Usta kalemlerin dilimden deprem

- Güncelleme:
Usta kalemlerin dilimden deprem

Kültür - Sanat Haberleri

Deprem ülkesi olmamıza rağmen Türk edebiyatında depremler yeterince güçlü bir şekilde yer almadı. Buna rağmen meşhur yazarların eserleri arasında da depremin izlerini bulmak mümkündü.

MURAT ÖZTEKİN'İN HABERİ - Edebiyat, hayat demek... Yaşanan pek çok acı gibi depremler de edebiyatçıların kaleminden roman ve hikâyelere dönüştü. Ancak, Türkiye gibi devamlı sarsılan bir ülkede, sanki depremlere dair yapılan edebiyat biraz sınırlıydı. Edebiyat eleştirmenlerine göre; deprem hassasiyetimizin zayıf olmasında Yeşilçam gibi Türk edebiyatının da vebali vardı. 

Türk edebiyatında zelzeleler müstakil eserlerden ziyade aşk hikâyelerinin arasına, polisiye romanların içine ve kısa öykülere sıkıştı. Doğrusu tamamen depreme odaklanan az sayıdaki roman ve hikâye arasında da yaşanan dramları hakkıyla yansıtacak, insanlarda farkındalık meydana getirecek seviyede olanları azdı. Edebiyatçıların üzerinde en çok kalem oynattığı deprem ise 17 Ağustos 1999’da Marmara Bölgesi’nde yaşanandı… 

Zelzele anlarında yaşananlar, enkazın altındaki hisler ve canını kurtaranların hayata tutunma mücadeleleri, farklı tasvirlerle bu kitaplarda yer aldı. Hataların sorgulandığı eserlerin bazılarında ise tıpkı 6 Şubat depremlerinde yapıldığı gibi kader inancı, tedbirsizlikle özdeşleştirilip inançlar taşlandı!

OSMANLIDA İLK MÜSTAKİL ESER

Osmanlı İmparatorluğu’nda depreme dair ilk müstakil eser 1700’lü yıllarda Ahmed b. Receb el-Kostantinî’nin yazdığı “Risâle-i Zelzele”ydi. Edebi mahiyet olmayan kitap, depremlerin sebepleri hakkında bilgiler veriyor. Divan şiirinde de “zelzele” olarak anılan depremin güçlü bir yeri ve mana dünyası bulunuyor. 

NECİP FAZIL’IN “DEPREM”İ

Cumhuriyet devrindeki meşhur yazarların da depreme dair satırları mevcut. Mesela Necip Fazıl’ın az bilinen “Deprem” adlı eseri onlardan. Aslında senaryo roman olan eserde, bir hemşire ile varlıklı bir adamın yaşadıkları aşk hikâyesi üzerinden felakete uzanılıyor. 

Usta kalemlerin dilimden depremNecip Fazıl

Ömer Seyfettin ölmeden önce başlayıp tamamlayamadığı “Sultanlığın Sonu” eserinde ise Osmanlı İstanbul’unda yaşanan büyük deprem tasvir ediyor.

Ahmet Hamdi Tanpınar “Erzurumlu Tahsin” hikâyesinde yaşanan bir depremi “Bütün şehir çok acayip bir kıyafetle ayakta idi; don ve gömleği ile fırlamış erkekler kapıların önünde giyiniyorlardı, ekseriyet yarı çıplaktı. İnsana bir nevi Şarkkâri mahşer manzarası veren dört yol ağızları vardı” gibi bir kısmı menfi ifadelerle anlatıyor.

Halikarnas Balıkçısı “Çiçeklerin Düğünü”nde Murat Kaptan’ın dilinden hisli bir deniz depremiyle âdeta okuyucuyu sallıyor. Sait Faik ise bir hikâyesinde deprem hurafelerini hacı hocayla irtibatlandırarak anlatıyor! Yaşar Kemal de “Yer Demir Gök Bakır”da hayali ve negatif bir deprem tasviri yapıyor. 

Usta kalemlerin dilimden depremAhmet Hamdi

Ahmet Ümit “Şeytan Ayrıntıda Gizlidir”  kitabındaki polisiye hikâyelerden birinde bir deprem profesörünün ölümüyle alakalı, “sarsıntılı” bir öykü anlatıyor. Orhan Pamuk ise “Kafamda Bir Tuhaflık” romanında 17 Ağustos depreminin İstanbul’daki yıkımını detaylı şekilde tasvir ediyor. 

Âdeta Tek Parti devrinin edebiyattaki sözcüsü olan Reşat Nuri ise “Değirmen” romanında depremi odağına alsa da, alaycı Osmanlı tasvirleriyle mizah unsuru olarak kullanıyor! 

MÜSTAKİL ESERLER DE VAR

Fakat Türk edebiyatında -sayıları az olsa da- tamamen depreme odaklanan eserler de var. Mesela Yiğit Bener’in “Kırılma Noktası”, 17 Ağustos 1999 depremini araştırma görevlisi olan Selin’in gözünden aktarıyor. Eserde enkaz altında kalmanın çaresizliği çarpıcı bir şekilde yansıtılıyor ama kader mevzuları sathi bir şekilde ele alınıyor. Çiğdem Sezer’in “Aşklar ve Baharatlar”ı da 17 Ağustos depreminden çıkış noktası bularak, bir kadının aykırı sorgulamalarına uzanıyor.  Zekeriya Yılmaz’ın kaleme aldığı belge roman “On 7: İstanbul İçin Kıyamet Vakti”nde aynı mevzu var. 
Zeyyat Selimoğlu “Deprem” adlı uzun hikâye eserinde farklı uçlarda yaşayan Fazılzade ve Sefer’in, depremle kesişen yollarını okuyucuya aktarıyor.  Nevzat Sinan’ın “Depremde Aşk, Aşkta Deprem” adlı eseri 1943 Tosya depremini bir aşk hikâyesi üzerinden işliyor. Fatma Kurtuluş’un “Deprem Çığlıkları” organ mafyasının peşine düştüğü depremzedeyi anlatıyor.

ENKAZ ALTI HİSLERİ 

Sami Dündar, 17 Ağustos’ta 27 saat enkaz altında kalıp, ceset torbasında gözlerini açmasının hikâyesini  “Her Şeyin Bittiği Yerden” adlı eserinde anlatıyor. Ekranlarda sık gördüğümüz Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan “Bir Yaşama İki Deprem Sığmaz” adlı eserinde depremin tesirlerini anlatı şeklinde okuyucuya sunuyor.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...