Ekrem Erdem: Dilimiz tehdit altında

Kaynak: OZEL
Ekrem Erdem: Dilimiz tehdit altında
KÜLTÜR - SANAT Haberleri  / OZEL

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği (TDED) Başkanı Ekrem Erdem, "Dilimiz, bugün gereken özeni göstermediğimiz için büyük bir tehdit altındadır. Yabancı kökenli kelimelerin Türkçeleştirilmeden kullanılması dilimizin kabalaşmasına, söz varlığımızın giderek kısırlaşmasına, söyleyiş bozukluklarına yol açmaktadır" dedi.

Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Genel Başkanı ve AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ekrem Erdem'in kaleme aldığı, "Bizimki Türkçe Sevdası" kitabının 5. baskısı çıktı. Kitabının yeni baskısıyla ilgili gazetemize açıklamalarda bulunan Ekrem Erdem, "Dilimiz, bu gün gereken özeni göstermediğimizden büyük bir tehdit altındadır" dedi. Açıklamasında, "Dil olmadan insan olmaz, aile olmaz, toplum olmaz, millet olmaz, kültür olmaz, uygarlık olmaz. Dil olmazsa ne sanat olur, ne ilim, ne tefekkür" diyen Erdem, şöyle devam etti: "Biz âdemoğullarını diğer canlılardan ayıran en önemli özelliğimiz, duygularımızı, düşüncelerimizi, hayallerimizi, sevgilerimizi ve özlemlerimizi ifade ettiğimiz dilimizdir. İnsan, kelimelerle düşünür; kelimelerle duygu ve düşüncelerini anlatır."
Dilimiz Türkçemize karşı bir vefa borcumuz olduğunu düşünerek 2006'da TBMM'ye bir Meclis Araştırması Önergesi verilmesi ve akabinde bir rapor hazırlanmasına öncülük eden Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Başkanı Ekrem Erdem, Bizimki Türkçe Sevdası adlı kitabı hazırlarken büyük oranda bu çalışmalarından yararlanıyor. Erdem, bu hassasiyetle kaleme aldığı kitapta, Türkçenin tarihi, sadeleştirme hareketleri, dilde bozulma ve yabancılaşmanın sebep ve çareleri gibi konuları ele alıyor. Türkçenin günümüzdeki meseleleri hakkında çözüm teklifleri de getiren Erdem, son bölümde, dil ile ilgili yürürlükte olan mevzuata da yer veriyor. Ekrem Erdem, kitabında ele aldığı konullarla ilgili yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullanıyor:


##tgvideo##

Türkçe zengin bir dildir
"Türkçe zengin bir dildir. Bu zenginliği yanlış kullanıyor isek, bunun nedeni daha önce yanlış olan eğitim sistemimizdir. Dil ve din, bir milleti diğerlerinden ayıran önemli özelliklerindendir. Türkçeyi doğru kullanmak istiyor isek, eğitimcilere, siyasetçilere hatta esnaflara da büyük görev düşmekte. Esnafın işyeri için kullandığı tabelaya koyduğu isimden siyasetçinin kurduğu cümleleri titizlikle kullanmasına kadar her dikkat Türkçenin doğru kullanılmasına hizmet edecektir.
Birçok kavramımız yabancı kaynaklı. Türkiye'nin komşuları ile olan ilişkilerinden dolayı onların dilinden etkilenmesi doğaldır. Ancak bu etkilenmeye rağmen dilimizin özgünlüğünü korumaya çalışmak gerekir. Anaokulundan üniversite öğretimine, televizyondan bilgisayar kullanımına, sağlıktan spora kadar dilde bir birlik sağlanması için dil eğitiminin sağlam temellere göre yapılması gerekir. Doğru yola girdik. Dil eğitimine katkı sağlaması için okul müfredatında birtakım değişiklikler yapmak gerekir. Seçmeli derslerden Osmanlıca derslerinin bu işe hizmet edeceğine inanıyorum. Ancak yapılacak çok şey var. Bu noktada herkese görevler düşmekte. Bu doğrultuda yaptığımız çalışmalara ve hazırladığımız kitaba akademisyenlerden de katkılar bekliyoruz. Türkçenin güzel kullanılması için toplumsal bir katkıya ihtiyaç vardır."


Anayasa dilinde dikkat edilmesi gereken husus!
Ekrem Erdem, yeni anayasanın dili konusunda da önemli bir uyarıda bulunuyor: "Yeni Anayasa, sade, anlaşılır, özlü ve toplumda genel kabul görmüş yaşayan bir Türkçe ile kaleme alınmalıdır. 'Ama', 'ancak', 'lakin', 'fakat' gibi bağlaçlara mümkün olduğunca yer verilmemelidir. Farklı anlamlara gelecek kelimeler kullanılmamalı, gereksiz tekrarlara yer verilmemeli, mümkün olduğu kadar kısa bir metin olmalıdır. Anayasa yazım komisyonunda mutlaka dilciler ve edebiyatçılar da yer almalı. Yeni Anayasa, bilim adamları ve edebiyatçılardan oluşan bir komisyonun denetiminden geçirilmeli. Yeni Anayasada, anayasaların özgürlüğünü sınırlayan ve anayasa maddelerini hapseden başlangıç bölümü olmamalıdır. Yeni Anayasanın lafzı ile ruhu arasında bir tutarlılık olmalı. TBMM'de bir 'Türkçe Komisyonu' kurulmalı, bütün kanun tasarı ve teklifleri komisyonun denetiminden geçirilmelidir."


Dil olmadan insan olmaz, kültür olmaz, uygarlık olmaz
Bizimki Türkçe Sevdası kitabında, "Dil olmadan insan olmaz, aile olmaz, toplum olmaz, millet olmaz, kültür olmaz, uygarlık olmaz. Dil olmazsa ne sanat olur, ne ilim, ne tefekkür" diyen Ekrem Erdem, kitabında şu tespitlere yer veriyor: "Biz âdemoğullarını diğer canlılardan ayıran en önemli özelliğimiz, duygularımızı, düşüncelerimizi, hayallerimizi, sevgilerimizi ve özlemlerimizi ifade ettiğimiz dilimizdir. İnsan, kelimelerle düşünür; kelimelerle duygu ve düşüncelerini anlatır.
Gerçekten de Türkçe, dünyanın en zengin ve güçlü dillerinden biridir. Birçok dilde bulunmayan zengin bir söz varlığına sahiptir. Matematiksel kuralları olan düzenli bir dildir. 200'e yakın yapım ekiyle ihtiyaç halinde yeni kelimeler üretme kolaylığına sahip işlek bir dildir. Ses uyumu ile"okunduğu gibi yazılır, yazıldığı gibi okunur" kuralları ile alınan yabancısözleri kolayca Türkçeleştirme özelliğine sahiptir. Bu ve buna benzer özellikleri ortada dururken, Türkçeleşmemiş yabancı kelimeler, ayrık otu gibi dilimizi nasıl sarıyor, insan bunu anlamakta zorlanıyor. Bunun en önemli sebebi Türk Halkının Türkçeyi yeterince tanımıyor olmasıdır. Tanımadığı için, en önemli varlığımız dilimiz hoyratça kullanılıyor."


Dilimize gereken özeni göstermiyoruz
Birey ve toplum olarak hepimizin dil bilincine sahip olmamız gerektiğine dikkat çeken Ekrem Erdem, bu konuda da şunları söylüyor: "İş yerleri ve ürün adlarında yabancıkelimelerin tercih edilmesi, kitle iletişim araçlarındaki özensizlik, alfabemizde olmayan harflerin Türkçe kelimelerde kullanılması, yabancı kökenli kelimelerin Türkçeleştirilmeden kullanılması dilimizin kabalaşmasına, kelimelerin yanlış anlamda ve yanlış biçimde kullanılmasına, söz varlığımızın giderek kısırlaşmasına, söyleyiş bozukluklarına yol açmaktadır.
Bu kötüye gidiş, dilimizin gücünü bilmemekten ve millî bilincimizin dil ile olan bağının giderek zayıflamasından kaynaklanmaktadır. Türkçeye hak ettiği özeni göstermek bütün Türk milletinin görevidir. Güzel bir Türkçenin yeni nesillere aktarılarak varlığınısürdürebilmesi için, kişisel ve toplumsal duyarlılık kaçınılmazdır. Bu konuda birey ve toplum olarak hepimiz dil bilincine sahip olmak ve bilinçli çabalar göstermek zorundayız. Bu hususta, bir milletin aydınlarının ve öncülerinin üzerine çok daha büyük sorumluluklar düşmektedir. Kitleleri etkileme gücünü elinde bulunduran herkes, bu gücü doğru ve iyi yönde kullanmak zorundadır."


Kitap, altı bölümden oluşuyor
Altı bölümden oluşan eserin ilk bölümünde, Türkçenin dünya dilleri arasındaki yeri özet olarak okuyucuya sunularak Türkçenin değerinin ortaya çıkarılması amaçlanıyor. İkinci bölümünde, kısa bir tarihçe ile sadeleştirme hareketlerinden bahsediliyor. Üçüncü bölümünde, yabancı kelimelerin kullanılmasından yazma ve söyleyiş bozukluklarına kadar Türkçenin karşı karşıya bulunduğu problemler ele alınırken dördüncü bölümünde, Türkçedeki bozulma ve yabancılaşmanın sebepleri üzerinde duruluyor. Beşinci bölümünde, bir kısmı Komisyon'ca belirlenen çözüm önerilerine yer veriliyor ve kitabın son bölümü olan altıncı bölümünde ise hâlen yürürlükte olan dil ile ilgili mevzuata yer veriliyor. Bizimki Türkçe Sevdası, Yazan: Ekrem Erdem, TDED Yayınları, Tel: (0212) 581 69 12


Dil ve Edebiyat Dergisi 49. Sayı Çıktı!
Öte yandan, Ekrem Erdem'in başkanı olduğu Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği tarafından aylık olarak yayınlanan Dil ve Edebiyat Dergisi'nin Ocak 2013 sayısı çıktı.
Dil ve Edebiyat dergisinin 49'uncu, 2013 yılı Ocak sayısı raflardaki yerini aldı. Dil ve Edebiyat dergisi bu sayısında da yine dikkat çekici, tartışma oluşturacak bir konuyu kapağına taşıyor: Çamlıca'dan İstanbul'a Bakmak.
Dil ve Edebiyat Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Üzeyir İlbak, kapak manşetine de taşınan Çamlıca'dan İstanbul'a Bakmak başlıklı yazısında "Çamlıca'ya Cami" etiketiyle basında yer alan tartışmayı sanat ve estetik algıları açısından ele alıyor:
"Modern çağ, aydınıyla, okumuş adamıyla, düşünürleriyle bir 'ihanet'i yaşıyor. Yaşanan bu ihanete yakıştırılan savunma ise 'insan bunalıyor' tezi… Bu tez, seküler/dünyevi ideolojileri merkeze alarak yapılan entelektüel inşadan kaynaklanır." şeklinde yazısına başlayan İlbak, Van Gogh ve Nietzsche gibi sanatçı/ aydınların yaşadıkları bunalımlı hâli sanatlarına, düşüncelerine yansıtmakla kalmayıp bir bunalımı inşa ettiklerini belirterek, "aydın denen insan türünün 'hayatın gerçekliği'" konusunda düştüğü entelektüel yanılgılara dikkat çekiyor.


Çamlıca'dan İstanbul'a Bakmak
Bu girişi Türkiye'deki bazı aydın profillerini eleştirmek için kullanan Üzeyir İlbak, "oryantalist etkilerle sekülerleşen 'Müslüman burjuvazi ve Müslüman aydın'ın kitch bir sanat ve estetik algısıyla mensubu olduğu dünyaya ait değerlerin tamamına muhalif bir duruş" sergilediğini de vurguluyor.
"Çamlıca'ya Cami" tartışmalarını çağın sanat algısı bağlamında değerlendiren İlbak, yazısında şöyle diyor: "Her çağ kendi üslubuyla sanatını inşa eder. Her çağın sanatı, üretildiği dönemde yaşayan insanların ufku ve estetik kavrayışlarıyla sınırlıdır. Ancak son yüzyıl 'insanın' sanattan dışlandığı, sanatın sınırlı bir azınlığın beğenisine terk edildiği ve o azınlığın kendi değerlerini çoğunluğa dayattığı bir dönemi yaşıyoruz. Kitleleri, inanç guruplarını karşısına alan yeni sanat; her dem sanatı kendi insanına yabancılaştırmaktadır."
Üzeyir İlbak düşüncelerini, gelecekte gençlere yapacağı bir konuşma tasarımı ile belirginleştiriyor. Çamlıca'ya "cami merkezli bir kültür ve sanat külliyesi inşa etme fikrini ortaya atan dönemin başbakanına kendilerini 'entelektüel' olarak tanımlayan bir grup okur-yazar"ın şiddetle muhalefetini sorgulayanları "Onlar iktidarı ve buraya cami inşa edilmesi gerektiğini savunan her kesimi sanatı anlamamakla suçlayarak; tabiatı kutsadılar" şeklinde eleştiriyor İlbak.


İlbak eleştirisini bir adım daha ileri götürerek "Toplum sanattan anlayan azınlık ve sanattan anlamayan çoğunluk olarak ikiye ayrıldı. Halkın taleplerini sanatsal ve estetik bulmayanlara destek verenler arasında kimi Müslüman arkadaşlar da vardı." diyor ve bazı dindar yazarları da medyada yer alan yazılarının başlıklarını vererek eleştiriyor.


Yine, Çamlıca tepesinin "yeryüzünün ucube eserlerinden Eyfel Kulesi'nin çirkinlikte benzeri olmayan demir yığınlarıyla dolu" görüntüsünün Çamlıca'ya camii yapılmasına karşı çıkanlarca "estetik" bulunmasının oluşturduğu çelişkiye dikkat çekiyor: "Çünkü onları eleştirselerdi, içeriksiz 'karşı çıkma argümanları'nı halka ulaştıramayacaklardı. Onlar kentin her noktasından yükselen büyük bina ve iş kulelerini de görmüyorlardı. Ön kabul, gerçek dışı ve sahte gerekçelerle kurguladıkları düşüncelerini duyurmak için bu büyük inşaat sahiplerinin medyasına muhtaçtılar. Hiç kimse bu siluet ve doğa sevdalılarına 'Mecidiyeköy, Maslak, Zeytinburnu ve Şişli'de yapılan gökdelenler İstanbul'dan görünmüyor mu?' diye sormadı."
Üzeyir İlbak yazısını "Gerçek entelektüel, içinde yaşadığı toplumun vicdanıdır. O, toplumun refahı, kültür ve medeniyeti, ahlakı ve erdemi için çaba sarf eder." diyerek sonlandırıyor.

Dil ve Edebiyat dergisinde öne çıkan diğer yazılar şöyle:
Hüseyin Yorulmaz'la "Bir Neslin Ağabeyi ERDEM BAYAZIT" kitabı üzerine söyleşi;
İlhan Berk Bir Türk Şairi Midir? / Zafer Acar; Düşler Satıcısı (hikâye)/ Zehra Özgür;
Modernleşme ve Medeniyet Arayışlarının Neresindeyiz?/ Recep SEYHAN
Mustafa Oğuz'la Şairin Beş Vakti/ Âdem Turan
Üsküdar/ Rıza Kurtuluş. Detaylı bilgi için: www.tded.org.tr


Kaynak: OZEL
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...