Ayla Algan: Batı efsanesi bitti!..

/ Kaynak: OZEL
Ayla Algan: Batı efsanesi bitti!..

KÜLTÜR - SANAT Haberleri  / OZEL

Ayla Algan: "Batı tükendi ben ne yapayım ki!.. Batı felsefeleri de tükendi. Yani psikolojik, patalojik hastalık olmaya başladı. Beaudrillard'da psikiyatrlar bile hastalıklı... Ne fena değil mi?"

Ali Ural yönetimindeki iki aylık edebiyat ve sanat dergisi Karabatak'ın 5'inci sayısı çıktı. Karabatak'ın bu sayıdaki konuğu Türk tiyatrosunun güler yüzlü sanatçısı Ayla Algan. Hüseyin Sorgun'a bütün içtenliğiyle kalbini açan Algan, " Batı tükendi ben ne yapayım ki!" tespitiyle dikkatleri kendi değerlerimiz üstüne çekiyor: "Yunus bana bir şeyler görmeyi öğretti. Yani fazla soruşturmayı da düşünmedim, oldum ben, hep oldum. O şeyin içinde buldum kendimi" diyor. nbsp;
Ayla Algan, Hüseyin Sorgun'un, "Batılı bir eğitim almış olmanıza rağmen, kültürle, yerel olanla ve tasavvufla da güçlü bir bağınız var. Bu bağlar nasıl kuruldu?" sorusuna şu cevabı veriyor:

##tgvideo##

"Ben liseyi Fransa'da okudum. Fransa'ya gittiğimde benim edebiyat hocam, Kur'an-ı Kerim'i getirdi bana. Edebiyatım çok iyiydi. O, Kur'an'a ve Hazret-i Muhammed'e felsefeci kimliğiyle bakıyordu. "Zamanımızda" dedi. "Platon'dan ve Aristo'dan sonra insanı ve bedeni kaale alan en önemli filozof" dedi. Hani dindar da olmasan, bu hakikati kabul etmek durumundasın yani, inanmasan, Müslüman olmasan da… Bizim zamanımızda eski Türkçeydi, biz okuyamıyorduk. Kur'an'ı öper başımıza koyar, rafa koyardık. Onu zamanla okuduktan sonra birçok teorinin, kuramın Kur'an-ı Kerim olduğunu gördüm. Mesela Cestait denen adamın anlattıkları Taha suresinde ifade ediliyor. Tasavvufa girdiğinde Hegel'in doğa içinde kodladığı adamı Kur'an-ı Kerim'de görürsün. O psikolojide bitiriyor, bizde doğada bitiyor."
Ayla Algan'ın, "Türkiye'den uzakta kaldığınız süre, sizde nasıl bir farkındalık oluşturdu? sorusuna verdiği cevap ise şöyle: nbsp;
"Biz öyle bir devrede yaşadık ki, vatanperverdik. Şimdi vatanperverlik sadece toprakla olmuyor, kültürünle oluyor, kimliğini koymakla oluyor. Belki orası bile bize iyi geldi, ters ayna gibi… Siz bilmiyormuşsunuz, biz biliyormuşuz türünden ön yargılar yaşadık."
Soru ve cevaplar şöyle devam ediyor:

-Bugün kendinizi Doğu'ya mı, Batı'ya mı daha yakın hissediyorsunuz?

"Batı tükendi…Ben ne yapayım ki… Batı felsefeleri de tükendi. Yani psikolojik, patalojik hastalık olmaya başladı. Beaudrillard'da psikiyatrlar bile hastalıklı. Çocuğu anneye babaya benzetmek için çalışıyor. Ne fena değil mi?"
-Tiyatro Araştırma Loboratuarı'nı kurdunuz, tiyatroya dair araştırmalar yapıyorsunuz. Bulduklarınız ne kadar kabul gördü?
"Her yeniyi getiren insanla alay ediyorlar, bunu da biliyoruz. Yeni yöntemler araştırıyoruz. Ya tutar ya tutmaz yani, halkın takdiri sonuçta… Seyircinin özgürlüğünü de göz önünde tukmak gerekir. Seyirciye ille böyle tiyatroyu seveceksin diyemezsin ki… Tiyatro bunu yapmazsa hiç yaşamasın daha iyi..

-Bugünden geçmişe baktığınızda ne söylemek istersiniz?

- "Vatanperverlik aslında… Hitler olmasa rahatça nosyonal sosyalist olduğumuzu söyleyebilirim. (Gülüşmeler) Şimdi yanlış anlarlar… Annemi şöyle kandırırdım: İstiklâl Marşı'nın ikinci dörtlüğünü okurdum. 'Yine mi komünist propagandası yapıyorsun" diye kızardı. Ben de 'İstiklâl Marşı, ayol', derdim. Babam matrak adamdı. 'Ben kompradorum değil mi?' derdi. nbsp;

-Arkadaşlıklarınız nasıldı?

"Menderes zamanı, kızı, damadı biz hep solcuyduk. Anadolu tribünündeyiz. Hepimiz de bir yerlerde okumuşuz. Amerikadan gelen bir petrol mühendisi çocuk, bize, 'Siz komünistmişsiniz öyle mi?' dedi. Biz de, 'Evet, öyle. Sen de olur musun' dedik. Bir hafta sonra kendisi geldi. Petrol kuyusu orada, rezervi Amerika'daymış, açamıyorlar. Bunu anlatıyor bize…"

-O dönem acıların canlı tanığıydınız öyleyse?

"Karşıda nasıl çektik o acıyı biz ya. Menderes'i asıyorlar biz de Büyükada'dayız. Hep arkadaştık. Fatin Rüştü Zorlu'nun kızı… Ama onlar çalıp çırpmadı ya zengin aileydi onlar. Niye öyle yaptılar… Yanlış şeyler de yaptık biz de yani, sol sol dediğin zaman. İhtilal sonrası galiba Musa Paşa'ya gitmiştim. O, 'Radyo evine gideceğim. O komünistleri şöyle böyle yapacağım' dedi. 'Paşam belki tanıyorumdur, kimler?' dedim. Meğer Azra Erhat ve Bedri Rahmi Eyüboğlu imiş. 'Paşam' dedim, 'Yapma, sen Yunanlıyı seviyor musun, bu Yunanlı değil, Anadolu diyor' dedim. 'Sahi mi?' dedi. Çok şeyler yaşadık…

Hüseyin Sorgun: Gençlere ne öğütlersiniz?

Ayla Algan: "Genç olunca insan, kızamıyorsun da. Ben şimdi artık şunu diyorum: Bir şeyi eleştirdiğin zaman, yerine yeni bir fikir getir. Hatta ben üç günlüğüne şu fikirdeyim de. Ben üç günlük bu kadar düşünüyorum de…"


Tiyatro Araştırma Laboratuarı kurdu


2010 yılında vefat eden eşi Beklan Algan'ın kurduğu Tiyatro Araştırma Labratuarı'nda Ayla Algan, sanat çalışmalarını kızı Sevi'yle birlikte yürütüyor.




Karabatak'ta başka neler var?


Karabatak'ın beşinci sayısında ayrıca, Hüseyin Akın; nbsp;"Marka İdeolojisi ya da Zevahir Nasıl Kurtulur?" başlıklı yazısıyla nesnelerin ve eşyaların insanlar üzerindeki egemenliğini tartışmaya açarken, Cenk Işıldaklı, "Marka Güzellemesi"yle ironi ve ima mecrasında sorguluyor marka olgusunu. Güzide Ertürk, "Dozunda Bir Yüzsüzlük" adlı denemesiyle marka yazarlara projektörünü çevirirken, Naime Erkovan, marka kitapları "El Yapımı İhanetler Sözlüğü"nün maddeleri arasına dahil ediyor. A.Ali Ural ise "Marka ve İtkan" adlı yazısıyla "kalite"nin bir gösteriş aracı değil bir hak olduğuna dikkatleri çekmeye çalışıyor. Karabatak'ın bu sayıdaki konuğu Türk tiyatrosunun güler yüzlü sanatçısı Ayla Algan. Hüseyin Sorgun'a bütün içtenliğiyle kalbini açan Algan, " Batı tükendi ben ne yapayım ki!" saptamasıyla dikkatleri kendi değerlerimiz üstüne çekiyor: "Yunus bana bir şeyler görmeyi öğretti. Yani fazla soruşturmayı da düşünmedim, oldum ben, hep oldum. O şeyin içinde buldum kendimi." Karabatak art arda kapılar açıyor bu sayısında da: Poetika kapısının ardında Prof. Dr. Hasan Akay'ın özgün bir sembolik okumayla "Adem Kasidesi"ne getirdiği derinliği, Celal Fedai'nin bir edebi manifesto niteliği taşıyan "Şiirde Post-Modern Natüralizmle Buraya Kadar" yazısındaki sarsıcı tespitlerini ve Ali Galip Yener'in "Kültürün Endüstrileştiği Toplumda Şair Sözü Üzerine" başlıklı poetik eleştirisiyle militarist modernleşmenin kazanına düşen Türk şiirinin kayıplarını görüyoruz. Deneme kapısının ardındaysa iki eleştirel bakış var: Mehmet Sabri Genç, "Şeytan Serhoş Olduğunda" denemesiyle mizanını kaybeden Batı'dan bir kesiti daha ironi masasına yatırırken, Hasibe Çerko, "Potemkin Zırhlısı"ndaki düşünsel yolculuğuna bu sayı da devam ediyor. Prof. Dr. Mehmet Oğuz Yenidünya, Fatih Taşçı, Eray Sarıçam ve Sümeyra İkiz, deneme kapısının arkasındaki diğer kıymetli isimler… Karabatak'ın bu sayıdaki şairleri: A.Ali Ural, Celal Fedai, Cevdet Karal, Adem Yazıcı, Şafak Çelik, Dursun Güzel, Ayşe Sevim, Suat Karagöz, Kamil Remzi Cin, Meryem Kılıç, Sümeyra Yaman, Süleyman Unutmaz, Hayrettin Orhanoğlu, Hasibe Çerko, Emrah Topaloğlu. Öykücüleri ise: Naime Erkovan, Ayşe Sevim, Murat Dai, Nur Kıpçak, Gülçin Aydın ve İmran Elagöz Taşkın… Gezi edebiyatı, F. Hande Topbaş'la sürdürdüğümüz devri âlemle sürüyor. Bu sayıdaki durağımız: İskoçya. Rahşan Tekşen'in yolu ise Galata Kulesi'ne düşüyor İstanbul gezilerinde. Atölye yazımızı bu kez Ayşe Topbaş kaleme alıyor. Ressamımız: Monet. Karabatak beşinci sayısında da Sedat Gever'in büyüleyici manipülasyonlarına, Ertan Sertöz'ün özgün çizgilerine, Fatih Korgan'ın derinlikli fotoğraflarına yer veriyor. Karabatak, seçkin okuyucusunu beşinci macerasına davet ediyor. nbsp;
Karabatak dergisi, Tel: 0212 528 23 57 nbsp;www.karabatakdergisi.com nbsp;


KÜLTÜR - SANAT
Kaynak: OZEL
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...