46 yaşındayız

Bizi bugünlere getiren sevgili okuyucularımıza bir kez daha teşekkür ediyoruz.
İlk sayısı 22 Nisan 1970'te çıkan Türkiye gazetesi, bugün büyük bir coşkuyla yeni yaşını kutluyor. Geride sayısız gurur manşetleri ve huzur yazıları bırakan, ülkesine ve dinine hizmet yolunda çileli yollardan geçen gazeteniz, güçlü altyapısı, tecrübeli kadroları ve siz değerli okuyucularıyla geleceğe ümitle bakıyor.
İNŞAAT / ZEKİ CELEPZeki Ağabey... Kendi deyişiyle Babıali'deki 3-4 yıllık serüvenden sonra aldığı askerlik eğitimini yansıtacağı bir iş arayışına yöneldi. O işi 31 yaşında buldu. Sayfayı 43 yaşında kapamayı düşünürken Enver Ören Ağabeyin emriyle inşaattaki öyküyü İhlas Holding'de devam ettirme kararı aldı. 76 yaşındaki ihtiyar delikanlı şimdi Bizim Evler serisi başta olmak üzere yeni projeleri planlıyor.
Zeki Ağabey, tıpkı Enver Ağabey gibi Kuleli mezunu... Okul arkadaşı, çok sevdiği ağabeyi, sırdaşı, can yoldaşı Enver Ağabey gibi o da önce medya dünyasında çalışmaya başladı. 3-4 yıllık Babıali serüveninin ardından askerî disiplinini yansıtabileceği bir iş alanını, inşaatı seçti. Kendisinden dinlediğimize göre, Suudi Arabistan macerasının ardından tam da her şey tıkanma noktasına gelirken, Enver Ağabey 'Gel' deyince gelmiş. Ve 43 yaşında inşaatta yeniden açtığı bu sayfada İhlas'ın inşaattaki tüm işleriyle özdeşleşecek kadar uzamış. Bu hikâye, yeni örgülerle de ilerleyeceğe benziyor
- Biraz hayatınızdan bahsetsek ağabey?
1939 yılında Sivas Koyulhisar'da doğdum. Babam Tekel'de yaprak ve tütün ambar memuruydu... Çocukluğumda Anadolu'nun birçok kentini gezdim. İlkokulu ve ortaokulu Tokat Erbaa'da bitirdim. Sonra Kuleli Askeri Lisesi'ni kazandım. Ardından Harp Okulu ve daha sonra Tank Okulu... Teğmen olarak orduda göreve başladım.
Bu arada Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni dışarıdan bitirdim. Ankara'da Etimesgut'ta, sonra Kars ve Doğu Beyazıt'ta görev yaptım. Ordudan ayrılınca İstanbul'a geldim. Ailem de İstanbul'a yerleşmişti.
- Siz de İstanbullu oldunuz.
Evet. 27 yaşındaydım. Ne yapacağıma karar veremiyordum. Yeniden üniversite okumayı bile düşündüm. Sonra vazgeçtim. Hayata atılmaya karar verdim ve kendimi Babıali'de buldum. Gazete maceram 3-4 yıl sürdü. Tan Matbaası'nda müdürlük, Sabah Gazetesi'nde yöneticilik yaptım. Bir süre de yayıncılık işleriyle uğraştım.
Bu işler bana göre değildi. Aradığımı bulamamıştım. İnşaata girmeye karar verdim. Askerlik eğitimi aldığım için iş disiplinim vardı. Bu disiplin ile başaracağıma inanıyordum. İrfan Komandit Şirketi'ni kurduk. Merter, Fatih, Bahçelievler ve Erenköy'de apartmanlar yaptık. Bu işi sevmiştim.
Sonra Antalya'ya yerleştim. Orada İtimat Limited Şirketi'ni kurduk. Bir apartman yaparak işe başladık. İller Bankası Bölge Müdürlüğü tesislerini ve Antalya Havalimanı terminal binasını inşa ettik.
- Ama Enver Ağabeyle irtibatınız, dostluğunuz, muhabbetiniz hep yanınızda değil mi?
Kesinlikle. 1982'de Suudi Arabistan'dan teklif geldi. Oraya gittim. 11 okul inşa ettik. Orada çok yorulmuştum. İstanbul'a geldim. Kendimi emekliye ayırmayı bile düşünüyordum. Ama olmadı. İyi ki de olmadı; İhlas Holding'in Yönetim Kurulu Başkanı Enver Ören Bey beni çağırdı. Türkiye Gazetesi çalışanları için kooperatif kurduklarını söyledi. Bu kooperatifi idare etmemi istiyordu. Projeyi inceledik. Kooperatif çok rasyonel değildi. Burada proje geliştirmek gerekiyordu. Bunun üzerine hemen kolları sıvadık. Bundan sonra hedefleri Enver Bey verdi. Konut dedi, konut yaptık, iş yeri dedi, TV stüdyosu dedi, hastane dedi, okul, eğitim kampüsü dedi… Ne dediyse onu yapmaya, gösterdiği hedeflere ulaşmaya çalıştık.
- İhlas Yuva ile başladınız.
Evet, buraya 1.000 konut inşa ettik. O tarihte, Emlak Bankası dışında İstanbul'da inşa edilen en büyük siteydi. 1990'da başladık, 22 ayda bitirdik. Herkes bu kadar hızlı bittiğine şaşırdı. İstanbul'da doğalgazın kullanıldığı ilk siteydi. Biz başvuru yapıncaya kadar İGDAŞ'ın 190 abonesi vardı. İhlas Yuva ile abone sayısı 1.190'a çıktı. Tek siteyle abone sayısını altıya katladılar. İhlas Yuva Sitesi enteresandır. İstanbul'un ilk doğalgazlı, ilk kombi kat kaloriferli, ilk panel kalıplı sitesidir.
Bu arada Türkiye Gazetesi Ticaret Lisesi'nin inşaatına başladık. Diğer taraftan da İhlas Holding'in merkez binasının projesi üzerine çalışıyorduk. Projeyi bitirmemiz 5 yıl sürdü. İnşaatına 1995'te başladık. 2000 yılında bitirdik. 17 bin metrekare arsada 80 bin metrekare toplam inşaat alanı var. Şimdi bir anlam ifade etmiyor. Yapıldığı dönemde toplam inşaat alanı açısından İstanbul'un en büyük binalarından biriydi.
Zeki Celep demek kalite demek... Söz verilen zamandan önce teslim etmek demek...
-Yurdun çeşitli yerlerine kalıcı eserler yaptınız. Konumuz olan İhlas'a dönersek, neredeyse bir Bayburt ili kadar bina inşa edip insanları ev sahibi yaptınız. İnsanları ev sahibi yapmayı aksatmadınız değil mi?
Hiç aksatır mıyız? Bir taraftan da o işlere devam ettik. Enver Bey bize sürekli yeni hedefler gösteriyor ve bizi daha ileri teknoloji kullanmaya teşvik ediyordu. 1994'te 2 bin 850 daire ve 134 villadan oluşan Marmara Evleri birinci etaba başladık. 1997'de 2 bin 200 konutluk ikinci etaba...
Aynı dönemde İhlas?Holding olarak 35 bin devre mülkten oluşan 1.600 dairelik Kuzuluk Kaplıcalarını yaptık... 37 bin devre mülkten oluşan Armutlu Tatil Köyü'nü yaptık. 650 villalık Güzelşehir projesini hayata geçirdik.
Ispartakule'de her biri ayrı bir site büyüklüğünde Bizimevler projesinden 6 bölüm yapıp sattık. Şimdi Bizimevler 7'yi yapıyoruz.
- İnsanlar sizin yaptığınız konutlardan çok memnun kalıyor. Yakinen biliyoruz…
Her alıcının hayali başkadır. Kimileri, halk tabiri ile başını sokacak, barınacak bir ev arar, kimileri otel hizmeti verecek arı kovanı gibi bir blokta, 200-300 daireli projeleri tercih eder. Ama çoğunluk ailesi için, çocuklarını yetiştireceği, oğlunu evlendireceği, kızını gelin edeceği, güzel hatıralar bırakacağı, bir ömür geçireceği bir sitede ev sahibi olmak ister. Bu noktada kalite ve güven büyük önem kazanır. İnsanların güvenini kazanırsanız, kaliteden ayrılmazsanız, güzel şeyler yaparsanız, her zaman satarsınız. Krizler size uğramadan geçer gider.
Son dönemdeki konut atağında işin sosyal ve çevre kısmı ihmal ediliyor. Bunun ihmal edilmemesi gerekiyor. Biz elimizden geldiğince özen gösteriyoruz. Herkesin buna özen göstermesi gerektiğine inanıyoruz. Bütün projelerimizde aynı özelliği görürsünüz; yemyeşil ve orman gibidir hepsi…
Biz bir yerde inşaata başlamadan önce ağaç ve bitkiler için önemli olan bitkisel toprağın tamamını bir köşeye stok ediyoruz. Bu tarımsal açıdan önemli bir toprak... İnşaatı bitirdikten sonra bu toprağı tekrar rekreasyon alanlarına ve bahçelere seriyoruz. Ne dikerseniz birkaç sene içerisinde yeşeriyor, fışkırıyor...
Bitki ve ağaçlar bir sitenin, bir projenin makyaj ve mücevherleridir... Gerçek değeri onlarla ortaya çıkıyor. Kimse hatır için ev almaz. Ev, insanların hayatı boyunca yapacağı en büyük alımdır. Kalite ve güven işin en önemli kısmıdır. Biz işi para kazanmak veya değer ortaya çıkarmak olarak algılamıyoruz. İnsanların mutlu olacağı, yaşarken huzur alacağı mekânlar ortaya çıkarmayı öncelikli hedef edindik. Bizim için işin en önemli kısmı budur.
CENAZE / DURSUN ŞAHİN
Son gün olmasın dostum çelengim, top arabam Alıp beni götürsün mezara Dursun Kaptan
Dursun Şahin, ya da aramızdaki adıyla "Dursun Kaptan."Gazetenin ilk yıllarında şoförlükle başlamıştı işe...
Matbaaya kâğıt taşımaktan tut, ev taşıyacak herhangi bir çalışanımızın nakliye işlerine… her derde deva bir adam.
Ama onu konu etmemizin asıl sebebi bu değil.
"Her derde deva adam"ın çare olamadığı şey, ölüm… Ölüme kim çare olabilmiş ki?
Kısa bir hayat, bir iki durak yolculuk ve istasyon…
Ne güzel söylemiş Mimar Sinan:
"Falan ölür, filan ölür
Bir gün derler Sinan ölür."
Ya da İmam-ı Gazali hazretlerinin tarifiyle, "Hayat, mezardaki sağ ayağın yanına sol ayağın da gelmesi kadardır."
Hani Necip Fazıl vasiyet ediyor ya:
"Son gün olmasın dostum, çelengim, top arabam;
Alıp beni götürsün tam dört inanmış adam."
İşte Dursun Kaptan bu ölüm yolculuğunda her zaman insanların yanında, inanmış o üç dört adamdan biri… Ve, o zor zamanlarda, en kıymetli hizmetlerden birini, üstelik gönüllü olarak icra ediyor.
Bir gazete mensubunun, bir İhlas mensubunun kendisi veya bir yakını vefat ettiğinde Dursun Kaptan sahne alır.
Tabut, kefen, mezar yeri, yıkama ve usulüne uygun olarak defin…
Öyle demeyin, o kadar önemli ki… Yaşayan bilir…
Cenazenin yakınları o matem içinde alet edevat ve bürokrasi peşinde koşuşturmaktan kurtulur, ölüsüne dua etmekle meşgul olur.
Çünkü gerisini Dursun Kaptan halletmiştir, birkaç elemanıyla… Çeyrek asırdır ve tabii ücretsiz!
YÖNETİM / MUAVİYE GÜL
Sayfa sekreterliğinden genel müdürlüğüne...
Merhum Enver Ağabey babama "Muaviye'nin eti de kemiği de benim" demişti. Onun tarafından sahiplenilmek beni mest etti. En büyük unvan budur aslında...
1982 yılında sayfa sekreteri olarak işe başladığı Türkiye Gazetesi'nde sırasıyla Dağıtım Servisi, Teknik Servis montaj, Teknik Müdür Yardımcılığı, Baskıdan Sorumlu Genel Müdür Yardımcılığı, Genel Müdürlük ve İhlas Gazetecilik Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerinde bulundu.
Muaviye Gül, bu çatı altındaki günlerini şöyle özetliyor:
***
İhlas Gazetecilikte benim için her şey 1981 kasımında rahmetli babamla birlikte Enver Ağabey'i ziyaret etmemiz ile başladı. Ziyaret esnasında tatlı tatlı sohbet ederlerken elinde imzalanacak evraklarla Yazı İşleri Müdürü Mehmet Okyay Bey içeri girdi. "Efendim acil" deyip evrak uzatırken Enver Ağabey, "Okyay, Muaviye'yi sana verdim" dediler. Sonra rahmetli babama dönüp, "Abdullah Ağabey, eti de kemiği de bizim" buyurdular.
Malum evlat birine emanet edilirken "Eti senin kemiği benim" diye bir âdetimiz vardır. Bizimki bunun tam tersi oldu, "Eti de bizim, kemiği de bizim."
Gerçek sahip kimmiş öğrenmiş olduk. Bence işin sırrı ve sihri burada...
Aklımızda bir iş talebimiz olmadığı gibi ağzımı bile açamadım… Kayan bir yıldız gibi planlarım her şey kaybolup gitti. Kendimi hayatımda ailece yolunu gözlediğimiz postacının bazen bir bazen birkaç tane birlikte getirdiği Türkiye gazetesinin a'dan z'ye hazırlandığı, yetişti-yetişmedi-kaçtı heyecanı içerisinde buldum.
Gazetecilik tüm birimleri ile heyecan ve hareket mesleğidir.
Dağıtım servisindeyim. O zamanlar Türkiye Çocuk dergimiz için "fahri muhabir kartı" hazırlanıyordu. Talep mektupları dağıtım ve İdari İşler Müdürü Mehmet Doğar Beyde toplanıyor, haftada bir toplu veriyor. IBM daktiloda yazıyor, fotoğraflarını zımbalıyorum. O bana veriyor, tık tık tık yazıyorum, iki saat sonra geri götürüyorum. Mehmet Bey elini masaya vurdu; "Yahu kardeşim, ben bu işi başkalarına veriyordum, on beş gün sonra alıyordum. Benim verdiğim işi bir daha bu kadar çabuk getirme! Ne bu ya!" diye patladı.
Boş durmak bana göre değil; statükoyu, işi ve iyiliği engelleyen, yavaşlatan boşuna vakit ve enerji öğütmek adına ne varsa uzağım. Neticeye yönelik pratik çözümler üretirim ve kullanırım. Duygusal zekâmdan bir miktar katmadığım değerlendirmem ve iletişimim yok gibidir. Heyecanımı hiç kaybetmedim. Türkiye Çocuk'ta yayınlanan bir röportajında Enver Ağabey, "Gazeteciliğin kolay tarafı yoktur.
Gazetecilik heyecan ve hareket mesleğidir. Bu meslekte, mesai ve gece gündüz mefhumu yoktur. Gazetecilik böyle düşünenleri bünyesinden atar" diyordu.
Gazeteciliğin bundan daha güzel tarifi yapılamazdı.
Rahmetli Cemil Bilgiç Ağabeye okudum, "Mükemmel bir tarif" dedi ve çerçeveletip astık. Dizgi Servisi'nden başlayıp dalga dalga her tarafa yayıldı.
İşte biz bu formülle bugünlere geldik.
BULMACA / CAFER SÖZTUTAN
Küçük karelerin büyük emektarı
O, bulmaca yapmaya başladığında henüz özel televizyon kanalları yayına başlamamış, Berlin Duvarı yıkılmamıştı.
Humeyni de, Dali de, Diana da sağdı…
Tam 28 yıldır bulmaca editörlüğü yapıyor...
İlk kez 1987'de Türkiye Çocuk dergisinde çalışırken gazetede yayınlanan okur bulmacalarını yetersizliğinden rahatsız olduğu için kendi bulmacasını hazırlayarak başlayan yılların ustası aslında bir öğretmen.
Kuzuların sağdan sola "me"lediği, 'bir nota'nın yukarıdan aşağı indiği, takipçilerini kareli ceket gördüğünde bile bulmaca çözmeye sevk eden keyifli bulmacalarının sayısı on binden fazla… Artık bulmacalar bilgisayar programlarıyla hazırlansa da o hâlâ elle manuel hazırlıyor ve manuel'in üstünlüğünü savunuyor.
"Çengel bulmacada önce resim konuyor. Sonra o resim etrafında örerek gidiyorum. Satranç misali, 4-5 hamle sonrasını düşünür gibi 4-5 kelime sonrasını düşünüyor öyle yerleştiriliyorum" diyor.
"Oraya çift sesli gelirse ne olur, çift sessiz ne olur" derken zihninde ördüğünü kâğıda döküyor. Tam sayfa bir çengel bulmacanın tamamlanması 4-5 saati buluyor.
"Resimdeki ünlü" meselesi de hiç kolay değil hani. Ayda yetmişin üzerinde resim kullanıyor.
Enigmatoloji'de (bulmaca bilimi) tanınmış bir üslubu, adına patentli bulmacaları, yarışmaları ve ödülleri var.
Müdahale eden okuyucular, yanlış çözüp " Hata var!" diye çıkışanlar, kutucuklar küçük geldiği için huysuzlananlar, çözerken zorlanırsa sitem edenler olabiliyor ama herkes onun bulmacalarını çok seviyor. Öyle ki, bir dönem yayından kalktığında tepkilerin ardı arkası kesilmemiş. Ve… Yeniden yayınlanmaya başlamış.
"Bulmaca eğlencedir; oyun aracıdır, rahatlamaktır, keyif almaktır" diyor. O yüzdendir ki, konulu bulmacaya ve didaktik olmaya (ders vermeye) mesafeli... Ancak manevi hassasiyetlere, az duyulmuş kelimeleri serpiştirmeye, her yaşa hitap etmeye, okurun kelime haznesini diri tutmaya, babasının kullandığı kelimeleri unutmaya yüz tutan kuşağa hatırlatma kabilinde kelimeler kullanmaya özen gösteriyor.
"Hayat bulmaca değildir. Her boşluğu dolduracak uygun parça bulamazsın, bulsan da yerine koyamazsın. Hayalindeki resmi asla tamamlayamazsın..." (Cafer Söztutan)
YUKARIDAN AŞAĞI, SOLDAN SAĞA BİR HAYAT
Cafer Söztutan zamam zaman bulmacalarda kullandığı fotoğrafların eleştirilmesine bozuluyor, "Ayda 70 fotoğraf... Bulmak kolay değil" diyor.
KİTAP - OSMAN KARABIYIK
Hakikaten büyük saadet…
Senelerce gazetemizde musahhihlik (şimdi düzeltmenlik diyorlar) yaptı. Sonra yan kuruluşumuz olan, yo ne yan kuruluşu, düpedüz merkezimiz olan, ilk çıkış noktamız olan Hakikat Kitabevi'ne geçti. Senelerdir, sponsorlar kanalıyla dünyanın en ücra köşelerine her gün, ama her gün dinimizi, vatanımızı, ecdadımızı anlatan –ücretsiz- kitaplar gönderiyor.
O kitapların müellifi merhum İslâm âlimi Hüseyin Hilmi Işık Hocamız ve merhum Enver Ören Ağabeyimiz nasıl önem verir, nasıl yakından takip ederdi Osman Karabıyık'ın gönderilen kitap raporlarını… Bir nefes borusu gibi rahatlatırdı onları; o rakamları duyunca şükreder, dua eder, moral bulurlardı.
YEMEK / ALİ ÖZ
Sessiz sakin, işinde gücünde bir adamdı. (-dı) diyoruz, 35 yıllık bir hizmetin sonunda emekli oldu çünkü… Kendine göre biz düzen kurmuştu; her saat başı herkesin masasınaçay dağıtırdı. İki öğün yemek verirdi. Prensibi "Konuşma, çalış" şeklindeydi.
Kırmadan, üzmeden, böbürlenmeden, kibirlenmeden, başkasının işine karışmadan, vatan kurtarmadan görevini yaptı ve sessizce çekip gitti.
ÇEŞME / YAKUP GÜLTEKİN
Su gibi aziz ol…
Yakup Abimiz "zengin biri."Yo yo, para değil, dua zengini…Düşünsenize, kaç insan yazın kavurucu sıcağında onun yaptığı çeşmeden kana kana su içip, "Ohh, yapanın, yaptıranın ceddine rahmet" diye dua ediyor kim bilir…
Yakup Gültekin Usta, merhum Enver Ören Ağabeyimizin talimatlarıyla, 24'ü İstanbul'da olmak üzere aralarında Şırnak, Lefkoşa, Erzurum, Erzincan, Çorum, Çankırı, Amasya'nın bulunduğu çeşitli illerde 74 tane zarif, estetik, güzel "Türkiye Gazetesi Çeşmesi" inşa etti.
MATBAA / İSMET EMANET
Gazeteden bile eski...
İhlas'a adanmış bir ömür... Dile kolay, 48 sene... Problem değil iş üreten bir gönül eri...
Tam 48 sene…
Daha gazete çıkmadan gazetede çalışan adam!
Çünkü, gazeteyi çıkaran Enver Ören Ağabeyin yol arkadaşı… ve daha 1967'li yıllarda başlamışlar ön çalışmaya…
Gazetenin de altyapısını oluşturan yayınevini kurmuşlar.
İsmet Ağabeyin yarım asra dayanan hizmet yolculuğunda kitabevi ve matbaa en önemli yeri tutuyor. Kendi matbaamızın olmadığı yıllarda "piyasada" baskı yaptırırdı.
Düz Ofset baskı tesislerimizin temelini attı, yıllar içinde teknolojinin gelişmesine paralel olarak makinelerimizi geliştirdi, büyüttü.
Bugün sadece kendi "işlerimizi" basan bir matbaa değil, piyasaya iş yapan sektörün hatırı sayılır bir kuruluşu durumunda isek, bundan aslan payı İsmet Emanet Ağabeyindir.
Şu günlerde emekliliğin tadını çıkarıyor.
Bizler de "Allah hayırlı uzun ömürler versin" diye dua ediyoruz kendisine...
TAKVİM / AHMET GÜLMEN
Zamanın önünde giden adam…
1982'de patates baskı bir numune ile gelmişti Türkiye gazetesine, "Bu şekilde bir takvim yapabiliriz" diye... Yaptık; hem de milyonlarca...
Aralıksız otuz 33 her gün okunan bir yazar Ahmet Gülmen! Hem de dünyanın her yanında!Türkiye Gazetesi Takvimi'ni ilk yapan ve senelerdir her sayfasını titizlikle hazırlayan bir öğretmen o... Öyle bir takvim hazırladı ki, yıllardır hayatımızın ayrılmaz bir parçası.
Kâh namaz vaktine baktık, kâh kitap arasında sararmış bir yaprağına rastladık… İftarı onunla bekledik, bayrama onunla girdik. Kırlangıç fırtınasının başladığı günü öğrendik, 'cemre düştü' yazdığında sevindik. Yıllardır onu okuduk bilgilendik, bulmacayı çözemedik ertesi günün yaprağından kopya çektik, güldük eğlendik, kimi zaman hüzünlendik.
Çocukluğumuzun, gençliğimizin internetiydi bir nebze... Ve günümüzde de dezenformasyonun had safhada olduğu teknoloji toplumunda elimizde kalan son güvenilir bilgi kaynağı…
Bugüne dek toplamda 137 milyondan fazla basılan Türkiye Gazetesi Takvimi'nin temeli yine onun "patates baskısı" teklifiyle başladı.
Şöyle:
Yaprakların arka yüzündeki bilgilerin daktiloyla, ön yüzündeki gün ve ay isimlerinin ise patates baskıyla hazırlandığı ilk numune Eskişehir'de yapıldı. Beğenildi… 1981 Ağustosunda İstanbul'a geldi. İlmek ilmek dokuduğu bilgileri, dini, tarihi ve kültürel yazıları sayfalara yerleştirdi. İlk baskı 1982 yılında ve dört yüz bin olarak yapıldı.
Daha sonra fıkra, şiir, sağlık bilgileri, bulmaca gibi eklemelerin yapıldığı düzenlemelerle her yıl tirajını katladı. Öyle ki, 1995 yılında 7 milyonluk satışla bir rekora imza attı. Rekorunu senelerce tekrarladı…
Takvimin hazırlanması yaklaşık altı ay sürmüş.
"Önce günü belli tarihlerin sayfalarını hazırlayarak başlıyorum" diyor Ahmet Gülmen. Yıllık yemek ve çocuk isimleri listesi zaten hazır... Sonrasında da programına uygun olarak metinleri, resimleri yerleştiriyor. Programda her Pazartesi hikâye ve makale, Salı sağlık, Çarşamba yemek ve ansiklopedik bilgi, Perşembe menkıbe, Cuma dini yazılar, Cumartesi tarih ve bulmaca, Pazar ise bulmacanın cevabı ve şiir oluyor... Arada paylaştığı kendi kaleminden şiirleri üniversitelerde tez konusu olmuş hatta Yunanca'ya çevrilip komşu ülkede de yayınlanmış.
"Biz bundan kâr da beklemiyoruz, zarar da beklemiyoruz. İnsanlara nasıl faydalı olabiliriz düşüncesiyle hareket ettiğimiz için emeklerimiz de etkili oluyor" diyor…
Yurt içinde ve dışında takvimi alıp inceleyen ve böylesi bir eserin tavsiye ettiği kitaplar da kıymetlidir düşüncesiyle Hakikat Kitabevi'nin muteber eserlerine ulaşanların… hatta akabinde Müslüman olanların sayısı bir hayli fazla…
Türkçe olarak Avrupa ülkelerinde yıllardır sevenleriyle birlikte olan Türkiye Gazetesi Takvimi aynı zamanda Azerice, Kazakça, Farsça, Bulgarca , Rumence gibi birçok dilde basılarak Makedonya, Kosova, Arnavutluk, Afganistan, Tacikistan, Bulgaristan, Romanya, Polonya, Azerbaycan ve Rusça konuşulan her ülkede okurlarıyla buluşuyor…
YUSUF KOLSUZ
İLK MUHABİR UNUTULMAZ
Yusuf Kolsuz ilk dağıtıcı, ilk muhabir, ilk emekli…Kendisi anlatıyor:"Yetmişli yıllar… Ankara Polatlı'da şapka imal ediyorum o sıralar. Bay, bayan, polis, subay… ne ararsan var. Yanımdaki terzi gazetenin abonesi… Çok iyi anlaşırdık, temiz insanlar.
O gün baktım fısır fısır konuşuyorlar, 'Akşam sekizde ha, aman geç kalmayalım' filan.
Samimiyiz ya, lafa karıştım:
- Hayırdır, nereye gidiyorsunuz?
- Bir işimiz var.
- Eh, ben de sizi takip etmezsem Yusuf demesinler bana!
Akşam kepenkleri indirdiğim gibi koştum arkalarından.
- Tamam, sen de gel, dediler, yabancı değilsin.
Sonradan adını öğrendiğim Kurban Abinin evine doğru yöneldik, hallerine tavırlarına bakarsan ağır bir misafir var.
Girdik, kanepede nur yüzlü bir zat... Hani menkıbelerdeki aksakallılar olur ya, onlardan. Meğer son devrin İslam âlimlerinden Seyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin oğluymuş. Münir Bey Amca!
Herkes elini öpüp çekildi kenara. Ben de öptüm. Bir süre yüzüme baktı, kibar bir İstanbul Türkçesi ile sordu:
- Siz hangi zanaatla iştigal ediyorsunuz efendim?
- Şapkacıyım. Perakende imalat bir arada…
- Ya… Bir meslek tavsiye edeceğim sana…
Mesleğimden buz gibi soğudum o anda.
O akşam dinlediklerimi hiçbir yerde duymamıştım. İki saat oturduk, dünyam değişti adetâ. Nasıl âlim, nasıl mütebessim, nasıl neşeli… hayran oldum ona.
Hayatımda ilk gördüğüm Peygamber torunuydu. Ehl-i beytin asaleti bambaşka.
Ertesi sabah ilk işim tabelayı indirmek oldu.
İşte bu terzilik macerası bizi İstanbul'a taşıdı. Demir attık mı Tuzla, Pendik civarlarına. Serde tüccarlık var, boş duramıyorum; pasta, börek, açma, simit, domates, biber ne bulursam satıyorum bu arada.
Derken bir vesile ile Rahmetli Enver Ağabey ile tanıştık. Gazete için çok çaba sarf ediyordu. Gazete satmaya başladım artan zamanlarımda. Sonra foto muhabirliği geldi. Gazetenin ilk muhabiri olarak yirmi yıl çalışıp, ilk emeklisi oldum.
DAĞITIM / SELAHATTİN TERZİ
Huzur dağıtıyor
"Dünyanın en şaheser gazetesini bile hazırlasanız, dağıtamadıktan sonra bir önemi yoktur."
Otuz yıllık bir gazete çalışanı… İşi dağıtım. Gazetecilikte iki türlü dağıtım var.
Biri, eskilerin tabiriyle "müvezzi." Yani, elden gazete dağıtan adam...
İkincisi, gazetenin bir şirket aracılığıyla dağıtılmasında çalışmak…
Selahattin Terzi, her ikisini de icra etti, ediyor.
80'li yıllarda İstanbul'da uzun süre gazete dağıttıktan sonra merkeze geçti. Yirmi beş yıldır da Türkiye gazetesi ile dağıtım şirketleri arasında köprü. Gazetenin günlük tirajını o biliyor.
Yıllardır baskı sayısındaki iniş çıkışları, bütün gazetelerin gerçek satış rakamlarını, promosyonların artı ve eksilerini, okuyucu tercihlerini o biliyor.
"Herkes kendi işini önemser ama dağıtım gerçekten çok önemli. Dünyanın en şaheser gazetesini hazırlasanız bile, dağıtamadıktan sonra bir önemi yoktur" diyor.
Gazetenin her sabah elinize ulaşmasında onun "başrol oyuncusu" olduğunu unutmayın…
Katkılarından dolayı Halime Gürbüz, Efrahim Gönültaş ve Bünyamin Çelik'e teşekkür ederiz.