"Meşgaleniz, asıl maksadı unutturmasın evlatlarım!.."

A -
A +

Şu birkaç senelik dünyadaki esaret hayatım, bütün acıklı sahneleriyle, gözümün önünde canlanmıştı yine...

 

 

 

Gözlerimden yaşlar akıyordu. Servet ve ikbal sahiplerinin sonu gelmez kaprislerini hiç yaşamamış olmama rağmen, nefsimin hizaya gelmemesine ağlıyordum. Ne kadar üzgün, ne kadar kırgın olduğumu gösteren baygın gözlerimden sicim gibi yaşlar dökülüyordu... Her insan gibi benim de hürmet görüp sevmek ve sevilmek en tabii hakkım olsa da kimselerden öyle bir şey de beklemedim. Bekleyenlerin ömrü bittiği gibi beklemeyenlerinki de geçip gitti! Hayat ne kadar da kısaymış meğer. Bir göz açıp kapamak kadar, anlık bir şeymiş. Hâlbuki niceleri, nice insanın haklarını ayakları altında ezdi gitti. "Şimdi nasıl hesabını verecekler?” dedim, ağladım. Acı çeken küçük yaramazlar gibi uçları aşağıya doğru hafifçe meyletmiş ince, buruşuk dudaklarım titreye titreye taa içimden boşanıp gelen hıçkırıklarla doluyordu. Ne nazlanıp kucağında ağlayacak bir anacığım, ne de bana kol kanat gerecek bir babacığım veya başka bir büyüğüm vardı... Rabbimden mâadâ hiç kimsem yoktu...

 

Şu birkaç senelik dünyadaki esaret hayatım, bütün acıklı sahneleriyle, gözümün önünde canlanmıştı yine. Uğradığım nice şiddetli hakaretler, haksız yere yediğim hesapsız dayaklar, kırılan küçücük ümitlerim, masumane arzularım nihayete ermiş, hepten bitmiş olacaktı.

 

Medresede ilk günlerimdi. Aile hasretiyle üzüntülüydüm. Hocamın gözünden kaçmamış olmalı ki yüzüme mânâlı mânâlı baktı, sonra buyurdular ki:

 

"Anne karnındaki çocuk doğmak içindir, orada yaşamak için değil. Dünyaya gelen çocuk, yani her insan da ölmek için yaratılmıştır, kalıcı değil! Doğmak, ölmenin habercisidir!”

 

Bir gün de talebelerle medreseyi bitirince “şunları şunları yapacak, zengin olacağım…” demiştim ki o müşfik bakışları üzerimde hissettim. Güya bana demiyormuş gibi bütün talebelere dönerek unutamayacağım şu sohbeti yaptılar:

 

"Meşgaleniz, asıl maksadı unutturmasın evlatlarım! Asıl maksat, zengin olmak, şan, şöhret sahibi olmak değil, ahireti kazanmaktır. Her an son nefes endişesi ile yaşamalıyız. Korkusuz, endişesiz yaşamak tehlikelidir. Gerçi suyun aktığı yönden gideceği yer belli olur. Ancak, milyonda bir de olsa tersi olabilir. Bunun için akıbetimizden korkmak lazım.”

 

Medresenin yakınında bir buğday tarlası vardı. Sahibiyle ahbap olmuştuk. Bazen evinden testilerle süt getirip ikram ettiği de olurdu. Yine onunla güle oynaya konuşup buğdayları toplamaya yardım ederken yanımıza teşrif etti mübarek Hocam:

 

"Bu dünya, âhiretin tarlasıdır. Burada tohumlarını ekmeyip yiyenler, bir tohumdan kat kat meyve kazanmaktan mahrum kalanlar, ne kadar nasipsiz ve ahmaktır. Kardeşin kardeşten kaçacağı, ananın evlâdını tanımayacağı o gün için hazırlanmayanlar, dünyada da, âhirette de zarardadır ve sonunda çok pişman olacaklardır. Aklı başında olan, burayı fırsat bilir. Bu kısa zamanda, yalnız dünya lezzetleri ile zevklenmek için değil, tohum ekmek ve bir hayırlı iş, yani Allahü teâlânın beğendiği işi yaparak, âyet-i kerîmede bildirilen, kat kat fazla meyveleri toplamak istemelidir.” DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

300
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.