Usta yazar Sevinç Çokum: Beni öldükten sonra kabul edecekler
Edebî hayatında ötekileştirildiğini söyleyen usta yazar Sevinç Çokum: “Beni hâlâ dışlamak isteyenler olabilir ama kabul etmek mecburiyetinde kalıyorlar. Belki öldükten sonra beni çok daha iyi kabul edecekler!”
MURAT ÖZTEKİN'İN HABERİ - Sevinç Çokum Türk edebiyatının en çok okunan yazarlarından biri… Yaklaşık elli senedir kendine has bir Türkçe ile eserler meydana getiren usta yazar, özel bir okuyucu kitlesine hitap ediyor.
Seneler evvel artık hikâye yazmayacağını söyleyen Çokum, son eseriyle ise bundan rücu etti. Çokum, Kapı Yayınları etiketiyle neşredilen “İlkin Kuşlar Uyanır” adlı eserinde, son yıllarda yaşadığı hastane kokulu acılarından süzülen hikâyeleri, okuyucuyla buluşturdu. Biz de kapısını çaldık…
> “İlkin Kuşlar Uyanır” adlı son eserinizle yıllar sonra tekrar hikâyelerinizi okura sunuyorsunuz. Aslında okuyucuyla ilk olarak hikâye kitaplarınızla buluşmuştunuz değil mi?
1970’lerin başında şiir yazıyordum ama ilk eserlerim hikâyelerdi. “Eğik Ağaçlar” ve “Bölüşmek” kitaplarım çok ilgi uyandırdı. Tabii onların da hikâyesi vardı.
> Neydi o hikâye?
Bir kız arkadaşım beni hikâyeci Nursel Duruel’le tanıştırdı. Nursel benim hikâye dosyamı alıp okudu ve “Ben bu hikâyeleri dayıma göstereyim” dedi. Meğer edebiyatçı Tarık Buğra dayısıymış. Tarık Buğra da hikâyelerimi beğenmiş ve bana bir mektup yazdı. “Şimdiden vitrine çıkabilecek hikâyeler” dedi. Ben buradan bir cesaret alıp yazdıklarımı dergilere gönderdim.
> Ya sonra?
İlk kitap için o zamanlar bir yayınevi bulamadım. Çekingen olduğum için de kapı kapı dolaşmadım. Derken eşim destek oldu ve tanıdığı bir matbaacıda kitabımı bastılar. Eniştem de müteahhit arkadaşlarından inşaat reklamı topladı ve hikâye kitabının içerisinde koyduk. Böylece maliyetini çıkardık.
ESKİDEN HİKÂYE ÇOK OKUNURDU
> Yazarlığa başladığınız o yıllarda Türkiye’de nasıl bir edebiyat ortamı vardı?
Hareketli bir edebiyat ortamı vardı. O dönemde hikâye çok okunurdu. Zaten 1970 ile 1980 arasında bir hikâye patlaması oldu. Dergiler de çok çıkıyordu. İlk hikâyem Hisar dergisinde yayımlandı. İstiklal Caddesi’ndeki bayide derginin kapağında tesadüfen kendi ismimi görünce çok sevinmiştim. Meğer Tarık Buğra benden habersiz dergiye göndermiş.
> Size o zamanlar en çok tesir eden yazarlar kimlerdi?
Ahmet Hamdi Tanpınar, ben fakülteye girdiğimde vefat etmişti; talebesi olamadım. Fakat Mehmet Kaplan dersimize girerdi. Anlattığı konuları severdim. İlk kitabımı gönderince bana mektup yazdı ve “Demek ki ben iyi bir hoca değilmişim ki, seni tanıyamamışım” ifadelerini kullandı. Öte yandan Sait Faik, Peyami Safa gibi vefat etmiş yazarlar bana tesir etti. Tarık Buğra’yı önemli bulurdum, şimdi daha önemli buluyorum. Behçet Necatigil’e kitaplarımı gönderir, mektuplaşırdık. Füruzan’a ise bir hayranlık ve kıskançlık duyuyordum. Bu durum beni kamçıladı.
> Hikâye yazmayı 2010’da bırakmıştınız. Şimdi yeni hikâyelerle karşımızdasınız. Ne değişti?
Aslında o dönem bir kırgınlık olmuştu. Yapacağımı da yapmıştım. Son yıllarda ise beni tekrar hikâye yazmaya iten şeyler yaşadım. Eşimin hastalığı ve sonrasındaki vefatı bunların başında geldi. Artık hikâyeyi bırakmayacağım ve romanla birlikte devam ettireceğim.
> Neler yaşadınız?
Eşim aniden rahatsızlanıyor, hastanelere gidip geliyorduk. Onu hastaneye yatırdıklarında oğlumla beraber refakat ettim. Bir cenaze arabası hastaneden çıkıyor ama sıradan bir şey, “Yine birisi ölmüş galiba” deniyor... Zaten duygusal bir insanım, bütün bunlar beni etkiledi. Hastanedeki gözlemlerimi esere yansıttım. Hastanelerin her yerinden hikâye çıkar.
ÖLÜM YAZMAYA TEŞVİK EDİYOR
> Peki, eşinizi kaybettikten sonra ölüme bakışınız değişti mi?
Gençken ölümden daha çok korkardım. Bir ara hep ölümü düşünür olmuştum. Şimdi öyle değil. Korku gidiyor, acı geliyor. Ancak ölüm yıkıcı değil; size bir pencere açıyor. Bir yandan da yazmaya teşvik ediyor. İnançlıyız tabii… Ben hâlâ eşimin öldüğüne inanamıyorum, burada oturuyor gibi geliyor ve görecekmişim gibi ışığı yakıyorum...
YAZARLAR BİLE KELİME BİLMİYOR
Sevinç Çokum: “Edebiyat giderek bir meta hâline geliyor. Bir genci parlatıyorlar ve kimse edebî tarafını düşünmüyor. Eskiden Türkçeyi güzel konuşan insanlar çoktu. Şimdi ise yazarların bile kelime bilgisi zayıf. Mesela genç biri romanında aynı kelimeyi defalarca kullanmış. Bu bazılarının kitap bile okumadıklarını gösteriyor. Öbür taraftan eski yazarları okusalar da anlamıyorlar. Dil çok zayıfladı. Kelime ile konuşmuyor, üç harfle anlaşıyorlar.”
TEFRİKA ROMAN KOLAY DEĞİL
Türkiye gazetesinde de yazılar kaleme alan Sevinç Çokum “1988’de çalışmaya başladım. Önce tefrika roman kaleme alıyordum. Hiç kolay değildi. Roman ortada yok ama her gün yazıyorsunuz, bir hata yapsanız geriye dönemezsiniz. Gazetede ‘Gül Yüzlüm’ ve ‘Çırpıntılar’ olmak üzere iki roman tefrika ettim. Sonra seyahat yazıları kaleme aldım. Enver Ören Bey sayesinde birçok ülke görme fırsatı buldum. Bunların edebiyatıma katkısı oldu” diyor.
MEMLEKETİMİ SEVEN BİR İNSANIM
> Sari hastalıklar, savaşlar, türlü problemler… Dünyanın tadı tuzu kaldı mı?
Evet her yerde cinayetler var, hastalıkların biri gidiyor diğeri geliyor. Yağmurlar yağmıyor buralarda. Yağarsa da çok acayip yağıyor. Ancak umutsuz kalmamak lazım. Bir batış olacak ki kurtarıcı insanlar ve anlayışlar da ortaya çıksın...
> Kariyerinizin en olgun çağındasınız. Bir yazar zaman geçtikçe daha kolay mı üretiyor?
Bazıları yaşlılıkta kendilerini tekrarlamaya başlıyor ama şahsen daha iyi üretiyorum diyebilirim. Yeniden hikâye yazmaya başlamam bile bir değişim, canlılık. Beni hâlâ dışlamak isteyenler olabilir ama kabul etmek mecburiyetinde kalıyorlar. Belki öldükten sonra beni çok daha iyi kabul edecekler. Onlara güzel şeyler yazmayacağım ve “Çok şükür gitti bu kadın” diyecekler!
> Niçin sizi dışlamak isteyenler var?
Memleketimi seven bir insanım. Fakat tam olarak hiçbir yerin adamı olamadım. Muhafazakâr mecralarda yazdığım için ön yargı beslediler. Bir de başarımı istemeyenler vardı.