Ben sıfır , O bir...

Burada hırs, nefret, benlik duygusundan uzak yakarışlar, tevbeler ortaktı.
Bir nisan sabahı, perdeyi açınca güneş gözlerimi kamaştırdı. Adeta Medine'nin nuru odamıza dolmuştu. Eşimle büyük bir heyecanla hazırlandık. Umreye gidecektik. Çocuklarımızı önce Allah'a sonra kendilerine emanet edip evimizden ayrıldık. On kişilik bir gruptuk. Rahat bir uçuştan sonra Medine'ye vardık.
O kadar uzundu ki dua listem, galiba Medine'deki ibadet için 2 gün yetmeyecek diye düşünüyordum. Çok kalabalıktı. Bu sözcüğü anlamak için aklınıza gelen bütün renkleri, bütün insan tiplerini gözünüzün önüne getirmelisiniz. Yani noktadan bile küçük olan insanı… En önemli ortaklığımız hepimiz Müslümandık. Ve sevgili peygamberimiz Muhammed Mustafa Sallallahü aleyhi ve sellem efendimizi ziyaret için burada bulunuyorduk. Mescid-i Nebevi'de… Bu muhteşem camide yapılan her ibadet ayrı bir dersti benim için. Her ezan başka bir uyanış, her secdeden kalkış başka bir dirilişti. Beni benden alan ise her Fatiha sonundaki "amin!.." nidasının bedenimde oluşturduğu titreşimdi. İlk andan itibaren peygamberimizle aramda bir gönül bağı kurup bunu ruhumda ve kalbimde taşımak ve kalıcı olmasını sağlamak için bütün duygularımı açık tutmaya çalışıyordum. Medine'deki ziyaretimiz bitmişti. Hepimiz beyazlara büründük. Ve Mekke'deyiz. Artık Kabe'de Allah'ın huzurunda idik… Tavaflar, saylar, dualar, tevbeler, hacetler, şükürler hiç bitmeyecekti. Kabe'de kalabalık yoktu adeta İnsan seli vardı. Bu selin içine biz de girdik. Bu ortamda kendimizi çok özel hissediyorduk ama her durum, her insan, her ses, her adım, bizim bir hiç; Allah'ın ise her şey olduğunu hatırlatıyordu. Burada hırs, nefret, benlik duygusundan uzak yakarışlar, tevbeler ortaktı. Yemeyi, içmeyi, uykuyu unutup "Bismillahi Allahü ekber" tekrarı ile doyuyorduk.
Dünyanın ortasında başka bir gezegendi sanki burası. Sadece Allah aşkı vardı. Burada zaten aklın, ruhun, bedenin, duyuların başka bir aşkı kabul etmiyordu. Tevekkül ve teslimiyet bizi ele geçirmişti. Tefekkür ise ayağını yerden kesiyordu. Yüzünü hiç görmediğimiz hocaların sanki gaibten gelen bir sesle okuduğu Kur'an-ı kerimler namazları mühürlüyordu. Hiç bilmediğimiz Arapçayı sanki anlarmış gibi… Ve namazlar huzuru bize geri veriyordu. Rüyalar ise Allah'ın ikramlarıydı. Tabi anlayana… Kuştüyü yatakmış gibi mermerin üstünde şekerleme yapan insanlar ise, ezanla adeta askeri nizamla dizilip sanki mahşer anını yaşıyorlardı.
Ablam kırk yıllık dostu gibi selam veren hanımları sarılıp öpüyor ve de çocuklarına dua istiyordu. Annem ise şaşkınlıkla onu seyredip," acaba önceden tanıyor muydu?" diye her seferinde bana soruyordu. Son sabah namazında ağlayarak ayrıldım. Çünkü dönüş zamanı gelmişti. Yatılı okuldan evci çıkan çocuklar geri dönerken benim gibi ağlayamaz herhalde. Beni koruyan derdimi dinleyen büyüğümden ayrılıyormuşum gibi geldi. Oysa O hep benimleydi zaten… Ben geri döndüm, fakat kalbim ve ruhum daha gelemedi… Orada kaldılar. gt; Gülay Demircigil-İstanbul
BİR ŞİİR
ŞEHİT MADENCİ
Madenci, bir maden işçisi
Madenci, bir toprak altı işçisi
Her gün toprağın altına girer
Hiç düşünmez tehlikeyi
Madenin korkusuz işçisi
Geçim uğruna, ailesi adına
Geleceğe, inandığı değerlere
Her gün iner madene
Bin bir zorlukla baş eder madenci
Göçüğü, grizusu her türlü belası
Sadece madeni kazmaz madenci
Kendi mezarını da kazar madenci
Beyaz girer madene siyah çıkar
Temiz girer madene kirli çıkar
Onun ekmeği taştan çıkar
Bazen canlı girer, cansız çıkar
Unutmayız madende ölenleri
Çünkü onlar maden şehitleri
Rahat uyu madenci yerinde
Çünkü kalbimiz ve ruhumuz seninle...
Sizden Gelenler / kultur.sanat@tg.com.tr
Yazı kuralları: Köşemizde milli manevi değerlere hakaret edici, kişilerin özlük haklarını ihlâl ve rencide edici, propaganda nitelikli yazılar yer almaz. Bu köşeye yazı gönderenler, yazılarının yayınlanmasına, noktalama işaretlerinin, kelime veya cümle hatalarının düzeltilmesine ve teliften doğan bir hak talep etmeyeceklerine razı olmuşlar demektir.