'Çok oluyorsun' dediler, katlettiler

Düzenleyen:
'Çok oluyorsun' dediler, katlettiler

GÜNDEM Haberleri

Tahta geçen Sultan Abdülaziz, kısa sürede işlere hâkim olup yabancı borçları öder, bu tefeci bankerlerle faizci devletleri rahatsız etmiştir...

'Tüek tipi Başkanlık' yolunda insan devlet ve anayasa

Rahim Er-Hukukçu 

TBMM’den geçip 80 milyonluk tasvip ve tensip meclisine getirilen bu teklif, ortaya çıkan şekliyle bir “Türk Tipi Başkanlık”tır. Türk Tipi Başkanlık’ta başkanlar, güçlüdür. Tarihe bakıldığında devletin en parlak zamanları kuvvetli devlet reisleri zamanlarıdır. Bunda muhakkak ki reisin şahsiyet, irade ve müktesebatının büyük payı vardır. Ancak o vakitlere dikkat edildiğinde etraftaki müşavirler, âlimler, adliye, ilmiye ve maliye de güçlüdür. Cemiyet, evvela güçlü lideri bulup ortaya çıkartmakta, o da bu dengenin kurulmasını temin etmektedir. Bugün millet bunu yapmaktadır. Şeyh Edebali irfanı yeniden devrededir.

Şeyh Edebali Hazretlerinin Devlet-i Ali Osman’ın kurucusu Osman Gazi’ye söylediği o meşhur “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözü devlet inşâ edilirken ona kazandırılan manadır. Şu soru, bir merak mevzuu olarak bile üzerinde tefekkür edilmeye değer:
-Eğer; o gönül Sultanı, devlet Sultanı Osman Gazi’ye böyle bir nasihatle rehber olmasa, âdeta tek maddelik bir anayasa hükmüyle yol göstermese ve elbette Osman Gazi de bu nasihat ve hükme riayet ederek devletini şekillendirmeseydi, o  eser, 650 sene yaşamaz ve o muhteşem eserin devamı olarak da bugün Türkiye Cumhuriyeti ismiyle bir devletimiz mevcut olmazdı...
Osman Gazi ile Şeyh Edebali’nin buluşmaları bu millet için bir lütfu ilahidir. O nasihati öpüp başına götüren Osman Gazi, yalnızca insanı yaşatmamış, aynı zamanda Edebali Hazretlerinin şahsında ilmi ve âlimi de layık olduğu mevkie yükseltmiştir.
Açılan bu kutlu çığırdan daha sonra deha çapında Sultanlar geleceği gibi umman çapında da âlimler yani Ak Şemseddinler, Molla Güraniler, Emir Sultanlar, Ahmed ibni Kemal Paşalar, Zembilli Ali Cemali Efendiler, Yahya Efendiler, Ebu Suudlar, Aziz Mahmud Hüdailer, Mahmud Abdülbakiler ve diğerleri de hukukçu, tarihçi ve devlet adamı Ahmed Cevdet Paşa’ya varıncaya dek gelecektir.
İnsan, yaşatılmaya değerdir; zira insan eşref-i mahlukattır. Sevgili Peygamberimiz -aleyhisselam- “rütbetü’l-ilm ale’r-rüteb/ilm rütbesi, bütün rütbelerin fevkindedir” buyurmuşlardır. Peygamberler Peygamberi, yine buyurmuşlardır ki “İnsanın en hayırlısı insana hizmet edendir.”
Osmanlı Devleti  kurulurken insan ve ilim öncelenmiştir. Bunları güçlü adalet, güçlü maliye ve güçlü ordu takip eder. Bu değerlere sadık kalınca kısa süre içinde beylik devlete, devlet  imparatorluğa yükselmiş, nizam-ı âlemin; dünyanın huzur, adalet ve emniyetinin teminatı olunmuş, değerler, bozulmaya yüz tutunca da devlet, önce duraklamış, sonra da gerilemeye başlamış ve devreye darbeler ve türlü fesat girmiştir.
Hukuk, hukukun isabetle tecelli etmesi olan adalet, ilim, maliye ordu ve daha hangi müessese varsa devlet, onların hepsiyle birlikte insan içindir. Devlet, insanın dünya ve ahiret saadeti için vardır. Âyet-i kerîme ve Hadîs-i şerîfleri, kısacası fıkhın devletin şekline dair bir düzenleme derpîş etmemiş olması ilginçtir. Kur’ân-ı kerîm “Allah’a Peygambere ve sizden olan emire itaat ediniz” diye hükmü koyar. Her insan ve her Peygamberden her bakımdan üstün olan Sevgili Peygamberimiz de “Başınıza burnu halkalı bir zenci köle bile emir olsa ona itaat ediniz” buyurmaktadırlar.
Bir yarar elde etmekten daha öncelikli olanı fitne yani bozgunculuk yaparak huzur ve sukûnu bozmamaktır. Evlâd katline cevaz veren muazzam fedakârlıktaki hikmet de bu ana fikrin icrasıdır.
Devlet, mevzu ettiğimiz kıymet ve hasletlere bağlı kaldıkça yükseldi. İnsan unsurundaki gerileme ve değer kaybı ilimde, irfanda, fende, hukukta adalette, orduda, maliyede de gerileme ve değer kaybına yol açtı.

Toprak kayıpları başlar

Eylül 1683’te yaşanan II. Viyana Bozgunu böylece geldi. O dem, tarihin ve talihin bize küstüğü vakittir. Onu kısa müddet sonra 26 Ocak 1699 tarihli Karlofça Muahedesi ile ilk toprak kaybımız takip etti. Karlofça’da başlayan acılar, kayıplar ve hüsranlar, hemen her değer ve her sahada devam ederek gidecektir. İsyanlar, darbeler, yoksullaşma bir karabasan gibi cemiyetin üstüne yağar. Bu çalkantı, bir asır boyunca sürerken “üst aklın” hazırladığı Fransız İhtilali, 1789’da “hürriyet, müsavat, uhuvvet” sloganlarıyla patlak verir ve ihtilale biçilen yönlendirme misyonu gereği, devlet ve ülkeleri etkisine alır. O kadar ki ileride bu ihtilalin cazibesiyle Jön Türkler, Yeni Osmanlılar ve daha sonra da İttihadçılar çıkacaktır. II. Meşrutiyet’in sloganlarıyla Fransız İhtilali sloganları aynıdır. 
'Çok oluyorsun' dediler, katlettiler

Son şehzade öldürülecekti
Fransız İhtilali’nin hemen akabinde 29 Mayıs 1807’de Kabakçı Mustafa isyan ve darbesi meydana geldi. Yeniçeri Ocağı, Nizam-ı Cedîd Ordusu’nu kendine rakip gördüğünden dolayı darbe yapar. İsyan sırasında III. Selim, önce yerini sonra hayatını kaybetmiştir. Az kalsın Hanedandaki tek şehzade olan istikbalin II. Mahmud’u da darbeciler tarafından katledilip devlet başsız kalacakken Cevrî Kalfa’nın saraya tırmanan darbeci yeniçerilerin yüzlerine yukarıdan kül dökmesiyle zaman kazanıp saklanabilmiştir.
İstanbul’a gelen Ruscuk âyânı Alemdâr Mustafa Paşa, bir karşı darbeyle Kabakçı darbesini bastırır. IV. Mustafa devrilir. Veliahd, “Mahmud-ı Sâni” unvanıyla tahta çıkar. Alemdar, sadrazam olur. Sadrazam, bir yıl sonra da Rumeli ve Anadolu âyan ve valilerini toplar. Merkezî idare, taşrada zayıflamıştır. Devlet, irade ve hükümranlığının tahkimiyle hukuku hâkim kılmak gerekmektedir. Âyanın da dinlenmesi icap etmektedir. Devlet çarkını işleten hükûmetin ve hükûmet adına sadrazamın ve taşrada da âyanın mükellefiyetleri üzerine bir mukavele hazırlanır. Taraflar buna imza koyarlar.  
1 Başlangıç, 7 Şart ve 1 Zeyl’den mürekkep olan 29 Eylül 1808 tarihli bu sözleşmenin adı “Sened-i İttifak’tır”.  Bu mukaveleyle, devlet, ilk defa kendini vatandaşlarına karşı kayıt altına almaktadır. Bir teşkilatı mahsusa/anayasa değildir. Ancak, anayasa tarihi zaviyesinden mevzuatta ilk adımdır. 1699’da toprak feda etme mecburiyetinden sonra ilk kopuş, 1821’de Yunanistan’la başlar. Fransız İhtilali, kavmiyetçiliği şiddetle körüklemiştir. Şüphe yok ki I. Dünya ve II. Dünya Harplerinin, milyonlarca ölüm, yaralı ve göçün müsebbibi Fransız İhtilali’dir. 
Avrupa’nın aidiyet minnettarlığı duyduğu Yunanlılar, 1821’de muhtar-lık/otonomi alır. 1829’da istiklalini ilân eder. Avrupa, devlet olarak hemen tanınır. Memalik-i Osmaniyeden kopuşlar, önce Balkanlarda ve bir asır sonra da İmparatorluğun Asya kanadında kendini gösterecektir.
III. Selim Han’ın başlattığı yenilik/cedid hareketleri, isyanlar yüzünden akamete uğramıştır. Ancak Kabakçı darbesini bizzat yaşayan II. Mahmud Han, yenileşme hareketlerini daha da genişletecektir. 
Yeniçeri Ocağı’nı topa tutup imha edecek ve halka da sokağa çıkıp yakaladıkları Yeniçerileri cezalandırmasını isteyecektir. Şu var ki, bir ordu unsurunun mecbur kalınarak lağvedilmesi de düşman karşısında başka mağlubiyetlere yol açacaktır. Bu arada maliye de kötüleşmektedir. 1829’da bir fermanla ilim adamları dışındaki erkeklere fes giymeleri emredilirken 25 Kasım 1925’te herkese şapka giyme mecburiyeti getirilecek, kanunun tatbiki idamlarla sağlanacaktır. 

'Çok oluyorsun' dediler, katlettiler

Batı’ya gittiler düşman olup geri döndüler

II. Mahmud’un, yetişerek gelsin ve devleti yeniden yükseltsinler diye Berlin, Paris ve Londra’ya gönderdiği istikbalin paşası talebeler, gittikleri yerlerde masonlaşmakta ve o devletlerin hayran, takipçi ve hatta temsilcisi gibi devletimizde sadrazam ve vezir olmaktadırlar.
II. Mahmud’un vefatıyla 2 Temmuz 1839’da Abdülmecid Han devlet reisi olur. Hariciye nazırı “koca” unvanlı koca mason Mustafa Reşid Paşa’dır. “Tanzimat münevveri” denecek olan gençlerin ciddi bir bölümünde yabancılaşma başlamıştır. Mustafa Reşid Paşa, 3 Kasım 1839’da “Tanzimat Fermanı”nı okur. Devlet, kanun ve sosyal hayatta değişiklikler yapılmaktadır. Bu emperyalist tasarrufun aktörü, Mustafa Reşid ve ekibidir. Taviz üstüne taviz verilmiştir. Ferman, Garb’ın büyük devletlerinin müdahale endişeyle hazırlanıp neşredilmiştir.
1854’te Meclis-i Ali-i Tanzimat teşkil edilir. Tanzimat’ın öngördüğü kanun, karar ve nizamnameleri yapacak ve mevcutlar üzerinde çalışacaktır.
Tanzimat Fermanı, anayasa tarihimizin ikinci kademesidir.
Üçüncü kademeyi 1856 tarihli Islahat Fermanı takip eder. Toprak kaybı, harp kaybı ve fakirleşme iç didişmeleri hızlandırmıştır. Bu arada ortaya çıkan 1856 Kırım Harbi, hazineyi daha da zayıflatır. 1856 tarihli Islahat Fermanıyla Fransız İhtilali’nin başlattığı kavmiyetçilik, daha sonra ırkçılık ve üstün ırk iddialarına kadar gidecek cereyan sebebiyle imparatorluk unsurlarında kopma fikrini önlemek için neşredilir.
ALAFRANGA ÖZENTİSİ
 Tepeden inme Tanzimat hükümleri hoşnutsuzlara yol açmıştır. Alafrangalık özentileri de başlamıştır. Ayrıca rütbe bekleyip de buna ulaşamayan subaylar da rahatsızdır. Kuleli’de gizli bir örgüt kurulur. 14 Eylül 1859’da Kuleli Kışlası’ndan hareketle darbeye kalkışılır. İsyancıların maksadı, Abdülmecid’i devirip Abdülaziz’i iş başına getirmek ve Garplılaşmaya engel olmaktır.
Yeni iş başına gelmişken aldatılıp Tanzimat Fermanı’nı yayınlamak gibi sebepler O’nu verem etmiştir. Daha 38 yaşındayken 26 Haziran 1861’de veremden ölür.
Yerine Sultan Abdülaziz geçer. Yeni Osmanlılar denen gençler, tahsil yaptıkları Paris sebebiyle ihtilal fikrini yoğurmuş olan filozofların tesiriyle payitahtta farklı hayat görüşleri peşindedirler.
Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük, Garpçılık akımları bu devrelerde başlar. 
O güne dek Osmanlı, Osmanlıcılık yapmadığı gibi Müslümanlar da İslamcılık da yapmamıştır. Hanedan en halis Türk iken Türkçülük yapmak da kimsenin gündeminde olmamıştır. Zira şeksiz ve şüphesiz itikat edilirdi ki “Üstünlük ancak takvadadır” Osmanlı için “Garpçılık” da olamazdı. 
DÜŞMAN HAZMEDEMEDİ 
 25 Haziran 1861’de başa geçen Sultan Abdülaziz’in bir süre sonra işlere hâkim olup yabancı borçları ödemesi, tefeci bankerlerle faizci devletleri rahatsız eder. Rahatsız oldukları bir durum daha vardır. Sultan, donanmayı güçlendirip açık denizlere göndermektedir. Açık denizlere çıkmayan bir devlet, büyük devlet olamaz. Padişah ve Halife-i Müslimin bu niyettedir ama bu niyet ve çalışma hayatına mal olur. Cunta darbe yapar. Cunta reisi Midhat Paşa, askeriyedeki ayağı ise serasker Hüseyin Avni Paşa’dır. Sultan Abdülaziz Fer’iye Sarayı’nda sabah namazından sonra odasında Kur’ân-ı kerîm okurken darbecilerin “bahçıvan” diye sarayda işe aldırdıkları iki pehlivan pencereden odaya girerek Padişah’ın iki bileğini birden kesmişlerdir. Tarih 30 Mayıs 1876’dır. Cunta, olaya intihar süsü verir, fakat bu yalan tutmaz. Abdülaziz Han, 4 Haziran’da vefat eder.
Yeni Padişah V. Murad’ın saltanat müddeti, yalnızca 93 gün sürecektir. Akıl hastalığına düçar olmuştur...      DEVAMI YARIN

 

 

 

Düzenleyen:  - GÜNDEM
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...