Muhafazakâr Düşünce dergisi sinemamızı mercek altına aldı

Muhafazakâr Düşünce dergisi sinemamızı mercek altına aldı
KÜLTÜR - SANAT Haberleri

Yrd. Doç. Dr. Murat Satıcı, Yeşilçam'dan günümüze pek çok senaryoya işlemiş ve sinema diline yansımıştır.

Yeşilçam senaryoları toplumun aynası mı?


Yrd. Doç. Dr. Murat Satıcı: Toplumdu yaşanan modernlik-gelenekçilik, zenginlik-fakirlik, eski-yeni değerler ve değerlerin algılanışı birer çatışma noktası olarak , Yeşilçam'dan günümüze pek çok senaryoya işlemiş ve sinema diline yansımıştır. Türk sinemasının 60'lı yıllardan günümüze toplum değerleri ile çatışması, Muhafazakâr Düşünce dergisinin 36. sayısında masaya yatırıldı. Avrasya Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'den Yrd. Doç. Dr. Murat Satıcı, "Modernleşme-Değerler Sorunu ve Sinemamıza Yansıması" araştırmasında başlıklı makalesinde, "Yeşilçam'dan günümüze pek çok senaryoya işleyen ve sinema dilini belirleyen bir unsur olarak modernlik-gelenekçilik, zenginlik-fakirlik, eski-yeni değerler, değerlerin alımlanışını, algılanışını ve karşılaşmalarını çatışma noktası olarak belirlemiştir" diyor. Dr. Murat Satıcı, tespitlerine şöyle devam ediyor: Bu nedenle özellikle aile, gelenek, şeref, onur, sadakat gibi değerlerin, bireysellik, refah, fayda gibi değerlerle, kapitalist üretim ve tüketim döngüsü içerisinde karşılaştıkları bir çatışma alanı ve bu çatışmadan türeyen olay örgüsü, basit biçimde sinemanın sadece popülerliği için kullanılan öğeler değil, aynı zamanda zaten Türkiye'deki sinemanın kimlik arayışının da önemli bir öğesidir. Açığa çıkan yeni ve eski değerler geriliminin ürünlerinden biri Türkiye'de sinema dilinin gelişmesine katkı yapması ise, diğeri de "aile şerefi", "paranın her şeyi ve herkesi satın alamayacağı", "zengin kız-fakir oğlan", "fakir ama gururlu genç" şeklindeki klasikleşmiş temalarla bu gerilimi kazanca dönüştürmesidir. O halde diyebiliriz ki, "Yeşilçam, kentlileşme çabasındaki bu kesimi dönüştürmek yerine onların gelenekle olan bağlantılarını güçlendiren, bu bağları kâra dönüştüren bir düzenekle işlemiştir." Ekonomik ve kültürel bağlamda modernleşme ve değerlerden ba-ğımsızlaşma veya yeni düzenin yeni değerlerini üretme süreci içeri-sinde topluma biçilen modern sıfatına dair tepki, 1960-75 yılları arasında geleneksel ve modern çatışması olarak sinemamızda ortaya çıkar. Bu yıllar aynı zamanda Türkiye siyasetinde ve toplumunda ekonomik ve sınıfsal eşitsizliklere yönelik hassasiyetin arttığı yıllardır. Bu dönemde toplumsal gerçekçi sinema örnekleri öne çıkar ve bu hareket, "… modernlik ve geleneksellik çizgisi üzerinde kurulan ulusal bir kimlik arayışını yansıtır."
Sınıf ve kültürel farkın işaret ettiği eski ve yeni değerlerin çatışması, yeni değerlere sahip çıkanlar ve gelenekçiler arasındaki gerilimde toplumun gelenekçi ve çoğunluğu oluşturan kesiminin değerlerini öne çıkarmaya neden olmuştur. Aslında bu yönelimi, "…yerli film seyircisinin çoğunluğunu oluşturan yoksul kesimlerin, sınıfsal çelişkileri yaşarken, zengin çevrelerde ahlakın ve ailevi değerlerin nasıl ayaklar altına alındığını görüp rahatlayarak hallerinden memnun olmalarını, onlara imrenmemelerini sağlayıcı bir yaklaşım olarak değerlendirebiliriz." Sosyo-ekonomik biçimde ilerlemenin modeli olan modernlik kavrayışı, beraberinde pek çok filmde temel motif olan zenginlik ve fa-kirlik, lüks yaşam tarzı ve yoksulluk arasında birbirinden ayrı fakat birbirleriyle karşılaştığı anda çatışmanın zirve yaptığı bir olay örgüsüne işaret eder. Bu tip karşılaşma anları, pek çok Yeşilçam melodramında zenginliği modern olmakla fakat aynı zamanda yozlaşmayla eş tutmuştur. Zengin ve lüks yaşam tarzını süren ailenin harcamaları savurganlık, aile fertlerinin birbirlerine olan ekonomik bağımlılıkları da "paranın esareti" olarak yorumlanmıştır. Benzer biçimde zengin sınıf, arzu nesnesi olarak resmedilmiş ve "batılı olmak" bu sınıfa atfedilmiştir. "Amerikan arabaları, açık saçık giyişiler, sarışın kadınlar, çılgın partiler, alkol, yoz ilişkiler, toplumsal sorumsuzluk, vb., ile çatılan Batı ikonografisi, ya köyden ya da alt sınıftan gelen kadın olan kahramanın yalınlık, güzellik, dürüstlük ve sadakat gibi erdemleriyle bir zıt ilişkisi içerisinde verilir." Zengin oğlan ise, bazen aşkından vazgeçmemesi durumunda lüks yaşam standardının elinden alınmasıyla tehdit edilmiş, bazen de fakir kıza veya oğlana açık çek yazılmıştır. Ayrıca melodramın etkisini artır-mak için kahramana ve ailesine paranın ve iktidarın sağlayabileceği her türlü güç kullanılarak bin bir türlü eziyet edilmiştir. Bu öğelerin elbette ki karşılaşacağı ve yenileceği değer, "birbirlerine parayla pulla değil, sevgiyle bağlı aile" kavrayışı olmakta ve seyirciye bu bağı oluşturan değerler hatırlatılmaktadır. Aileyi tanımlayan değerin hatırlatılması ve bu değere sadakatin mükâfatı da sabrın sonunda gelecek bir selamettir, yani son karede tüm ailenin kahkahalarla gülerken dondurulan mutlu sonudur. Mutlu sonu ayrıntılandırırsak, onca acı sonunda ya sevenler birbirine kavuşur ve zengin ebeveynler aslında sahip oldukları fakat zenginliğin ve sonradan görmeliğin unutturduğu değerleri hatırlarlar ya da servetlerini kaybettiklerinde sofraya bir tabak daha koymaktan çekinmeyen sıcak aile yuvasına başlarını sokarlar. Zaten asıl verilmeye çalışılan da "kendi ayakları üstünde durabilmesini sağlayacak moral değerlerden yoksun olan batılı kentsoylu sınıfın, alt sınıfların erdemleriyle yeniden güç kazanabileceğidir" (Erdoğan, 1995: 188). Tüm olay örgüsü ve mutlu son ele alındığında, "burada önemli olan nokta, çoğu filmin var olan değerleri koruma yönünde bir tavır taşımasıdır. Orta sınıfların zor yaşam koşullarına göğüs gerebilmeleri için (geçerliliğini yitirmekte bile olsalar) bu değerlere dayanmaları gerektiği görüşü aşılanır." Burada korunmak istenen, toplumsal bir arada yaşamı düzenleyen ve gelenekten, kültürden örf ve adetlerden gelen değerlerdir. Fakat modernlik ve onunla eşleştirilen zenginliğin yapısal bir eleştirisine girişilmez. Bu karakterler karşısında alınan eleştirel veya muhafazakâr tavır ekonomik ve iktisadi ilerlemeyi bu eleştirinin dışında bırakır.


1980 Sonrası Değer Kavrayışı ve Sinemamızdaki Alımlanışı
Zenginlik-fakirlik, modernlik-gelenek karşılaşmasında takınılan tavır, burjuva ve alt orta sınıfın karşılaşma anında değerlere sahip çıkılması ve yeni değerlerin eleştirisi olarak karşımıza çıkarken, diğer yandan köyden kente tam da zengin olma ve sınıf atlama amacıyla gelen geleneksel ailenin burjuva ticaret ahlakını benimsemesinden kaynaklanan sorunsalı da vurgulanmıştır. Bu sorunsal, değerler sistemleri arasında bu sefer bir karşılaşmadan bahsetmeye imkân vermez. Zira karakterler hane yaşantılarında geleneksel aile değerlerini üstün tutarlarken, ekonomik eylemlerinde ve ticarette burjuva değerlerini benimseyen davranışlar gösterirler ve her iki değerler sistemini mekânsal olarak ayırırlar. Kısacası, kente ve "modern" yaşama adapte olmak, "batının iyi taraflarını alalım, kötü taraflarını almayalım" mantığı temelinde genel olarak geleneksel, moral ve kültürel değerlere sahip çıkarken, faydacı eylemleri öne çıkartır. Özellikle büyük şehre ticaret yapmaya gelen geleneksel ve dindar ailenin tam da zengin olma hayali ve bu hayal uğruna fedakârlık olarak gördükleri eylemler ve feda ettikleri, sahip oldukları değerleri hem özel alana sıkıştırmakta, hem de değerleri yapmacıklaştırmakta ve göstermelik kılmaktadır . Akad'ın Gelin (1973) filmi, bu karakteri yansıtır ve "…Anadolu insanının kendine daha iyi yaşam koşulları sağlayabilme umuduyla büyük kent İstanbul'a göç etmesini ve yeni ortama ayak uydurma çabasını ele alır." Bu yanıyla bir yandan geleneksel değerler sisteminin yeni karşılaşılan değerlere ulaşılmak için araçsallaştırılmasıyla, diğer yandan bu kavrayışla birlikte geleneksel değerlerin hem yeni değerler sistemine angaje olmak için bir engel olarak tanımlanmasıyla karşılaşırız, hem de araçsallaşan geleneksel değerlerin bu sakatlanmış kullanımının bir eleştirisiyle karşılaşırız. Böylece aslında benimsenen davranışların ailenin geleceği için mutluluk ve refah sağlayacağı yanılgısı etrafında, bireysel bir mutluluk hedefi daha baskın gelir. Bu anlamda "kente gelişle birlikte, mülkiyet ve hukuk anlayışında, akrabalık ilişkilerinde ortaya çıkan dönüşümler ve dolayısıyla aile üyelerinin bireysel mutluluk beklentisinin sorun olarak ortaya çıkışı filmlerimizde doğrudan ele alınır ama bu bireysel mutluluk istemi olumsuzlanarak." Özellikle 1980 sonrası liberal ekonomik ve sosyal politikaların ilerle-me ve modernleşme fikriyle eş tutulması, gerek toplumsal gerek kültürel yaşamda neo-liberal yeni değerlerin ortaya çıktığı bir dönemdir. 1980 darbesinden sonra yaşanan sosyo-ekonomik ilerleme ve modernleşme pratiğinin mottosu "Küçük Amerika" olmak olarak belirlenirken, karşımıza liberal rekabetçi piyasa anlayışının yeni değerlerini benimseyen birey kavrayışı çıkar. Darbe sonrası yine modernleşmenin taşıyıcısı, öznesi ve teminatı olarak ordunun yeni bir toplum ve toplumsal değerler oluşturma girişimi, neo-liberal anlayışın temel ilkesi olan apolitik, faydacı ve rekabetçi bireycilik anlayışını çıkarır. Hem ilerleme hem de bireyciliğin yükselişi, "modernleşilecek" emriyle serbest piyasa ve bireycilik vurgusunu toplumda içselleştirirken, gelenekten gelen değerlere bakış açısı ve liberal değerlere dair bakış açısı arasındaki çatışma, artık liberalleşme ve bireyleşme bağlamında açığa çıkar. 1980 sonrası liberal ekonominin özellikle "çağ atlama", "değişim" kavramlarını popülerleştirdiği göz ardı edilemez. Fakat ekonomik olarak paranın yüceltildiği, zenginliğe ve zenginlerin değerli olduğuna yapılan vurgu, orta direk, köşe dönmecilik, yolsuzluk ve rüşvet gibi kavramları toplumsal literatürümüze sokmuştur. Aynı zamanda özelleştirmeler ve gelir dağılımındaki dengesizlikler, devletin yoksuldan yana bir "baba" gibi tavır alacağına güvenen geleneksel, paternalist devletçi bakış açısını da ortadan kaldırdı. Zira toplumda zengin olma araçlarının meşruiyetine dair ahlaksal hiçbir referansa ihtiyaç duyulmadığı, bu referanslar yerine yeni bir değerler alanı ve faydacı bir ahlakın oluşturulduğunun görülmesi uzun sürmedi. Bu tür yeni değerleri sinemamız komedilerde ele almıştır. Fakat dönemin baskıcı ve otoriter yapısı, ciddi politik ve toplumsal eleştiriyi gerek sansürle gerek oto-sansürle engellemiştir. Dolayısıyla "gerçek hayatta bastırılanların popüler güldürü filmleri eşliğinde popüler kültürde kendine temsil olanağı bulduğu varsayılabilir. Bireyler üzerinde etkili olan değer değişiminin yansıması, popüler kültür ürünlerinde, mizah dergilerinde ya da sinemada yer bulur" (Kırel 2010: 5). Diyebiliriz ki modernleşme ile eş anlamlı kullanılan liberalleşme ve ondan türetilen yeni değerlere bakış açısını sinemamız, yeni değerlerin eskiler ile karşı-laştıklarında ortaya çıkan gerilimden çıkan komedilerde yansıtır. Apolitik bir kültür ve toplumsal ortamın tesisinin amaçlandığı bu dönemde komedilerin söz konusu meselelere güldürü unsurlarıyla dokunabilmiş olmaları fakat yaşanan dünyanın egemen değerlerinin çok uzağında kalamadıkları görülse de ilginç ve araştırmaya değer bir durumdur. Bu dönemin filmlerinden Banker Bilo (Ertem Eğilmez, 1980), Dolap Beygiri (Atıf Yılmaz, 1982), Orta Direk Şaban (Kartal Tibet, 1984), Katma Değer Şaban (Kartal Tibet, 1985) gibi filmler, geçirilen sosyo-ekonomik değişimin özellikle orta direk ve köyden kente göç eden dürüst veya gariban karakterin liberal değerler sistemi içerisinde yoksulluk ve köşe dönme merkezli mizahı, öncelikle bireyin ekonomik düzeyi ve buna bağlı olduğu yaşam standardından çıkarsanır. Düşük yaşam standardının sorumlusu adeta kahramanların dürüstlükleri veya yeni dünya düzenine ayak uyduramamalarıdır. Genel olarak "seksenli yılların güldürü sinemasında çoğu zaman film kişileri hızla değişen dünya içinde nereye konumlayacaklarını bilememekte ve kendilerini karşı karşıya kaldıkları değişimin oluşturduğu kirlenmeye karşı korumaya çalışmaktadırlar." Dahası, çevreleriyle olan ilişkilerinde karakterler, zenginliğin tüm itibarından uzakta oldukları müddetçe toplumsal itibarın da uzakta olacağını anlarlar, sisteme ve yeni değerlere uygun eylerler. Bu eylemler adeta bir aydınlanma gibi sunulur. Aslında kahraman, kendi değerlerinin mağlubiyetini öne çıkartır ve "Sefil Bilo" olarak değil, "Namussuz Bilo" olarak yeniden doğar. Zira Namuslu (Ertem Eğilmez, 1984) da dürüst fakat tam da bu yüzden ailesi ve etrafı tarafından önemsenmeyen ve kıt kanaat geçinen bir memurun aslında mağdur olduğu bir gasp olayında masum olduğuna kimseyi inandıramaması ve sonunda kendisinin de bu durumu lehine kullanması üzerine kuruludur.
Namuslu olarak ailesi ve çevresi tarafından önemsenmeyen ka-rakter, ne zaman kendisine emanet edilen parayı onun çaldığı zannedilirse o zaman kendisine değer atfedildiğini görür. Ali Rıza karakteri artık sınıf atlama yanılgısına kendisini bırakır. Ali Rıza kimseyi parayı çalmadığına inandıramadığı noktada dönüşür ve olduğunun tam tersi bir karaktere bürünerek istenilen, üzerine yapışan davranışları gösterir. Genel olarak 80'lerde, "dürüst bir yaşam sürdürme konusundaki ısrarı yüzünden çevresiyle çelişkili duruma düşen karakterlerin (Namuslu; Çıplak Vatandaş, Sabuncu 1985) öyküsünü anlatan filmler de bir aşk gerilimine gerek duymaksızın bireyle yaşadığı ortamı karşı karşıya getirmektedir." 1980'ler liberal ekonomi anlayışı, değişen sosyo-ekonomik den-gelerin ve sosyo-ekonomik değişimle gelen bireycilik ve zenginlik gibi yeni liberal değerlerin toplum tarafından nasıl algılandığını ve toplumda nasıl karşılık bulduğunu sorunsallaştıran bir dilin sinemamızda gelişmesini mümkün kılmıştır. Bu açıdan sinemasal anlatının yeni biçimler alması ve dönüşmesi, aslında değer kavramsallaştırması üzerinden bakıldığında, sinemamızın belirli dönemlerinde özellikle sosyo-ekonomik değişimlerin sık ve belirgin olduğu dönemlerde açığa çıkmıştır. Bu değişimler ekseninde karşılaşılan yeni değerler ve bu değerlerin eskilerle karşılaşma anı, temelde bir gerilim olarak sunulmuştur. Özellikle 90'lı ve 2000'li yıllar-dan sonra Türkiye'de sinemanın anlatım dili dünya konjonktürüne uy-gun olarak, küresel geniş bir yaşam alanında kendi bireyselliğine yabancılaşmış karakterler etrafında kurulmuştur. Artık kahramanın yaşadığı toplumla ve toplumun değerleriyle kendi bireysel değerlerinin çatışması olgusu, sınırların belirsizleştiği ve birer modern ve kapitalist metropol olan karmaşık yapıdaki şehirlerdeki kalabalıkta kendisine dair silikleşmiş var oluşunu sorgulayan karakterler karşımıza çıkarır. Belki de bu karakterler, modern olmanın, gerek eski gerek yeni de-ğerlerin yıkılışının ve modern bireyin halini resmederler. Çünkü Berman'ın deyişiyle, "modern olmak, bizlere serüven, göç, coşku, gelişme, kendimizi ve dünyayı dönüştürme olanakları vaat eden; ama bir yandan da sahip olduğumuz her şeyi, bildiğimiz her şeyi, yok etmekle tehdit eden bir ortamda bulmaktır kendimizi." Global değerler ve karmaşık bireysel ve toplumsal yaşam alanı içerisinde var olma çabasının belirgin olduğu karakterin eylemleri, kapitalist modern bireyin kentte kendisine kurduğu ve güvenli olduğu düşünülen yalnızlığında temellenir. Nitekim kent karşısında "taşra, kültüründen ekonomisine kadar kentin öteki yüzünü ifade eder. Modernleşme yanlıları zamana gönderme yaparak taşrayı kentin geçmişi olarak ifade etme eğilimindedir. Taşra, anti-modernliği simgelemektedir." Bu çatışma, Uzak'ta (Nuri Bilge Ceylan, 2002) taşradan gelen misafirle birlikte korunaklı modern kent yaşamının konformizminin verdiği rahatlığın bozulmasında ve aslında kapitalist modern sistem içerisinde yenilmiş göstermelik bir kentlilik ve modern değerler ile taşra değerleri ve yaşam dünyalarının karşılaşmasında belirginleşir. "Değerler" temasıyla çıkan Muhafazakâr Düşünce dergisinin 36. sayısında şu konu ve yazarlar yer aldı: "Muhafazakâr Düşünce'den: Değerler Üzerine", Sadık Türker– Malumat - Bilgi Ayrımı ve Bilginin Teşhisi", "Hakan Gündoğdu – Evrimci Etiğin Sorunları ve Antony Flew", "Aygün Akyol – İslam Ahlak Felsefesinde Değerler Eğitimi", "Fikri Gül – Bir Değer Olarak İnsan Hakları ve İnsan Hakları Bilincinin Gelişiminde Demokrasinin Rolü", "Ömer Faruk Anlı – Bilim Sosyolojisi Bağlamında Bilimin Dışsal mBelirleyenleri Olarak Değerler", "Nazmi Avcı – Hilmi Ziya Ülken'de Muhafazakârlığın Temeli: Bilgi ve Değer", "Murat Satıcı – Modernleşme-Değerler Sorunu ve Sinemamıza Yansıması", "Vefa Taşdelen –Varoluşun Anlamı Sorunu -Muhafazakârlık Araştırmaları", "Mahmut H. Akın- Muhafazakârlık Algısı Üzerine Uygulamalı Bir Çalışma", "Ahmet Faruk Kılıç – Türkiye'de 'Yeni Muhafazakâr Aile'nin Ortaya Çıkış Süreci."


www.muhafazakar.com


Sefa KOYUNCU-İSTANBUL
##tgvideo##
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...