Ne güzel komşumuzdun sen... Savaş abi

Hangimizin hatırası yok ki Savaş Abiyle? Kimini kolundan tutup ekrana çıkararak derdine çare aradı, kimine bizzat maddi katkılar yaptı.
Biyografi yazarları onu "1954 yılında Gaziantep'te doğdu. Çeşitli gazete ve televizyonlarda çalıştı. Ulaş Can ile Sanem'in babası. Muhabirlik, yazarlık, program yapımcılığı ve sunuculuğun dışında, 'Dansöz' filminin yönetmenliğini ve senaryo yazarlığını da yaptı" diye yazar.Savaş Ay bu cümlelere sığar mı?
Hangimizin hatırası yok ki Savaş Abiyle?
Kimini kolundan tutup ekrana çıkararak derdine çare aradı, kimine bizzat maddi katkılar yaptı.
Dobra dobra, herkesle kaynaşabilen, birikimli, bitirim, deli dolu, tam polis muhabiri olacak bir adamdı…
Annesinin cenazesinde fotoğraf çekebilecek kadar gazeteci, ekrana çıkardığı fakir bir anne için gözyaşı dökecek kadar insandı.
Şiir yazışı da, okuyuşu da "nevi şahsına münhasır"dı.
İnternetin sözlük yazarlarından birinin (aziz kedi) tabiriyle, "Sen bizim koltuk altı terimiz, sabun kokan yünlü banyo lifimizdin abi. Ekmeğimizin köşesindeki fırın etiketi, kül tablamızın sigara koyma yerine bulaşan katrandın abi..."
Ya da (baphomet), "Başında A Takımı şapkası ile 'Biz bu halkın evladıyız' tavrıyla gezmedik kanal bırakmadı."
***
"Kumpanyalarda büyüdüm" demişti. Akordeonu babasından (Turan Ay), şarkı söylemeyi annesinden (Şükran Ay) öğrenmişti.
Tam 15 yıl mücadele ettiği gırtlak kanserinin "volümünü kıstığı" sesini bir "ayrıcalığa çevirip" bu "özel tını" ile şiirler okumuştu ekranda:
Kapı kapı bu yolun
her kapısı ölümse,
Her kapıda ağlayıp
son kapıda gülümse!
TGRT'de Necip Fazıl Kısakürek için hazırladığı özel programda böyle demişti. Yine Üstaddan seçtiği bir başka şiir şöyleydi:
"Son gün olmasın dostum
çelengim, top arabam,
Alıp beni götürsün tam
dört inanmış adam."
***
Ne kadar vefalı bir insan olduğunu göstermişti, 24 Şubat 2013 günü Sabah gazetesindeki "Sevgiyi 'Ören' ağabeyin ardından" başlıklı yazısında…
"Ekmeğini yediği" Enver Ören Ağabeyimizin vefatı sonrasında yazdığı "sitayişli" o yazı, aynı "tekneden" ekmek yiyen nice vefasız için ibret doluydu…
"Hep güldüğün için sana güle güle demiyorum Enver Abi. Yattığın yerin, kalbin kadar ferah, aydınlık, güzel olmasını dilerim" diye bitirmişti o yazıyı.
"Sen de nasiptar ol o yerden" diyelim biz de…
ÇALIŞTIĞI GAZETE VE TELEVİZYONLAR
• Dünya
• Tercüman
• Vatan
• Milliyet
• Sabah
• TGRT
• Kanal D
• Kanal 6
• Show
• Flash
• Star
• A Haber
CENAZESİ YARIN DEFNEDİLİYOR
15 yıldır gırtlak kanseriyle mücadele eden duayen gazeteci Savaş Ay dün vefat etti. Savaş Ay'ın cenazesi yarın Fatih Camii'nden kılınacak ikindi namazından sonra Eski Topkapı Mezarlığı'na defnedilecek.
![]() |
Hazırlayan
Sadık Söztutan
sadik.soztutan@tg.com.tr
-----------------------------------------------------------------------------------------------
SAVAŞ AY'IN SON FOTOĞRAFLARI İÇİN TIKLAYINIZ
Savaş Ay için ne yazdılar
SAVAŞ AY- FOTO GALERİ TIKLAYINI
SAVAŞ AY KANSERLE MÜCADELESİNİ TGRT HABER'E ANLATMIŞTI
##tgvideo##
İŞTE HASTANEDEKİ 23. GÜNÜNDE YAZDIĞI KÖŞE YAZISI...
"Samatya ben fazla kalmayacağım"
Aklınıza boşboğazlık ettiğim gelmesin. Bayram öncesinin un kurabiyesi tadını bozmak için değil, mevzu gereği "hastanedeyim" diyerek başlayacağım yazıma. Vaziyetim şimdi hatırlatacağım bir filmle benzer hale gelince ara bağlantıyı açıklamak da girizgâhıma düşecek çünkü. Hafıza kovanızı geçmiş kuyusunun 4- 5 yıl önceki zaviyesine sarkıtın lütfen.
O günler
O zamanki Bayrampaşa Cezaevi'nde açıklama yaparak; bir grup sinemacı çalışma yapmıştı. Sefa Önal, Birol Güven gibi ustaların denetiminde harika bir çalışmaydı bu. 3 aylık atölye seminerlerine katılan 80 tutuklu, 15 film hikâyesi yazmış, "Hayal Kurmak Serbest" adlı bu atölyenin ilk meyvesi seçilmişti. Adı dilinize geldi bile değil mi?
Evet: "Bayrampaşa Ben Fazla Kalmayacağım"...
Gerçek bir öyküydü. Buraya bir şekilde gelen bir arkadaşa "çay içer misin?" demişler, "Zahmet olmasın. Ben fazla kalmayacağım. Az sonra yanlışlık anlaşılır ve giderim" demiş. Ancak 2 senedir orada yatmakta.
Durum vaziyeti
Benim durumumla olan bağlantıya gelirsek. Evden 1 günlük ayakta hadi bilemedim 2 gün 2 gece yatarak gözetim altında geçireceğim bir hafta sonu için tıpış tıpış geldim hastaneye. Kısa bir kontrol ve beklediğim sonuç. "Bugün tamam, yarın yine gel." Deyip uğurlandım doktorlarımın yanından. Yarın da geleceğim sonra işlem tamam olacak ohh...
Sabah müthiş bir halsizlik ve kapıda ambulansın hazır olduğu haberiyle uyandım.
Üstümü değiştirip fotoğraf makinemi alıp çıkarken koca bir çanta hazırlayan kız kardeşime de çıkıştım: "Yahu 2 saatlik bir tedavi ben fazla kalmayacağım ne hazırlığı bu?"
Pilli bebek
Yakınlarıma tüyoyu verip beni ürkütmemişler meğer. Kapıya doğru 3 adım daha atınca fişi çekilmiş oyuncak bebek gibi yığılıverdim kapı önüne. Nabız, tansiyon, stres, yorgunluk, malum hastalığımla birleşince şallak mallak etmiş beni de haberim yokmuş meğersemse...
Ben hâlâ içten içe gülmekteyim ve "abartıya bak" çekiyorum içimden.
Ambulansa götürebilmek için sosisli sandviç gibi yaptılar ki dar merdivenleri rahat inelim. Arayı atlayarak hastanenin yani eski Samatya SSK olan, şimdinin İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin kapısındayız, apar topar KBB (Kulak Burun Boğaz) servisine çıkarılmaktayım.
Sedyeden yatağa
Az sonra tertemiz bir odada buluyorum kendimi. Sedyeden yatağa geçtiğimde külçe haldeyim. Bir grup doktor odaya koşturunca kalkıp selamlamak istiyorum ama mümkünü yok. "Neden zahmet ettiniz ben az sonra çıkacağım?"diyorum ama ne sözüme itibar ne yüzüme bakan var. Birbirlerine kaçamak bakışlar atıp, acısını sonradan fark edeceğim gülümseyişler süzüyorum dudaklarından.
Sonrası mı?
Bugün itibariyle 23 gündür hastanedeyim, daha da kolayına çıkarmaya niyeti yok doktorlarımın. Gerisi bu 23 günün hikâyesini anlatmakla gelecek ama dedim ya ürkmeyin aman! Hastanelerde nasıl umut yeşerir, genç sağlıkçılar başta olmak üzere, kadroların başlarına gelip geçen çoğu kara mizah olaylar, göz tanıklıklarım ve daha bir dolu ilginç öykücükler. Ne zaman?
Perşembe günü ilk yazımdan başlayarak... "Bugünlük girizgâh" demiştim; ilaveten hayırlı bayramlar da dileyeyim. Mübarek ola...