, onların ise Mersin çıkıyor bahtlarına. İşleri bozulanlar, ailesi dağılanlar, muhacirler bilmedikleri tanımadıkları şehirlerde ayakta kalma mücadelesi veriyor. Tek tesellileri nazli hilalin gölgesinde yaşamak, ezan sesi ilaç gibi geliyor onlara.
Kağıt üzerinde terk ettiğiniz evin ocağın benzeri gösterilecek, kimse madur olmayacak. Ama işler çok da rayında gitmiyor. Konağını çiftliğini bırakıp gelenlere iki göz odalı virane de düşebiliyor.
Şüphesiz Tütüncüzade Fazıl Bey ve ailesi de sıkıntıları çekiyor.
DÖNELİM MEVZUYA
Peki daktilo?
Şimdi oraya geliyoruz. Amerikalı firma üstüne vazife gibi müşterisinin izini takip ediyor ve Tütüncüzade Fazıl’ı Mersin’de buluyor. Hasretle beklenen alet kontraplak sandığından çıkarılıyor ve ailenin sahibi olduğu Bereket Fabrikası’nın yazıhanesine yerleştiriliyor.
Gelgelelim tam da o günlerde harf inkılabı oluyor. Hükümet Osmanlıcaya karşı tavizsiz, yoksa iş alırsın başına. Fazıl Bey, yıllardır yolunu beklediği makineyi ağız tadı ile kullanamadan kaldırıyor kenara. Fazıl Bey’in vefatından sonra makinesi yetim kalıyor. Tütüner ailesi 1952 yılında apartmana taşınıyor, daktilo, dikiş makinesi ve bir kaç çakaralmaz tabanca eski evde bırakılıyor.
Metruk bina hırsızların gözünden kaçmıyor bir gece girip alayını kaldırıyorlar. Torun Tütüner antika meraklısı bir dostundan (Ali Merzeci’den) yardım istiyor. Ali Bey tecrübesini konuşturup izlerini buluyor. Nitekim zikrolunan daktilo bir kağıt toplama deposunda karşılarına çıkıyor. Yağmacılar hukuki takibattan korktukları için seve seve teslim ediyorlar. Parası helâl ya varislerine dönüyor onca maceradan sonra.
İşte aile o gün bugündür dede yadigârı daktiloyu gözleri gibi koruyor, siliyor, yağlıyor, fotoğrafını çekmek isteyenlere “tabii buyurun” diyorlar.
Kıymet Gökçe-Koray Ünlü MERSİN İHA