Cumhurbaşkanı Gül, son konuşmasını yaptı

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 11. Cumhurbaşkanı olarak son kez kürsüde konuştu
TBMM Genel Kurulu, Meclis Başkanı Cemil Çiçek'in başkanlığında toplandı. TBMM Başkanı Çiçek, 24. Dönem 4. Yasama Yılı'nın sunuş konuşmasını yaptı. Şu anda Abdullah Gül, 11. Cumhurbaşkanı olarak son kez kürsüde konuşma yapıyor. İşte Gül'ün konuşmasından satış başları: Beni Cumhurbaşkanı olarak seçen, üyesi bulunduğum Meclis'tir. Görev yaptığım 6 yıl boyunca anayasal sorumluluklarını yerine getirirken TBMM'nin çalışmalarını yerinde izledim. Değerli siyasi partilerimize bu vesileyle teşekkür ederim. Demokrasi mücadelesinden Türkiye kazancaktır. Aktif siyasetin içinden gelen biri olarak seçimlerin belirleyeciliğine yürekten inandım. Demokratik teamüllerin ayaklar altına alındığı dönemde dahi sandığa olan inancım sarsılmadı. Demokrasinin fren ve dengeler sistemi olduğunu aklımda tuttum. Demokratik reformların gerçekleştirilmesini her fıssatta savuna geldim. Etrafımızda yaşanan trajedilere rağmen hukukun üstünlüğüne olan inancım sarsılmadı. Ülkemiz 3 önemli seçim gerçekleştirecektir. Bir demokrasi şöleni havasında geçeceğine emin olduğum seçimlere herkes saygı duyacak, seçimi kazananlar tüm milleti temsil edeceklerdir. Ülkemizde siyasi tartışmalarla başlayan kutuplaşma bazen siyasetin önüne geçebilmektedir. Son yıllarda sessiz devrim olarak adlandırılabilecek pek çok reform hayata geçirilmiştir. Takdirle karşılanan bu reform ruhuna sahip çıkmakta fayda vardır. Dün Sayın Başbakan tarafından açıklanan yeni adımları da memnuniyetle karşılandığını ifade etmek isterim. Türkiye gibi hızla gelişen toplumun talepleri bitmez. Bu açıdan Gezi Parkı'ndaki gençlerin barışçı eylemlerini demokratik gelişmizliğimizin tezahürü olarak gördüm.
İyi niyetle başlayan eylemler zamanla kamu düzenini bozmuştur. Ülkemizin algısını bozan olaylar yaşanmış 1'i polis 6 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. Demokrasilerde farklı düşünceler, itirazlar şiddete bulaşmadan ifade edilebilir. Ne var ki yapılacak eylem ve gösterilerin toplum akışını engellememesi gerekir. Toplum düzeninin illegal şekilde bozulduğu durumda yetkililer görevlerini yerine getirmek zorundadır. Kuvvetler ayrılığı, özgür basın, etkili muhalefet demokrasinin olmazsa olmazlarıdır. Güçlü muhalefetin varlığı, bağımsız medya demokratik gelişim açısından önemlidir. Demokratik hak ve özgürlüklerin en geniş biçimde imkan sağlamak için geriye gitmiş ülke yoktur. Tüm siyasi partilerimizin demokrasi kültürümüzü geliştirmesi için gayret göstermesi önemlidir. Medyanın da yapıcı tavrının sorumluluğunun farkında olması gerekir. Kürt sorunu demokrasi içinde çözülebilir. Halkımızın hak, adalet ve daha geniş özgürlük taleplerinin karşılanmasını devletin ve hükümetimizin vazifesi olarak gördüm. Hükümetimiz cesaretle çözüm sürecini sürdürmektedir. Bu pazarlık süreci olamaz. Demokratik sahiplenme ve ilerlenme tehdit ve şiddetle sağlanamaz. Herkesin sorumluluk duygusu içinde hareket etmesi gerekir. Bugün gelinen noktada olumsuz tablo ile karşı karşıyayız. Suriye'deki iç savaş risk ve tehdit oluşturmaktadır. Suriye'de kayıplar 100 bini aştı.
MISIR'DAKİ OLAYLAR
Çok büyük medeniyetlere ev sahipliği yapmış bir ülke olan Mısır'da yaşanan gelişmelerin, hem Arap dünyası hem de İslam Dünyası bakımından her zaman önemli yansımaları olmuştur. Biz Mısır'ın geleceğinin, halkının özgür iradesinin tecelli ettiği, anayasal meşruiyetin hâkim olduğu ve demokrasinin temel prensiplerinin hayata geçirildiği bir sistemde yattığına inanıyoruz. Bu doğrultuda, kardeş Mısır'ın en kısa zamanda kaldığı yerden tekrar demokrasiye geçmesini; siyasi tutukluların serbest bırakılmasını; ülkenin yaralarını saracak şekilde bütün siyasi akımların yer alacağı özgür ve adil seçimlerin gerçekleştirilmesini umut ediyoruz. Tarih boyunca Akdeniz'in iki yakasında sürekli etkileşim içinde bulunmuş iki halk ve ülkeyiz. Türk halkı olarak, Mısır'ın her bakımdan güçlü bir ülke olmasını, halkının huzur ve refah içinde yaşamasını çok samimi bir şekilde arzu ederiz. Netice itibariyle, Mısır halkı ve devleti ile kadim kardeşlik ve dostluk hukukumuz, aramızdaki görüş farklılıklarını aşabilecek kadar güçlüdür. Bu güçlü bağlardan yararlanarak, Mısır'ın demokrasiye dönmesine ve normalleşmesine katkıda bulunabilir, ülkelerimiz arasındaki ilişkileri daha da ileri seviyeye taşıyabiliriz.
NEW YORK TEMASLARI
New York'taki temaslarım çerçevesinde, İran'da yeni bir dönem başlatan Cumhurbaşkanı Ruhani ile görüşme fırsatı buldum. Önemli komşumuz İran ile ikili ilişkilerimizi ilerletmek ve başta Suriye krizinin çözümü olmak üzere çeşitli bölgesel meselelerde işbirliğimizi güçlendirmek hususunda anlayış birliğine vardık. Ayrıca, İran ve ABD arasında başlayan ilk doğrudan temasların da bölge barışına katkı sağlamasını temenni ediyorum. Diğer bir komşumuz Irak ile ilişkilerimiz de kuşkusuz çok önemlidir. Son 10 yıldır kritik bir dönemden geçen Irak'ın toprak bütünlüğü ile siyasi birliğini hep savunduk. Siyasi istikrarına ve ülkenin yeniden imarına katkıda bulunmak için her türlü çabayı sarfettik. Irak'ta 10 yıldır süren şiddet sarmalından büyük üzüntü duyduk, duyuyoruz. Özellikle son dönemde Irak'taki her kesime ve bu arada Türkmen kardeşlerimize de yönelik artan terör saldırılarını endişeyle takip ediyoruz.
Hâlihazırda Irak, ülkemizin en önemli ticari ve ekonomik ortaklarından biridir. Son dönemde siyasi ilişkilerimizde yaşanan hassasiyetin de en kısa zamanda aşılacağına inanıyorum. Muazzam bir işbirliği potansiyeline sahip Irak-Türkiye ilişkileri tam layıkıyla değerlendirildiğinde, sadece halklarımızın ortak refahına değil, tüm bölgenin barış ve istikrarına katkıda bulunacaktır.
Son yıllarda geliştirdiğimiz bölgesel süreçlerden biri de Körfez İşbirliği Konseyi üyeleriyle başlatılan Stratejik Diyalog mekanizmasıdır. Körfez ülkeleriyle karşılıklı saygı ve güven temelinde büyük bir ivme kazanan ilişkilerimiz son dönemde her alanda meyvelerini vermeye başlamıştır. Bu ülkelerle çok sayıda önemli ticari, ekonomik ve askeri anlaşmalar imzalanmıştır. Ayrıca, KİK ülkeleri ve Türkiye pek çok bölgesel meselede benzer tavırlar sergilemiş, ortak girişimlerde bulunmuşlardır. Bazı meselelerde Körfez ülkeleriyle konjonktürel görüş ayrılıklarımız olsa dahi karşılıklı kazanımlarımızın korunmasını ve ilişkilerimizin daha da güçlenerek devam etmesini arzu ediyoruz.Orta Doğu'nun temel sorunu olan Arap-İsrail ihtilafı çözülmeden bölgenin ve dünyanın huzur bulması mümkün değildir. Bu anlayışla, son dönemde başlayan müzakerelerin, tüm Filistinlilerin kabul edebileceği, 1967 sınırlarını esas alan, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız ve yaşayabilir bir Filistin Devleti'nin kuruluşuyla ve kalıcı bir barışla neticelenmesini arzuluyoruz.
Ancak, bir yandan müzakereler sürerken, diğer yandan başta Doğu Kudüs'te olmak üzere işgal altındaki Filistin topraklarında yeni yerleşim yerleri inşasına izin veren İsrail'in tavrını çok tehlikeli ve bu süreçle bağdaşmaz buluyoruz.
Meclis kürsüsünden yaptığım bütün konuşmalarımda Avrupa ülkeleriyle ve müttefiklerimizle olan ilişkilerimizin önemine değindim. Bu ilişkilerin sadece bir dış politika veya güvenlik ittifakı tercihi değil, aynı zamanda milletimizin tarihi tecrübesinin ışığında şekillenen stratejik yönelimi olduğunu ifade ettim. Bugün de hangi kritere göre bakarsanız bakın, ekonomik, siyasi, askeri ve insani ilişkilerimizin sıklet merkezini hala bu ülkeler oluşturmaktadır.
Kuşkusuz bu ilişkilerin en temel sütununu üyelik müzakerelerini sürdürdüğümüz AB ile münasebetlerimiz teşkil etmektedir.
Mevcut küresel ve bölgesel konjonktür ışığında, bir ayağını sağlam bir şekilde AB'de tutabilen bir Türkiye, hem kendisi için belirlediği büyük hedefleri gerçekleştirebilir, hem de AB ile birlikte, bölgesine, komşu halklara çok daha etkili bir destek sağlayabilir. AB sürecinin ülkemizin pek çok alandaki standartlarının yükseltilmesinde oynadığı rol de hepinizin malumudur.
Diğer taraftan, Euro bölgesinde yaşanan kriz, AB'nin daha esnek bir yapıya kavuşturulması gereğini ortaya çıkarmıştır. Bu yeniden yapılanma sürecini dikkatle takip etmeli, 5 yıl öncesinin değil, 5 yıl sonrasının Avrupa Birliği'ni düşünerek stratejilerimizi belirlemeliyiz. Yeniden yapılanan AB'de Türkiye'nin yerini pekiştirecek biçimde kendi politikalarımıza bugünden yön vermeliyiz.
Amerika Birleşik Devletleri ile ikili çerçevede siyasi, askeri, ekonomik ve bilimsel alanlardaki ilişkilerimizin önemi kadar, bölgesel konulardaki istişarelerimiz de önemlidir.
Öte yandan, NATO müttefiklerimizle ortak değerler temelinde yürütülen ilişkilerimiz, bugün de dayanışma ruhuyla sürdürülmektedir.
Bu bağlamda, Suriye'de kriz dolayısıyla, hava savunma sistemimize katkı sağlamak suretiyle Türkiye ile dayanışma sergileyen müttefiklerimiz, Amerika Birleşik Devletleri, Almanya ve Hollanda hükümetlerine Türk halkı adına teşekkür ederim.
KIBRIS MESELESİ ÇÖZÜME KAVUŞMALI
Yaklaşık 50 yıldır devam eden bir ihtilaf olan Kıbrıs meselesi, artık bir çözüme kavuşturulmalıdır. Çözümün parametreleri esasen bellidir. Bu temel üzerinde vakit kaybetmeden kapsamlı bir çözüme ulaşılması için iki toplum arasındaki doğrudan müzakerelerin yürütülmesi elzemdir. Ancak ucu açık müzakere süreçlerinden de bir netice alınamadığı tecrübeyle sabittir. Başlayacak süreç esasen herkes için bir samimiyet testi olacaktır. Türkiye, her zaman olduğu gibi adada adil ve kalıcı bir barışın tesisi yönünde her türlü diplomatik süreci destekleyecek ve kardeş Kuzey Kıbrıs Türk halkı ile dayanışmasını en yüksek seviyede tutacaktır.
Cumhurbaşkanı olarak görev yaptığım süre zarfında en fazla önem verdiğim alanlardan biri de kardeş Türk Cumhuriyetleri ile ilişkiler olmuştur. Şüphesiz bu sürecin en önemli kazanımı Türk Konseyi'nin kurulmasıdır. Son 6 yılda Türk Cumhuriyetlerine gerçekleştirdiğim 19 ziyaret ise, ilişkilerimizin somut olarak hacim ve derinlik kazandığının bir göstergesidir. Bu ilişkileri gelecek nesillere güçlü bir şekilde taşımalıyız.Komşumuz Rusya Federasyonu ile yürüttüğümüz çok boyutlu ve kapsamlı ilişkilerin her geçen gün ilerlemesinden büyük memnuniyet duyuyorum. Bu yakın işbirliğinin bölgesel ve küresel meselelerde de sürdürülmesi ayrıca memnuniyet vericidir.
Türk dış politikasının son 11 yılda sergilediği aktif çabalar ülkemizi küresel ve bölgesel bağlantıları güçlü bir ülke haline dönüştürmüştür. Bu itibarla G-20'nin aktif bir üyesi olarak, dünyanın yükselen ekonomileri Çin, Hindistan, Brezilya ve Endonezya ile ilişkilerimize daha da ivme kazandırmamız gerektiğine inanıyorum. Aynı şekilde son yıllarda önemli neticeler aldığımız Afrika, Latin Amerika ve Pasifik ülkelerine açılım politikalarımızın sürdürülmesinde büyük fayda vardır.
Son olarak, dünyada ve bölgemizde yaşanan dramatik gelişmelerin, ülkemizin kapsamlı savunma reformu ihtiyacını daha da belirginleştirdiğini dikkatinize getirmek isterim. Esasen talimatlarım doğrultusunda başlamış olan kapsamlı çalışmaların önemli olduğuna inanıyorum. 2008'de Amerika Birleşik Devletleri'nde başlayan, kısa süre içinde önce Avrupa'yı, daha sonra tüm dünyayı tesiri altına alan ekonomik krizin etkileri henüz tam atlatılamamıştır. Başta ABD olmak üzere gelişmiş piyasa ekonomilerinin kriz döneminde uyguladıkları parasal genişleme politikalarını değiştirme yönünde verdikleri sinyaller, aralarında ülkemizin de olduğu yükselen ekonomilerin kur ve faiz göstergelerinde bir dalgalanmaya yol açmıştır.
Ortaya çıkan bu şartlar, Türkiye'de de kur ve faiz hadlerinde dalgalanmaya sebep olmuştur. Ancak bu hareketler ülkemize has bir durum olmayıp, diğer yükselen piyasalarla paralellik arzetmektedir. Esasen, Türkiye'nin makroekonomik temelleri son derece güçlüdür. Başarıyla uygulanan ekonomik politikalar ve sağlanan mali disiplin sonucunda enflasyon ve faiz oranları tek hanelere inmiştir. Kamu borç stokumuz ve bütçe açıklarımız Maastricht kriterlerinin de altında seyretme başarısını göstermiştir. 2001 yılında yaklaşık % 18 olan faiz harcamalarının gayrisafi yurtiçi hasılaya oranı, 2012 yılında % 3,5'a çekilmiştir. Bu da ülke kaynaklarının fiziki yatırımlara ve reel ekonomiye aktarılması imkânı tanımıştır.
Kredi derecelendirme kuruluşları da bu olumlu tabloyu görerek geçtiğimiz dönemde ülkemizin notunu "yatırım yapılabilir ülke" seviyesine yükseltmişlerdir. Nitekim, büyüme performansıyla ilgili son veriler de Türk ekonomisinin güçlü makro ekonomik temeller üzerinde yükselmeye devam ettiğini göstermektedir. Önümüzdeki dönemde gelişmiş ülkelerde 2008 krizi sonrası başvurulan parasal genişleme politikalarının büyük ölçüde değiştirileceğine şahitlik edeceğiz. Sözkonusu küresel ekonomik konjonktür, bizim gibi iç tasarruf oranları düşük ülkelerin büyümelerini finanse edebilmek için gerekli kaynağa erişimlerini zorlaştırabilir. Türk ekonomisi açısından bu yeni dönemin kayda değer etkileri olacağı aşikârdır. Esasen ülkemizde artık kronikleşen düşük iç tasarruf oranı sorununu halletmemiz öncelik arzetmektedir. 1990larda %23ler civarında olan iç tasarruf oranımız, ilerleyen yıllarda düşmeye başlamış, son dönemde ise alınan tüm tedbirlere rağmen ancak %15'e yükseltilebilmiştir. Sözkonusu düşük tasarruf oranı, sürdürülebilir bir büyüme performansı yakalamamızın önünde en önemli engellerden birini teşkil etmektedir.
Dolayısıyla, büyümenin finansmanında bir taraftan iç tasarruf oranını arttırırken, diğer taraftan doğrudan dış yatırımlar ve toplam faktör verimliliğini arttırmamız elzemdir. Bu doğrultuda gerçekleştirilecek yapısal reformlar, her zaman dikkat çektiğim gibi, ülkemizin orta gelir tuzağına düşmemesi bakımından da son derece hayati bir konudur. Bugünün küresel ekonomik rekabet şartları altında verimliliği arttırmanın ilk şartı eğitim kalitesini yükseltmektir.
OECD verilerine göre Türkiye'nin temel bilimler eğitimindeki performansı son sıralarda yer almaktadır. Hükümetimizin eğitime bütçeden en fazla payı ayırdığı, en büyük yatırımları yaptığı bir dönemde ortaya çıkan bu durum hala eğitim sistemimizde katedilmesi gereken mesafe olduğuna işaret etmektedir. Anadolu'yu ziyaretlerim sırasında pek çok üniversitede incelemelerde bulundum. Üniversitelere gerçekten muazzam kamu kaynağı sağlanmakta, bunlar yüksek standartta fiziki ve teknolojik altyapıyla donatılmaktadırlar. Dolayısıyla, üniversitelerimizden de eğitim ve bilimsel araştırma performansını aynı şekilde yükseltmelerini beklememiz toplum olarak en tabii hakkımızdır. Bilgi çağının gerektirdiği donanımlara sahip, özgüveni yüksek, araştırmacı, analitik düşünceye sahip bir neslin yetiştirilmesi, gelecekte ekonomik ve beşeri kalkınmamızın lokomotifi olacaktır.
Verimliliği artırmanın ve rekabet üstünlüğünü sürdürmenin diğer önemli şartı ise, bilim, teknoloji ve yenilik politikalarına öncelik vermekten geçer. Bu politikaların artık bir beka meselesi olduğuna her vesileyle dikkat çektim. Dolayısıyla, araştırma-gelişme ve inovasyon faaliyetlerine son yıllarda sağlanan desteğin aratarak devam etmesi bu bakımdan büyük önem taşımaktadır. Sözkonusu faaliyetlerin özel sektör tarafından ticari ürün ve başarıya dönüştürülmesi, yeni büyüme politikamızın da temel dinamiği olmalıdır. Son 12 yılda ülkemizi işleyen bir piyasa ekonomisi yapmak için çok gayret sarfedildi. Bunu gerçekleştirmek için pek çok iktisadi ve hukuki köklü reformlar hayata geçirildi. Ülkemizde sağlanan siyasi istikrar süreklilik arzeden önemli ekonomik başarılara tahvil edildi. Yapılan reformlar sayesinde yerli-yabancı ayrımı gözetmeden tüm girişimcilere dostça davranan bir ekonomi olduğumuz algısı tüm dünyada yerleşti. Ülke olarak bunun meyvelerini doğrudan yabancı sermaye yatırımları ve ucuz maliyetli fon girişleriyle aldık. Önümüzdeki dönemde de bu kazanımlarımızın ve dünya piyasalarındaki müspet algımızın aşınmasına izin vermemeliyiz. Hem yabancı yatırımcıyı, hem de kendi ülkemizdeki müteşebbisi rahat ve güvenli hissettirecek ortamı her zaman muhafaza etmeliyiz.
Diğer taraftan, bir ülkenin ekonomik büyümesi tek başına toplumsal huzur ve barışın teminatı olamaz. Dolayısıyla, ekonomik büyümenin ortaya çıkardığı refah artışının da adil dağıtılması önemlidir. Bu bağlamda, ülkemizdeki gelir dağılımını düzeltici sosyal politikaların devamında büyük yarar vardır. Bu çerçevede, en önemli araçlardan biri olan kentsel dönüşüm projelerinin çevre, şehir estetiği ve sosyal intibak kriterleri de dikkate alınarak uygulanması elzemdir. Nihayet, kadınların başta siyaset ve ekonomi olmak üzere toplum hayatımızın tüm alanlarına aktif katılımlarının sağlanması, beşeri kalkınmamızın anahtarı olacaktır. Bu konuda yaşanan sorunların çözümü de memleketimizin öncelikleri arasında yer almalıdır.
SON YASAMA YILINI AÇIŞ KONUŞMAM
Bu yıl 29 Ekim'de Cumhuriyetimizin 90. Yıldönümünü kutlayacağız. Tüm halkımızla birlikte Cumhuriyetimizin bu süre zarfında elde ettiği kazanımlardan gurur duyuyorum. Bugün ekonomisiyle, demokrasisiyle ve ordusuyla güçlü bir ülke olarak tüm dünyada saygın bir yere sahibiz. Şimdiye kadar ki kazanımlarımızın üzerine daha büyüklerini inşa ederek yolumuza azimle devam edeceğimizden de hiç şüphem yoktur. Bu, seçildiğim görev süresi içerisinde benim son yasama yılını açış konuşmam. Cumhuriyetin 27. Yıldönümünde doğmuş; ve onun en önemli erdemlerinden biri olan fırsat eşitliğinden yararlanmış bir Türk vatandaşı olarak; Milletimizin bana lütfettiği Cumhurbaşkanlığı görevini layıkıyla yerine getirmeye çalıştım. Geride bıraktığımız altı yıl içerisinde doğru bildiklerimi söylemeye, hatırlatmaya ve yapmaya gayret ettim. Rehberim, Anayasamız, inançlarım ve vicdanım oldu. Hayatım boyunca, "halka hizmeti Hakk'a hizmet bilerek, Yüce Milletimizin hizmetinden hiç ayrılmadım. Bundan sonra da bu anlayış ve şuurla Milletimizin hizmetinde olmaya devam edeceğim. Sözlerime son verirken, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Yüce Meclis'in ebediyete intikal etmiş tüm üyelerini ve bütün şehitlerimizi bir kez daha rahmetle yad ediyor ve yeni yasama yılının Milletimiz için hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Hak'tan niyaz ediyorum.''