Başbakan Davutoğlu: "Peygamberimize hakarete izin veremeyiz"

Başbakan Davutoğlu:  "Peygamberimize hakarete izin veremeyiz"

GÜNDEM Haberleri

Canlı yayında soruları cevaplayan Davutoğlu, "Onurunu kendi onurumuzdan aziz gördüğümüz Peygamberimize hakarete izin veremeyiz" dedi.

Başbakan Davutoğlu, Cumhuriyet gazetesine açılan soruşturmadan, son günlerin sıcak gündemi Cizre olaylarına değin birçok konu hakkında sorulara yanıt verdi. Davutoğlu, "(Karikatürlerin Türkçe yayını) Onurunu kendi onurumuzdan aziz gördüğümüz Peygamberimize hakarete izin veremeyiz" dedi.

Başbakan Davutoğlu, Charlie Hebdo karikatürlerinin Türkiye'de yayımlanmasına ilişkin, "Arkadaşlarımız (gazeteyle) görüştüklerini ifade ettiler. Durumun hassasiyeti kendilerine da aktarıldı. Biz geçmişte bu konularda çok acılı örnekler yaşamış bir ülkeyiz, toplumuz. Birbirimize saygı gösterdiğimizde huzur olur" dedi.

SORU: En önemli sıcak gündem maddelerinden birisi Paris'teki olayların Türkiye'ye yansıması. Cumhuriyet gazetesinin bazı karikatürleri gazetesinde yayınlaması, bunun duyulması üzerine gazeteleri taşıyan kamyonların durdurulması çok eleştirildi. Sizinde Hz. Muhammed'e hakaret ettirmeyiz sözünüz var. Polisin tavrını tasvip ettiğiniz anlamına gelirse bu ne kadar doğru olur? Bir de başka konularda da müdahaleler olur mu diye eleştiriler var.

Ahmet Davutoğlu: Öncelikle hepimiz bu tür olaylarda dikkatle hareket etmemiz lazım. Hangi ilkeleri öne çıkarıyorsak o ilkelere önem verip diğerleri göz ardı etmememiz lazım. Bu tür durumlarda bir dengesizlik doğuyor. Hükümet olarak veya şahsen pozisyonum çok açık ve net. Her ne suretle olursa olsun masum insanlara yönelik eylemin ki orada polisler yine Müslüman olan biride öldürüldü. Terör her zaman karşı çıkmamız gereken bir konu. Orada dünya liderleri ile birlikte yürüyerek bu konudaki ilkeyi öne çıkardık ve benimsediğimizi gösterdik. Orada olmasaydık ne tür eleştirilerle karşı kaşıya kalabilirdik içerde ve dışarıda tahmin edersiniz. Ama eleştirilerden kaçındığım için değil doğru bulduğum için gittim. Başka bir ilke söz konusu olduğunda onu da aynı duruşla savunuruz. O da fikri özgürlüğü ile hakaret arasındaki ince çizgi. Akademik hayatımda çok sert İslam eleştirileri ile çok sert Türkiye eleştirileri ile karşılaştım ama onlara karşılık verdim aklımdan şiddet kullanmak geçmedi. Ama eleştiriyi aşıp hakarete vardığı zaman orada çizgi geçiliyor.

"DÜNYADA ÖYLESİNE TANSİYON YÜKSEKLİĞİ VAR Kİ..."

Herkesin kişisel onuru gibi kişisel onurunu gibi saygın gördüğü hususlar var. Türkiye'de maalesef bir gazetemizin tam bir duyarsızlık ile böyle bir hakaret ifade edecek, kapak ve iki yazar ve burada tabiri caizse bir hile var. O gece bana haber geldiğinde arkadaşların bazıları temas kurdu gazete ile bunun hassasiyeti anlatılmaya çalışıldı. Sadece fikri özgürlüğü hassasiyeti değil güvenlik hassasiyeti de. Dünyada öylesine tansiyon yüksekliği var ki bu ülkemizi de etkiliyor. İlkesel olarak ben kimseye hakaret etmedim kimse de benim saygı duyduğum birine hakaret etmesine izin vermem. Eğer birisi benim hiç benimsemediğim bir başka dine de hakaret etse aynı tavrı alırdım. Veya yine bir şekilde siyasi muhalefet liderlerimden birisine küfredilse ben onlar kadar haklarını savunurum.

"HAKARET EDİLMESİNE İZİN VERMEYİZ"

1 buçuk milyar insanın inandığım ve hepimizin onurunu kendi onurumuzdan aziz, şahsiyet olarak ulviliğini kendi varoluşumuzdan yüksek gördüğümüz bir şahsiyetle ilgili hakaret edilmesine izin veremeyiz. Talebimizde saygıdır. Herkes eleştirebilir saygı duyarız ve savunuruz. Ateist olabilirsiniz inanmayabilirsiniz orada da herkes serbesttir. Ama hakaret konusunda özgürlük dediğiniz de o zaman başkalarının da sizin önem verdiğiniz şeylere hakaret etmeye başlar ki orada artık insani ve medeni birlikte yaşama şeyi ortadan kalkar.

"SAPTIRMA VAR"

Bu gazetemizin dünkü şeyini görünce, bir de saptırma var başbakan tahrik ediyor diye saptırma var kendi yaptıkları tahriki göz ardı ederek. Ben Brüksel'e ayrılırken dün bu yayın dolayısıyla güvenlik tedbiri alınması gerekiyorsa ki alınması gerekir kastettiğim tamamen bu gazeteyi de korumaya dönük. Onlarda gazetenin sanki yayınına dönük güvenlik tedbiriymiş gibi yansıttılar.

"TERÖRE VE HAKARETE KARŞIYIZ"

Üç ilkeyi vurguladım, teröre karşıyız, hakarete karşıyız, bu ülkenin başbakanı olarak da ismini zikretmek istemiyorum o gazeteyi korumak gerektiğinde de onun da gereğini yaparız dedim. Ama maalesef sanki bir gerilimin parçasıymış gibi yapmak son derece yanlış bir tutum. Bu ilkelerde ben bir çelişki de görmüyorum. Yayın aşamasına kadar bir müdahale olmuyor ama dağıtılma aşamasına gelindiğinde toplumsal gerginliği engellemek bakımından herkesin sorumlulukları var ve gereği yapıldı.

SORU: Bu bağlamda Avrupa Parlamentosu da karar tasarısını onayladı. İddia medyaya yönelik baskı var bunlara son verin.

Ahmet Davutoğlu: Uluslararası alanda belli çevrelerin yürüttüğü çalışmalara çok çarpıcı bir örnek. Sanılır ki Türk başbakan Brüksel'e gittiği zaman Avrupa Birliği yetkilileri savcı edasıyla sanık koltuğuna oturturlar ve soru sormaya başlarlar. Yaptığımız görüşmelerde Türkiye'de basın özgürlüğü konusu açılması. Bittikten sonra toplantı o gün aynı saatlerde Avrupa Parlamentosu'nun bu kararı çıkmıştı. Ben sadece Türkiye'deki basın özgürlüğü ile ilgili bilginiz ne kadar diye sordum. Kaç gazeteci tutukludur? Orada oyu verenler bundan haberleri yoktur. En büyük dünya gazetecilik örgütü Türkiye'ye Ekim ayında geldi adalet bakanlığımız görüştü kendileriyle tutuklu gazetecilerin listesi istendi kendilerinden ve 10 isim verdiler.

"BİRİ DESİN Kİ HABER SEBEBİYLE BASKIYA UĞRADIK"

Bunların 3'ü daha önce salınmıştı. Geri kalan 7 gazetecinin tek tek ne zaman tutuklandıkları ve suçlarla tutuklandıkları izah ettim. Birisi silah bulundurmaktan, banka soygunculuğundan hemen hemen hepsi bizim iktidarlarımızdan önce ve tümü de şiddet kullanmak suretiyle yapılan suçlar dolayısıyla. Ama dışarıda öyle bir algı oluşuyor ki sanki onlarca yüzlerce gazeteci tutuklu. Türkiye'de 7 bin basın yayın organı var, 1500'e yakın köşe yazarı var, 258 kanal var, 193 uydu kanalı var. En çok satan 5 gazetenin 4'ü hükümete muhalif gazeteler. 4 buçuk aydır başbakanım ben, bir kişi çıksın desin ki şöyle bir haber sebebiyle baskıya uğradık.

"BAŞBAKANLIK HELİKOPTERİ SADECE BURAYA İNER"

Sayın cumhurbaşkanımızın başbakanlığı döneminde bütün bu gazeteler bu çizgilerini sürdürdüler. En sert muhalefetle kendi mesleklerini icra ediyorlar. Bu gazete ve bir başka gazete benim İstanbul'daki kendi şahsi siyasete girmeden önce aldığım yıllarca yavaş yavaş yaptırıp oturduğum içinde kitaplarımın olduğu bir evim var. O evin yanında da bir başka büyük site var. O sitenin içinde benim için helikopterin inmesi için ağaçlar kesilerek bir alan açıldığı iddiası ile bir sayfalık bir haber verildi. Benim ne pistten haberim var, ne o siteyle bir alakam var, ne helikopterim oraya inmiş, başbakanlık helikopteri sadece buraya iner.

"SAYGI DUYULAN SEMBOLLERE HAKARET ETMEYELİM"

Bugün mahkeme tazminata mahkum etti. Bu kadar sorumsuca yayın yapılacak yine de hukuki yoldan başka bir yola başvurulmadı. Dışarı da öyle bir algı oluşuyor ki basına baskı var algısı Avrupa Parlamentosu'nun kararının olduğu gün ben bunları sordum Brüksel'de muhatapların bunlardan bihaberler. Biz bu anlamda bir akademisyen olarak hayatta en önem verdiğim şet fikir özgürlüğüdür. Eleştirilmekten çekinmem ama insan onuruna yönelik hakarete tahammül özgürlük değildir. İşte burada çizgi çok net. Bana bir gazeteci gazetecilik faaliyetim dolayısıyla Türkiye'de şu baskı altında kaldım desin. Ahmet Şık, Nedim Sever şeyleri vardır onların da bugün kendilerini hukuka bürokrasiye sızmış çeteler tarafından nasıl mağdur edildiğini şimdi görüyoruz. Bizim bütün meselemiz artık ülke olarak belli standartlarda anlaşmamız. Eleştirelim ama hakaret etmeyelim. İnsanların saygı duyduğu kişilere sembollere hakaret etmeyelim.

SORU: Bu arada İsrail başbakanıyla bir tartışma söz konusu. Oradan sert yanıtlar var. Ve ABD'den İsrail yanında algılanabilecek dışişleri sözcüsünün açıklamalar var.

Ahmet Davutoğlu: insan canı kıymetliyse insan hayatı en temel ilkeyse bu hakkı ister birileri bireysel terörle yok etsin isterse devlet aygıtını terör aracı gibi kullanarak yok etsin herkesin karşı çıkması lazım aynı ölçüde. Paris'te ölenlere hep taziye diledik dayanışma gösterdik ama burada dini bir kimlik olarak söylemiyorum konu olduğu için söylüyorum Müslümanlarında, Filistinlilerinde, Ortadoğulularında, Asyalılarında, Afrikalılarında aynı dayanışmayı görmeyi talep etmek haklarıdır.

"NEDİR BU KIZIN SUÇU"

Biz yüzlerce Filistinli yaralıyı getirmiş, orada bir kızımı 12-13 yaşında Afyon'da ziyaret ettim gözleri Türkiye'ye getirilmemiş olsa kör olacaktı. Nedir bu kızın suçu? Binlerce yıldır ataları orada yaşıyor olması dışında ne suçu var bu kızın? Ben Gazze'ye havadan bombalanırken hastaneye gittiğimde o baba ile sarıldığımda o bombaları hissettiğimde Gazze'de yaşamanın ne demek olduğunu gördüm. Bütün bunları örteceksiniz sonra Paris'te barış için yürüyeceksiniz. Bu iki yüzlülüğe bizim tepki göstermemiz normaldir. Birileri de bizim varlığımızdan rahatsız olmuşsa onlara da cevap hakkımız doğar.

"NETANYAHU'DAN İZİN ALACAK DEĞİLİZ"

Bütün dünya liderlerini cumhurbaşkanımıza ve bana tepkide bulunmaya çağırdı ama yalnız kaldı. Biz insanlık onuru neyi gerektiriyorsa ve bu toprakların çocuğu olmak neyi gerektiriyorsa onu yaptık yapmaya devam edeceğiz. Bunun içinde Netenyahu'dan izin alacak değiliz. Amerika Birleşik Devletleri sözcüsü Türkiye'de büyük haber olur ama Amerika'da bir açıklamadır kayda geçsin diye yapılan İsrail yanlısı tutum yoktu ama olsa bile fark etmezdi bizim tutumumuzu bir yerden test etmeye ihtiyacımız yok doğru olanı yaparız.

SORU: 18 Şubat'ta bir terör zirvesi yapılacak. Format ve içerik katılım önemli dediniz o belli oldu mu?

Ahmet Davutoğlu: Bize gelen bir şey yok içişleri bakanları düzeyinde bir dayanışma zirvesi olacak. Ayrıca Türkiye Amerika il birlikte benim ve Hilary Cilinton'un kurmuş olduğu teröre karşı küresel mücadele platformu var. Dolayısıyla bütün bu alanlarda teröre karşı mücadele ederiz. Başkaları devlet terörü ile masum insanları katlederse ona da tepkimizi gösteririz.

SORU: KPSS sınavları üzerine ÖSYM'nin inceleme yapma kararı var. Ne dersiniz bir haksızlık yapanlar ortaya çıkarsa haksızlık yapanlar ayrılabilecek mi?

Ahmet Davutoğlu: Bir insanın bir öğretim üyesinin veya sınava girmesi anlamında talep eden ile talep edilen arasında en büyük ahlaki kriter sınavların objektif şartlarda yapılmasıdır.

SORU: Paralel devlet yapılanmasıyla bağlantılı bir konuya gidebilir mi bu?

Ahmet Davutoğlu: Tabi. Bir kişiden hırsızlık yaparsanız bir kişiyi ilgilendirir ama vergi kaçakçılığı 77 milyonun hakkını gasp etmektir. KPSS gibi bir sınavda yapılan bir haksızlık, yolsuzluk o sınava giden herkesin hukukunu gasp etmek anlamına gelir. Bu çok vahim bir şey. Onun için geçtiğimiz haftalarda bilim sanayi teknoloji bakanımıza bu konuda açık talimatım oldu. Varsa böyle bir şey hiç acımasız şekilde üstüne gideceksiniz.

"GEREĞİ YAPILIR"

Bu konuda bazı çalışmalar yürütüldü bazı bilgiler aldık ve bütün bu veriler üzerinde bu araştırma derinleştirilecek. Hiçbir şekilde hangi siyasi görüşe hangi kanaate neye sahip olursa olsun girilen bir sınavda bir tarafın lehine diğer tarafın aleyhine bir durum ortaya çıkmışsa bunun hesabını sormak bizim için ahlaki bir vecibedir. Özellikle yıllarca imtihan salonların öğrencilerimizin her birini kendi çocuğumuz olarak görüp imtihan etmiş birisi olarak bunu söylüyorum. Varsa bir yolsuzluk ve tespit edilmişse mesela grafikler aynı kişi bir sınavda en altta bir sınavda 100 ise haklı olarak şüphelenir ve bakarız. Gerekirse o sınavların hepsinin grafikleri çıkartılır ve tek tek kişilerin girdikleri sınav performansları karşılaştırılır. Eğer bir network tespit edilirse bunun gereği yapılır. Burada böyle bir haksızlığa başvurmadan kazananların haklarının yok edilmemesi lazım.

SORU: 19 Ocak Hrant Dink'in ölüm yıldönümü. Yargının ayağa kalkabilmesi için Dink davası kritik bir öneme sahip yorumu var. Bu yoruma katılır mısınız?

Ahmet Davutoğlu: Hrant Dink benim yakından tanıdığım ve çok saygı duyduğum biriydi. Bazı açık oturumlarda da birlikte olduk. Dolayısıyla çok önemli bir kişiliktir. Katledildiği günü bugün gibi hatırlıyorum. Olayı duyduğumda o zaman başbakanımız sayın cumhurbaşkanımızdı daha önceki cumhurbaşkanımızda dışişleri bakanımızdı bende başdanışmandım. Yaptığım ilk şeylerden biri her ikisini de arayıp Hrant için dışarıdan diasporayı davet edelim diye bir çalışma başlatma teklifinde bulundum ve başlattık. Diaspora buraya geldi. Sembolik olarak çok önemli bir dava.

"HER HALÜKARDA CEZALANDIRILMALI"

Entelektüel bir aydının katline sebebiyet veren bir şey her halükarda cezalandırılmalı. Ama kim olursa olsun bir cinayetin aydınlatılması hukuk sisteminin sorumluluğundadır. Hangi gerekçe ile kim nereden müdahil olduysa, kim nerede sesiz kalmışsa varsa böyle şeyler bunların araştırılmasından daha doğal bir durum olamaz. Bu bakımdan bu araştırmayı yürüten yargı sisteminin ve diğer birimlerimizin eli tamamıyla serbesttir. Objektif şekilde bu çalışmayı yapacaklar ve nitekim yapıyorlar.

"AİDİYET BİLİNCİ GİTTİKÇE GELİŞİYOR"

Emniyetten de bazı tutuklamalar yapılıyor. Burada bir de etnik ve dini anlamda bir çatışma çıkarma gayesi var. İki hafta önce dini liderlerle yemek yedim. Onların her biri sembolik olarak kendi cemaatlerini temsil ediyorlar. Ve hepsi AK Parti hükümetleri döneminde gösterdiğimi ilgi dolayısıyla teşekkür ettiler. Bu aidiyet bilinci geliştirmek devletin en güçlü temelidir. Yani bir ülke dünyanın en gelişmiş teknolojik silahlarına sahip olsa ama toplumda aidiyet bilinci oluşturmamışsa devam edemez. Ama bir devlet bireyleri arasında hiçbir etnik mezhep, dini ayrım gözetmeden aidiyet bilinci oluşturmuşsa zamanla o güze ulaşır. Bu inançla biz bakıyoruz. Bu aidiyet bilinci gittikçe gelişiyor.

"DİNK CİNAYETİ KRİTİK BİR EŞİK"

Bizim Kürt sorununa bakışımızda, Alevi vatandaşlarımızın sorunlarına bakışımızda hep öyle bir aidiyet bilinci oluşsun ki devletle bütün fertler arasında, devletin gerçek gücü orada olsun. Bu bakımdan Dink cinayetinin aydınlatılması kritik bir eşik rolü oynayabilir. Zaten aydınlatıldı aslında bu cinayeti işleyen hepsi ortada ama varsa arkasında nereye kadar gidilmesi gerekiyorsa gidilir.

SORU: Orada birde Trabzon'daki istihbarat daire başkanı Trabzon'daki polisi arıyor sizinkiler mi yaptı diyor, o arada o da Erhan Tuncel'i arıyor teslim olacaktık filan bu kayıtlar resmi ve 8 yıldır bekliyor. Neden bekliyor?

Ahmet Davutoğlu: İşte bunların niçin beklediği ben dışişleri bakanlığı dönemimde de bu meselenin aydınlatılması için şeylerim olmuştu. Hukuk sisteminin işleyişi içinde neden geciktiğini veya neden bazı kararların alınamadığını sorgulamak mümkün. Ama bu da bir tür paralel dediğimiz devlet hiyerarşisi veya bürokratik hiyerarşi dışında kendince devleti bir tehlikeden korumak ki vatandaş katledilerek devlet korunmaz veya başka yolla bu tür çalışmaların içine girmiş kim varsa hepsinin üzerine gidilecek. Bizim temel hedefimiz her bir vatandaşın telefonunun dinlenmediğinden emin olacağı, kendi özel hayatının mahremiyetinin korunduğundan emin olacağı, kendisi ile ilgili bir güvenlik sıkıntısı olduğunda acaba başvurursam ben korunur muyum yoksa bir risk gelir mi diye düşünmeyeceği bir hukuk düzenini, kamu düzenini tesis edeceğiz.

SORU: Fetullah Gülen'le ilgili olarak yakalama kararı çıkarıldı. İade süreci ilerler mi sizce?

Ahmet Davutoğlu: Türkiye bir hukuk devleti Amerika Birleşik Devletleri'de bir hukuk devleti ve bu iki hukuk devleti arasında suçluların iadesi ile ilgili belli maddeler var. Herhangi bir vatandaş için ne işlem yapılıyorsa o yapılır Amerika Birleşik Devletleri ne bekleniyorsa suçluların iadesi hakkında aynı şeyi beklemek hakkımız.

SORU: Balyoz davasında özellikle sanıkların savunmaları yönünde bilirkişi raporları peş peşe geliyor. Kumpas fikri kabine de ne zaman ciddi ciddi tartışılmaya başlandı?

Ahmet Davutoğlu: Bu konu hep gündemde oldu hep ele aldık. Daha önceki dönemde de bir çok sinyaller gelmeye başlamıştı. MİT müsteşarının sorguya çağırılmasından başlayan daha öncesine de giden. Eskiden cuntalar vardı yüzbaşı bir anda generallere hükmeden hale geliyor. Bunun gibi nasıl o dönemde darbeciler devleti tümüyle tanzim etmeyi düşünmüşlerse bu paralel devlet yapılanması dediğimiz şeyde benzer şekilde emniyet yargı ve kritik yerlerde köşe taşlarını tutarak artık devletin bütün hassas noktalarına değinmeye başladılar. Ana muhalefet partisi liderini dinlemek, başbakanı dinlemek herkesi dinlemek yanında bu dinleme üzerinde işadamlarına baskı kurmak, bu dinelme üzerinden siyasi baskı oluşturmaya başlamak ve açık bir şekilde dinledikleri şeyleri yayınlamaya başlamak.

"HEP BİRLİKTE EYLEME GEÇİYORLAR"

Bu sürece başladığınızda bir müddet sonra siz devletin sürekliliğini ve ciddiyetini korumakla yükümlü bir hükümet olarak bir yere kadar acaba tümümün haberi yokta içindeki bazı unsurlar mı bunu yapıyor diyorsunuz, kişisel mi diyorsunuz. Ama bir yer geliyor ki çok organize şekilde kendilerini saklamaya bile ihtiyaç hissetmeden hep birlikte bİr eyleme kalkışıyorlar.

"HERKES EŞİT VE TEL BAŞINADIR"

Özellikle 19 Ocak MİT TIR'larına yapılan operasyon devletin doğrudan kalbine dönük bir operasyon olarak algıladık ondan sonrada sürekli gündemimizde oldu. Genel başkanlığı aldığımda restorasyon dedim. Orada zikrettiğim şeylerden biride devlet ancak milletten meşruiyet alan kişiler tarafından idare edilir, bürokraside ise herkes tek tektir. Bürokraside asker askeri ister sivil yatay iletişimle alternatif bir otorite kullanılamaz. Herkes devletin meşru otoritesini kullanan siyasi iktidar karşısında eşittir ve tek başınadır.

"ÜSTÜNE GİDERİZ"

Bunu sağlayıncaya kadar üzerlerine gideceğiz. Kimse ile hiçbir vatandaşımız bir problemimiz yok. Ama bir grup vatandaşlarımız arasında bürokrasi arasında bir network kurup diğer vatandaşlarımızın hakkını yok etmeye yönelirse üstüne gideriz. İşin ciddiyetini gördüğümüz andan itibaren bu meseleyi bir ulusal güvenlik meselesi olarak algıladık. Ondan sonra nerede duracağı belli değil. Yurtdışı bağlantıları ile mesela bu Avrupa Parlamentosu'ndaki bu karar için bunlarla işbirliği içinde kimlerin hangi milletvekilleri ile neler konuştuğunu biliyoruz. Ermeni meselesini tekrar uyandırmak için bu yıl kritik olduğu için Amerikan kongresinde kimlerle işbirliği yaptıklarını görebiliyoruz. Ciddi anlamda sırf AK Parti'ye zarar vermek için Türkiye'ye zarar vermekten hiç gocunmayacak bir tavra yöneldiler.

SORU: Çözüm sürecinde Cizre olayları çok kritik. Tamda Öcalan Hatip Dicle aracılığıyla Cizre'ye mesaj gönderdi. Hendek yok, Molotof yok maske yok biçiminde. Onun ardından 12 yaşında bir çocuk öldürüldü. Provokasyon deniyor. Kim provoke ediyor sizce sayın başbakan?

Ahmet Davutoğlu: Çözüm süreci Cumhuriyetimizin en önemli projelerinden biridir. Küreselleşme içinde bir dayanışma psikolojisi oluşturmamız lazım. Herkesin kendisini bu ülke ile kendi kaderini düşünmesi lazım. Bu böyle bir proje birileri ile müzakere için yapılan bir şey değil. Böyle bir projeyi engellemek isteyen ve Türkiye'yi Suriye ve Irak benzeri kaosa sürüklemek isteyen çok taraf var. Bazen bir taraf bazen diğer taraf bu işi provoke edebiliyor. Cizre kritik çünkü Suriye kısmı yapay sınırların üzerinde oyun oynayanlar Türkiye'yi de bu ateşin içine çekmeye çalışıyorlar. Bizde bu ateşin içine bu ülkeyi sokmamak için gece gündüz çaba sarf ediyoruz. Ama bir taraftan Türkiye'nin güvenlik hattı Irak'ın kuzeyinden geçiyor. Bu konuda tereddüt gösterdiğinizde cesaretinizi kaybettiğinizde bir müddet sonra içeriye doğru olaylar yansır.

"SURİYE OLAYLARINI CİZRE'YE YANSITMAK İSTEDİLER"

Birileri Cizre'ye bu şekilde Suriye olaylarını Irak'taki gelişmeleri Cizre'ye yansıtmak için hesaplar içine girdiler. Bu işin bir yönü. Başka bir yönü de, çözüm süreci bütün toplumu kuşatırken taraflar bu sefer farklı siyasi kanatlar arasında itilaf çıkıyor. 6-7 ekim Kobani olaylarıyla çıkan tabloda kamu düzeni ihdas etmekte kararlıyız. Hatip Dicle'nin verdiği mesajlar olması gereken şeylerdir. Bunun içinde Cizre'de ne gerekiyorsa yapacağız. Ve 12 yaşında bir çocuk hayatını kaybetti. Hepimiz üzgünüz. Hemen bir provokasyon polis kurşunuyla diye. İçişleri bakanımızı aradım bir şey kullanıldı mı orada diye hayır efendim dedi. Gösteriyi dağıtmak için gaz kullanılmadı su bile kullanılmadı. Sonra ortaya çıktı av fişeği ile vurulmuş. Bunlar devletle halkı karşı karşıya getirmek için nasıl çaba gösterebileceğini ortaya koyuyor. Bir kere daha bölgedeki vatandaşlarımıza sesleniyorum devlet kamu düzenini ihdas etmek için ne gerekiyorsa o adımı atacaktır.

SORU: Selahattin Demirtaş'ın Cizre'de devlet içine çöreklenmiş bir gurun işi olduğunu iddia etmesi söz konusu.

Ahmet Davutoğlu: Bu çok kolaycı bir şey. Varsa bildiği bir şey bizimle paylaşsın. Bu provokatörlerin ve şiddet yanlısı unsurların üstüne nasıl gidersek devlet içinde varsa onunda üstüne öyle gideriz. Şiddeti körükleyip devlet içinde bazı unsurlar derse inandırıcı olmaz.

SORU: Seçim sürecine doğru giderken çözüm sürecinde yeni adımlar beklemek doğru olmaz diye yorumlar var. Yeni adımlar gelecek mi?

Ahmet Davutoğlu: Çözüm süreci gibi bir süreçte bırakın seçimi bu akşam bir şey olacak dense her şeyi terk eder onu yaparız. Ülkenin bekasını düşünenler için seçim sadece geçilmesi gereken bir eşiktir. Çözüm sürecinde silahsızlanma noktasına gelinse seçimi kaybedeceğimizi bilsek Türkiye'nin geleceğini kazanmak için o adımı atarız. Ki olabilecek başka kayıplar olmasın.

SORU: Neler olacak canlandırmak mümkün mü olacak mı veya?

Ahmet Davutoğlu: Bunları çok detaylı konuşuyoruz. Bundan sonraki aşamada ki Cizre bunun için bir testtir kamu düzenini ülkenin her bir köşesinde ihdas etmek konusunda. Onu yapar yapmaz bundan sonraki adımlar üzerine düşüneceğiz. Ama kimse bizden şunlar şunlar yapılsın sonra belki silahları bırakırız yok. Siyasetin konuşulduğu yerde silah olmaz, fikrin konuşulduğu yerde şiddet olmaz. Eğer silaha ve şiddete meşruiyet kazandırırsanız kamu düzeni kalmaz. Kamu düzenin de meşru güç kullanma yetkisi halktan yetki almış hükümetler tarafından kullanılır. O halkın huzurunu sağlamak için. Bir yanlış yapılırsa da o hükümet hesap verir. Varsa birinin bir teklifi şunu yaparsak toplumsal barış güçlenir onu tartışırız. Ama ben kendi projem için şiddet kullanacağım derse orada dur deriz.

SORU: İzleme komitesi konusu vardı bu konu ilerliyor mu?

Ahmet Davutoğlu: Heyetler gidiyor görüşülüyor sürekli. Ama izleme komitesi adı olmadan sadece bir tarafla değil yani bu mesela sadece HDP ve örgütsel değil bütün ülkenin geleceğini ilgilendirdiği için içinde bu mesele ile kendini ilişkili gören STK'ların diğer partilerin yer aldığı daha geniş bir platform oluşturma anlamında bu zaten akil insanlar nbsp; heyetiyle denendi ve önemli bir misyon gördü.

SORU: Son günlerde iki önemli paketler açıkladınız. Bunlardan birisi şeffaflık bir diğeri imar. İmar konusunda epey ayrıntı var. Şeffaflık konusunda akla siyasi etik meselesi geldi. Meclis başkanının da hadi parlamentonun 25.dönemine hediye bırakalım olabilecek bir şey görüyor musunuz?

Ahmet Davutoğlu: Hükümeti kurduktan sonra bir planlama yaptım. Hemen müdahil olunması gereken konular vardır çözüm süreci gibi ve çıkabilecek krizleri müdahil olma sorunu. Partinin kongre takvimi ve seçimlere doğru giden sürecin idare edilmesi ve birde restorasyon çalışmalarının ihya ve inşa faaliyetinin yapısal unsurlarını korumak üzere yapılacak çalışmalar.

"25 SEKTÖRE DÖNÜŞÜM PROGRAMI AÇIKLADIK"

Her bakanlığı ziyaret edip ne yapılabilir burada ne yapılması gerekir diye bir resmi çıkarmaya çalıştık. Bir kere 25 sektöre dönüşüm programı açıkladık 1350 eylem planıyla. Makro ekonomik kısmını ilan ettik ve önümüzdeki hafta sosyal boyutu ilan edip bu 25 sektörü tamamlayacağız. Bu ekonomi de çok büyük sektörel dönüşümü ve ekonomik hayatımızın doğasını etkileyecek bir dönüşüm projesi. Bunlarda sadece birisini ayırıp özel olarak çalışan kadınlarımızın imkanlarının genişletilmesi ve ailenin ve dinamik nüfus yapısının korunması, nüfusu genç bir ülkenin işsiz kalması halinde her türlü kaosu bekleyin. 90'lı yıllarda basit bir formül bulunmuştu. Doğum kontrolü yapalım nüfusu azaltalım işi verelim zamanlar yaşlanırsa o zaman bakarız. Biz de nüfusu arttıralım ve iş bulalım diye tam tersini yaptık. Bu mesela inşa edici bir düşünce. Bunun birçok unsuru var.

"12 YIL İÇİNDE ÜZERİNDE EN ÇOK DURDUĞUMUZ MESELE..."

Şeffaflaşma 12 yıl içinde bizim en çok üzerinde durduğumuz bir mesele. Daha önce çok sayıda kanunla bir altyapı vardı. Yeni eşik olarak bu hesap verilebilirlik ve şeffaflaşmayı öne çıkardık. Siyasetin finansman alanlarıyla ilgili çok önemli tedbirleri açıkladık. Siyaset bir güç kullanma alanı finansmanda bir güç. Bu iki güç birleşirse ve bu şeffaf olmazsa birinin diğerini ifsat etmesi söz konusu olabilir. Biz bu anlamda cumhurbaşkanlığı seçiminde denenen ve başarılı olan yöntemi herkes yardım yapacaksa açık yapsın gizli saklı ben şu partiye şu yardımı yaparsam şöyle bir çıkar elde ederim gibi bir hesap içine kimsenin girmemesi lazım.

"ZİHNİYET MESELESİDİR"

Şeffaflık meselesi bir zihniyet meselesidir. Siyasiler toplumun önündeyiz biz. Yanlıştan kaçınmamız gerekir ama yanlıştan kaçınmak bütün toplumun sorumluluğundadır. Onun için mal bildirimi esasıyla yayıyoruz yargı mensuplarına, grup başkan vekillerini medya yetkililerine, sivil toplumla ilgili düşüncelerimiz de var. A Partisine B partisine yapılan yardım nedir görülsün şu şu kadar yardım yapmış. Milletvekilliği benim ürpererek üstlendiğim bir sorumluluk. Milletvekili tabiri o kadar ağır ki. Ama bir hesap verme makamı olarak bütün milletin yükü omuzlarımızda. Dünyanın en şerefli makamlarından biri milletvekilliğidir. Değişik kanunlarda olan milletvekilleriyle ilgili düzenlemeleri bir kanunda toparlayıp bunun içine anlaşılan etik unsurları da koyarak onurlu bir görev üzerinden sürebilecek spekülasyonları ortadan kaldırmayı düşünüyoruz. Seçimlerden önce olması için çabalıyoruz.

"14 OCAK'TAN İTİBAREN DEDİM..."

İmar konusunu açıklarken 14 Ocak'tan itibaren dedim ki bundan sonra yapılan çalışmalar bunun parçası olacağı bilinsin. Bu bir vergi değildir. Bir vatandaşımızın binası ya da arsası olduğu yerde değer kazanıyorsa bütün hepsi ona aittir. Vatandaşımızın bir binası var duruyor orada değer kazanıyor. Ama aynı arsada bir kamu kararı alınarak bir değer artışı olmuşsa yani yan yana olan iki arsadan birinden talep geliyor ve onun imar planı değişiyor o andan itibaren orada da değer kazanıyorsa bu o arsanın sahibi olan olan kişinin emeğiyle kazanıp ürettiği bir şey değil kamu otoritesinin aldığı bir kararla kazanılan bir şey. Orada o kazancın kaynağı olan kamuya dönmesi lazım. Bu kesinlikle Türkiye'de inşaat sektörünün olumsuz etkilenmesine yol açacak bir husus değil. Bir düzen gelmesi inşaat sektörünün verimliliğini arttıracaktır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...