“Bekle Erzurum, bekle Narman ben, geliyorum" 

A -
A +

Arkadaşların canhıraş bağrışmalarıyla uyandım. Ne olduğunu anlamaya çalışırken pencereden baktım. Korkunç bir uçurumun ucundayız! 

 

 

 

Gümüşhane, bir vâdi içinde... Yerin gökle birleşmiş gibi göründüğü ufuk hattına bakabilmek için başını yukarı kaldırmak mecburiyetindeydin. Ben de öyle yapıp etrafa şöyle bir bakayım dedim. Her taraf alabildiğine kar, tipi-boran hiçbir şey net değildi. Evet, güzel şeyler olacağına öyle inanmıştım ki aksini düşünemiyor, etrafımı bile göremiyordum.

 

Bu hissiyatla otobüse bindim. Koltuğa gömülür gibi oturup pencereden dışarı baktım. Vınlayarak esen sert rüzgâr sanki; “bekle Erzurum, bekle Narman geliyorum, geliyorum!" diyor gibiydi.

 

Karda kışta yolculuk hep öyle olur; koltuğa oturur oturmaz ister uykusuzluk, ister yorgunluk ve hasretten, ne derseniz deyin, yavaş yavaş gözlerim kapanırdı. Yine öyle oldu. Uyumuştum. Neden sonra arkadaşların canhıraş bağrışmalarıyla uyandım. Ne olduğunu anlamaya çalışırken pencereden baktım. Korkunç bir uçurumun ucundayız! Ha kaydı, kayacak vaziyette arabamız asılı kalmıştı. Boybeyi isimli arkadaşım kapıyı tutmuş ne atlayabiliyor ne de çıkmak isteyenlere müsaade ediyordu. Belli ki şok geçiriyordu. Koştum var gücümle ittirdim, birlikte karlar üzerine yuvarlandık. Bizi gören bütün talebeler arabadan atladı.

 

Dışarıdan bakınca işin vahametini daha iyi anladık. Koca otobüs, buz tutmuş rampayı çıkamamış kaymış, bir kayaya takılıp öylece kalakalmıştı. Ufak bir hareketle dereye uçabilirdi Allah muhafaza. Ondan sonrasını düşünmek dahi istemiyordum...

 

Vakit ilerliyor, soğuk dayanılacak gibi değildi… Neden sonra bir kamyon geldi. Bizi bu hâlde görünce acıdı, durdu. Halatlar bağlandı otobüs, düzlüğe çekildi.

 

Vakit akşam olmak üzereydi. Tekrar herkes yerini aldı. Karanlıkta bu kadar gençle virajlı, bakımsız yollarda yolcu taşımak şoförümüzü korkutmuş olmalı ki, kamyoncuya bayağı yalvardı, dil döktü;

 

“Dadaşım, yalvarmana lüzum yok, zaten hâlinizi görüyorum, ne lazım gelirse yaparım. Kamyonumun da bir farı yanmıyor. Ben önde siz arkamda peş peşe gidelim” diye söz verdi. Karanlıkta yol almak ancak bu şekilde mümkün olacaktı. Kış, gece ve iki vasıtanın tek farıyla Narman'a kadar gidecektik. Başka çaremiz yoktu.

 

“Bir kaza olacak ama nasıl?” diye düşünerek uyanık kalmaya çalışsam da aşırı stres ve yorgunluktan dolayı yine uyumuştum. Ne kadar yol aldığımızı hatırlamıyorum. Canhıraş bir bağrışmayla tekrar uyandım. Arabanın içinde ne varsa üstüme üstüme düşüyordu. İnsan, valiz, çanta, torba daha neler neler... Kimi kafama, kimi koluma çarpıyordu. Bazen ben de bazılarının üstüne düşüyor, bir yerlere çarpıyor, tutunamıyordum. Korktuğumuz başımıza gelmiş, kaza yapmıştık. Arabamız bir yerden yuvarlanıyordu ama nasıl neticelenecekti?

 

Ölmek korkusu ile durmadan Kelime-i şehadet getirirken bir taraftan da; "Acaba nasıl öleceğim? Karnıma bir şey mi saplanacak, başıma bir şey mi vuracaktı?” diye oldukça gergin vaziyette meçhul akıbetimi bekliyordum. Saniyelerin yıllar kadar uzun geldiği bu korku dolu anlar bir türlü bitmek bilmiyordu. DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

300
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.