Belediyecilikte sistemin çöküşü!

A -
A +

Osmanlı Devleti’nde bugünkü belediye başkanının görevleri de kadıya aitti. Kadı ise devletin en önemli görevlisi idi. Adaleti sağlayan kadılardı. Osmanlıya adil devlet vasfını kazandıranların başında onlar gelirdi.

 

Onlar yanlış yaparlarsa, “adalet kalmadı” diye insanlar şikâyete başlarlardı.

 

Kadı bulunduğu yerde en fazla iki yıl görev yapardı. Bu durum da yolsuzluk ve usulsüzlüklerin önünü kesmekte önemli bir engeldi.

 

Hata ve usulsüzlüğü ortaya çıkarsa derhâl görevinden azledilirdi. Kendisini koruyacak, geri dönmesini sağlayacak siyasi bir grup yoktu. Şayet yolsuzluk yapacak olsa; değil korunması millet azli için seferber olurdu!.. 

 

Son dönemlerde ülkemizde belediyelerde korkunç bir savurganlık ortaya çıktı. Bunun arkasından usulsüzlükler, yolsuzluklar, rüşvet, iltimas, adam kayırmacılık aldı başını gitti. İşleri başından aşan mahkemeler bir de bunlarla uğraşmak zorunda kalıyorlar.

 

Nitekim Türkiye’nin son on gündür yaşadıkları bu yolun sonuna gelindiğini artık gösteriyor. Bu devranın böyle sürmeyeceğini işaret ediyor.

 

İBB Başkanı İmamoğlu göreve geldiğinde iş adamı bir dostum belediyede dönen rüşvet çarklarının nasıl yürüdüğünü anlatmış ve “öyle ustaca yürütüyorlar ki aklım durdu” demişti. Mutlaka bu konuda birilerinin şikâyetleri çok olmuştur.

 

Fakat İmamoğlu’nun ikinci kez seçilmesinin ardından öyle bir tablo ortaya çıktı ki dudak uçuklatacak cinsten.

 

560 milyar liralık bir yolsuzluktan söz ediliyor. Alınan nice kredilerin buhar olup uçtuğu görülüyor. Bütün bu akıl almaz vurgun ve yolsuzluk son yılın bilançosu. Geriye dönük gerek İBB Başkanlığı ve gerekse Beylikdüzü Belediye Başkanlığı dönemlerinde neler oldu denilse mutlaka ortaya o korkunç rakamlar yine çıkacaktır.

 

Zira gerek Beylikdüzü ve gerekse İBB Başkanlığı döneminde ilçe ve şehir halkı hizmet adına çivi çakılmadığının farkındadır.

 

İnsan onun yerine gelecek başkana Allah kolaylık ve sabır versin demekten kendini alamayacaktır.

 

Şuraya yazabilirsiniz. İnsanlar yarınlarda ya hiçbir hizmet alamayacaklar veya çalışanlar maaş yerine nasihat dinleyeceklerdir. O kredi borçları yarınlarda istenmeyecek mi sanıyorsunuz? Bütün bu yolsuzluklara anında müdahale etmemek Türkiye’nin geleceğini ipotek altına aldırmaktır.

 

Bu durumda son yıllarda uygulanan ve hiçbir sıkıntısını görmediğimiz kayyım idaresinin mevcut belediyeciliğin yerini almasının vakti geldi diyebiliriz. Partilerin rant kapısına dönüşen, adam kayırmacılığın zirve yaptığı, her el değişikliğinde zulümlerin yaşandığı, yolsuzluğa, rüşvete ve hatta soyguna dönüşen bu belediyecilik sistemi son bulmalıdır.

 

Van’ı, Diyarbakır’ı mükemmel idare eden kayyım sistemi tüm şehirlerimizde yerini almalıdır. Aksi hâlde Türkiye’yi talan eden dönemlere yelken açacağız gibi durmaktadır. Neden?

 

 

Daha vahimi!

 

 

Evet birileri yolsuzluğa rüşvete bulaşabilir. Yargı mekanizması bunun hesabını soracaktır. Peki bunu önlemek için gençlerin sokağa çıkmalarına ne diyeceksiniz!

 

Bu gençler yarınlarda hangi değerleri savunacaklar. Hırsızlığa, arsızlığa, görev ve yetkilerini kötüye kullananlara sahip çıkmanın erdeminden mi bahsedecekler!..

 

Gençliğin şu tablosu üzerinde çok iyi düşünmek ve değerlendirme yapmak gerekir. Güya yüzyıldır, düşünen, araştıran mukayese yapan bilgi çağının zirvesinde yaşayan gençlik diye övündüğümüz nesillerimiz nasıl bir savrulmanın eşiğinde görelim artık...

 

Peki ya öğretmenler! Dersleri boykot eden talebeleri boykota ve izinsiz yürüyüşlere teşvik eden öğretmenlere ne söylenecek? Geleceğin ahlaklı gençlerini bunlar mı yetiştirecek? Artık herkes hırsızına, düzenbazına, sahtekârına sahip çıkmaya mı başlayacak. Gelen giden devleti soymaya mı çalışacak. Efendim henüz kesinleşen bir durum yok mu diyorsunuz!

 

Öyleyse yargıyı bekleyip neticeyi görelim. "Hak eden cezasını çeksin veya aklansın görevinin başına dönsün" demekten başka ne denir. Böylesi girişimler yargıyı etki altına almaktan hataların üstünü örtmeye çalışmaktan, soygun düzeni devam etsin demekten başka ne işe yarar?

 

Ana muhalefet partisinin tavrı ise içler acısı. Yargıya yapılan şikâyetler tamamen kendilerinden geliyor. Belli ki belediyelerde yolsuzluğa karşı çıkan böyle bir uygulamanın içerisinde bulunmaktan rahatsız olan üyeler var. Buna paylaşım kavgası da diyebilirsiniz. Açıkçası ben konuya öyle bakmıyorum. Böylesine tehdit ortamında korkmadan çekinmeden konuyu yargıya taşıyanları tebrik ediyorum.

 

Öyle sanıyorum ki bu şikâyetler yargıdan önce CHP merkezine mutlaka iletilmiştir. Çözüm bulunmaması, es geçilmesi ve hatta belki tehdit edilmeleri karşısında bu yürekli insanlar konuyu yargıya taşımışlardır.

 

Hâl böyle iken CHP idaresinin iktidar partisini suçlaması, kitleleri sokağa dökmeye çalışması ve yerli ve millî şirketlere boykot çağrısı yapması akılalmaz bir tutumdur. Tamamen suçüstü yakalanmanın dışa vurumu gibidir.

 

Nitekim Özgür Özel ülkesini yabancılara şikâyet edecek ve onlardan, Türkiye’ye yaptırım uygulamasını isteyecek kadar gözü dönmüş bir tavır sergilemektedir. Tanzimat’tan beri ezik devlet adamlarında alışageldiğimiz bir tavrı bu hareketiyle yeniden hortlatmıştır.

 

Röportaj verdiği BBC muhabirine konuşurken İngiltere Başbakanı Keir Starmer’e, yıkılmışlığını gösteren bir yüz ifadesiyle “Kendimizi terk edilmiş hissediyoruz, bu nasıl dostluktur?” diye seslenerek acı bir dille yalvarmıştır.

 

Yahu sen kendini İngiliz genel valisi mi zannediyorsun ki İngiliz başbakanından yardım dileniyorsun!..

 

Devletimize dış ülke hayranlığının zirve yaptığı bir dönemde muhalefetteki bu hâli görmek en büyük talihsizliktir.  

 

 

Utanmazsanız öyle yapın!

 

 

Osmanlı ordusu Uyvar’ı muhasara altına almıştı. Kuşatmanın 38. günü (24 Eylül 1663) artık kalenin düşeceği belli olmuştu. Osmanlılar hücum hazırlıkları içerisindeyken, müdafiler, “el-aman! el-aman!” diye bağırıp çağırarak teslim bayraklarını Beç Kapısı üzerine diktiler. “Zaferin zekâtı affetmektir”, sözü ile hareket eden sadrazam, hücumu durdururken askerlerine de uyanık durmalarını emretti.

 

Öğleye doğru kaleden çıkan iki kişi sadrazamın huzuruna gelerek; “Devletli Vezir! Kalenizi Allah mübarek eyleye. Lakin bize emn ü eman ver ki malımıza canımıza zarar olmaya!” dediler. Sadrazamın aman vermesi üzerine sekiz madde rica ettiler. Şöyle ki:

 

Malımıza ve canımıza zarar gelmesin. Tatar yüzünü görmemek için ordu içinden geçmeyelim. Bin kadar araba verin. Krala gösterilmek üzere kalede ne şekilde cenk eylediğimizi beyan eden bir mektup verin. Bizler kaleden çıkmayınca İslam askeri girmesin. Bol miktarda zahire verilsin. Yaralı olanlarımız kalede kalsınlar ve iyileştiklerinde vilayetlerine yollansınlar...

 

Paşa küçük değişikliklerle isteklerini kabul ediyordu. Nihayet son olarak, “kaleden çıktığımızda bayrağımız açıp tablımızı (trampetler) döverek gidelim”, dediler.

 

Fazıl Ahmed Paşa bu sözü duyunca; “Utanmazsanız böyle edin, tabl dövün, boru çalın ve bayrak dahi açın, kalenizi teslim ettiğinizi cümle âleme ilan edin” cevabını verdi.

 

İmamoğlu’nun tutuklanması sonrasında yaşananalar bana Uyvar’daki bu görüşmeyi hatırlattı.

 

Ortada hırsızlıktan, suistimalden dolayı yargıya taşınmış bir dava var. Davalının taraftarları günlerdir sokaklarda nümayişler yapıyor. Tencere tava çalıyor. Bir bakıma sanki hırsızlığı dünya âleme duyuruyorlar!..

 

Bunlar, ne var ne oluyor diyenlere ne cevap vereceklerdir. Başkanımız hakkında hırsızlık yolsuzluk iddiaları var. Göz altına alındı. Onu kurtarmak için çalışıyoruz mu diyecekler. Hayır biz hükûmet istifa etsin diyeceğiz. Peki konunun hükûmetle alakası nedir? Hükûmet yargıya müdahale mi etsin! Yargıyı mı durdursun diyeceksiniz. Bu yol da kapalı.

 

Bu defa hükûmet adaleti uygulamıyor kendine başka, başkasına daha başka davranıyor tezini ortaya atmaktalar. Oysa hükûmetin yolsuzluklara izin verdiği konularda AK Parti belediyeleri hiç de az değil.

 

Nitekim 2024 yılında İçişleri Bakanlığı CHP’li belediyelere elli sekiz soruşturma izni verirken bu rakam AK Partili belediyelerde elli dokuz olmuş.

 

Konuyu hangi taraftan tutsanız sonuç CHP açısından hüsran gözüküyor.

 

Netice: CHP bir türlü milletin partisi olma yolunda ilerleyemiyor, kendini yenileyemiyor, kaostan beslenme yolundan vazgeçemiyor, dünyada değişen siyaseti göremiyor ve hâlâ 1940’lı siyasetini sürdürmeye çalışıyor.

 

Böyle gidişin, hayır umulur mu gelişinden?..

 

 

TEFEKKÜR

 

 

Görünce hakkı kabul ahsen-i hasâildir

 

Kabîh hulk olamaz âdemin inâdı kadar

 

          Âsaf (Mahmûd Celâleddin Paşa)

 

(Hakkı görünce kabul, en güzel haslettir,

 

İnsanın inatçılığı kadar çirkin huy olamaz.)

 

 

 

Ahmet Şimşirgil'in önceki yazıları...

300
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Mehmet Kara28 Mart 2025 18:31

Bu ülkenin dindarları olarak, başkalarinin hukukunu da savunmazsak, bilelim ki bu eksik dindarlıktır.