Bu nasıl kriz

Rumlar Yunanistan’ı kurmak için bir çaba sarfetmediler, devleti kucaklarında buldular. Şimdi Avrupa’yı hortumluyor, keyiflerine bakıyorlar.
İrfan Özfatura
irfan.ozfatura@tg.com.tr
Evet mi? Hayır mı?
Temmuz 2007 ‘de Yunanistan’a gitmiş ve referandumun nabzını tutmuştum gazetemiz adına.
Onlar yeni bir anayasayı değil “kreditörlerin nakit akışının devamı için öne sürdüğü şartları” tartışıyorlardı. Kemer sıksınlar mıydı acaba?
Başbakan Çipras hayırcıların başını çekiyor ve Eurozon’dan ayrılırız diye tehdit ediyordu Avrupa’yı. Yer gök Oxi (hayır) afişleriyle donatılmıştı, neticede sandıktan % 62 hayır çıktı. Nai (evet) diyenler de borç ödemeye meraklı değillerdi, sadece başlarına daha büyük gailelerin sarılmasından korkuyorlardı.
Peki hayır dediler de ne oldu, AB göğüslerine çöküp gırtlaklarına mı bastı? Bir sonraki yılın mart ayında yine Yunanistan’daydım. Selânik’teki cafeler tavernalar lebalep doluydu, yine çalıp oynuyor, neşeli kahkahalar çınlıyordu duvarlarda.
DEMOKRASİ BEŞİĞİ Mİ? İKTİDAR MEZARLIĞI MI?
Gidenler bilir, Rumlar en kolay röportaj yapılacak milletlerden biridir. Girin bir kahveye, ilk masaya oturun, nazlanmadan konuşacaklardır. Ben daha ziyade yaşlıları seçiyorum, hem eskiyle kıyas ediyor, hem de Türkçe biliyorlar.
Nitekim Kavala iskelesinde ki ihtiyarlar samimi konuşuyor, nalına da vuruyorlar mıhına da: “Bak” diyorlar “Biz kürsüye çıktık mı demokrasinin beşiğiyiz diye gireriz mevzua. MÖ 800’lerde başımızdaki tiranları indirmiştik aşağıya. Ama soylular oturdu o koltuklara. Salonda (ya da meydanda) kaç kişi olabilir ki seçimden bahsedilsin. Kaldı ki kölelerin (asillerin on katıdır) ve kadınların oy ve söz hakkı olamazdı Atina’da.
Açıkça konuşmak gerekirse bağımsızlık bize bahşedildi, getirip başımıza bir Alman koydular. 1. Otto devrilince, Danimarka Kralı’nın 17 yaşındaki oğlu Prens William (I. George) oturtuldu bu defa. O da bir suikastle hayata veda edince yerine I. Konstantin getirildi. Alman asıllıydı, imparator II. Wilhelm’in eniştesiydi ayrıca. Tarafsız kalmaya çalışınca azlettiler, oğlu Aleksander ise Başbakan Venizelos’a uydu, İngilizlerin yanında yer aldı açıkça. Savaş sonrası hâlâ monarşi ile yönetiliyor, devrim karşı devrim arasında bocalıyorduk. Taaa ki Metaxas diktası çöreklenesiye kadar (1936).
2. Cihan Harbi’nde önce İtalyan sonra Alman işgaline uğradık. Kral Londra’ya kaçtı, bakanlar soluğu Kahire’de aldılar. Nazilere karşı silik de olsa direndik. Sağcı EDES ve solcu ELAS örgütleri Almanlara vurdular. Ancak işgal bitince birbirlerine girdiler, kanlı bir mücadele başladı aralarında. 1948-52 arasında kâh Liberaller, kâh Sosyal Demokratlar geldi iktidara, 4 yılda 13 hükûmet kuruldu ama icraat yapamadılar.
1952 anayasası ile seçim sistemi değişti, Mareşal Papagos (Yunan Birliği Partisi) kazandı.1955-1963 arası ise Karamanlis hüküm sürdü ama sükûnet sağlanamamıştı daha.
Bir sabah rap rap ayak sesine uyandık, meğer ordu yönetime el koymuş (1967). Tiranlar, krallar, aşırı örgütler derken cuntamız da oldu ayrıca.
YAZ TAHTAYA BİR DAHA
Osmanlıya karşı ayaklanırken Fransa’dan 5 milyon altın borç almıştık, bunu 4 yıl salladık ve vermiyoruz dedik sonunda. Anadolu’ya İngiliz parası ile gittik ve İngiliz silahlarıyla. 2. Cihan Harbi’nde de Avrupa’dan çok para aldık, onlar da kaynadı arada. AB’ye girince fonları kullandık, otobanlar yaptırdık. Borç takıyorduk, yine veriyorlardı. Yunanistan bu güne kadar 5 kere iflas etmiş batmamıştı. Bundan sonra da batacak değildi ya. İşsizlik % 45-50 ama millet eskisi gibi yaşıyor. Aslında zengin bir ülkeyiz. 24 bin dolar milli gelir hiç de fena sayılmaz. Türkiyenin 8’de biri nüfusumuz var ama bankalarımızdaki mevduat 1,7 kat daha fazla. 1986’dan bu yana AB’den 2,5 trilyon avro çekmişiz, peki nerde bunlar dersen bakacaksın İsviçre’deki sırdaş hesaplara. Şu an 430 milyar avro borcumuz var, bunu da ödemeyeceğiz ve hiç de bir şey olmayacak. AB zaten sallantıda drahmiye döneriz diye ödleri kopuyor. Bence artık oturup düşünmemiz lazım. Devlet emekçiden çok emekli besliyor, ölenlerin maaşları bile buharlaşıyor. Girit adası çiftçileri AB’den10 yıl boyunca zeytin teşvik primi aldılar. Baktılar sayan yok, abartılı beyanlarda bulundular. 500 ağacı olan 17 bin yazdırmış mesela. AB neden sonra uyandı, uydudan baktılar dağ taş kaya... Zaten bütün Yunanistan zeytinlik olsa yetmez o rakama.
DEVLETİN MALI DENİZ...
Selanik’te bir poliklinik girişinde iki saksı var. Tam 22 kişi bahçıvan maaş almış ondan. Dördü Selânik’i hiç görmemiş ömrü hayatında. Diyelim devletin şoförüsün. Servisten 2 dakika evvel gelip motoru ısıtman lazım. Sırf bunun 230 Euro ilave ücret istediler ve kopardılar. Mesaimiz öğlen bitiyor, tavernalarda felsefe yapıyor, devleti çarpmanın yollarını arıyoruz gece yarılarına. Hâlbuki siz çalışıyor, üretiyorsunuz, markalarınız yayılıyor dünyaya...
Soruyorum “iyi ama bu ne zamana kadar sürebilir ki? Kriz büyürse, hükûmet sıkışacak bu defa.”
Amcam muzip muzip gülüyor, “onlar gündemi değiştirmeyi bilir pasam” diyor, “Kardak kayalıkları ne güne duruyor?”
MADE IN EUROPA (AVRUPA YAPIMI YUNANİSTAN)
Antik Yunan şehirleri MÖ 2. yy.da Roma hâkimiyetine giriyor. Rumların uzun süre devletleri ve bayrakları olmuyor. Osmanlı onları ezmiyor, dinlerine, dillerine karışmıyor. Ortodoks Patrikhanesine bağlı kalıyor, aralarındaki nizaları kendi mahkemelerinde çözüyorlar. İçlerinden bazıları mühim mevkilere getiriliyor, salahiyet veriliyor.
Milliyetçiliğin yükseldiği yıllarda Etnik-i Eterya Tripoliçe’yi ele geçiriyor, şehrin Türk ve Yahudi sakinlerini katlediyor. Sultan bunun hesabını sormaya muktedir ama arada İngiltere, Fransa ve Rusya olmasa. Neticede üçlü çete Navarin’i basıyor. Giden üç beş gemi değil ki koca donanma. Al bir gaile daha.
1828-29 Osmanlı-Rus Savaşı’nı kaybediyoruz, Çar üstüne vazife gibi Yunanistan’ın bağımsızlığını koyuyor masaya (Edirne Anlaşması).
Ardından malum üçlü “Arta-Volo” hattını dayatıyor. Yunanistan’ın statüsü garanti altına alınıyor. Bavyera kralı I. Ludwig’in oğlu Otto’yu Yunan tahtına oturtuyorlar (1832). İngiltere İyon Adalarını da Yunanistan’a bağışlıyor bu arada. 1877-78 Yine Ruslara yeniliyoruz, yine Rumlara yarıyor. Tesalya da verilsin buyruluyor.
1912-13 Balkan Savaşları ile Girit, Midilli, Sisam ikram ediliyor ayrıca.
BEDAVADAN UCUZA
Haydi İngiliz’i, Fransız’ı, Rus’u anladık da ittihatçılara ne oluyor? Tahsin Paşa, 30 bin kişilik ordusu olmasına rağmen Selânik’in anahtarını sunuyor Yunan’a.
Tek mermi sıkmadan teslim oluyor, onca asker tıkılıyor mahpus damlarına. Bunlardan kaçıp kurtulanlar oluyor, sersefil dönüyorlar, diğer birliklerin de düzeni bozuluyor. Hâlbuki havali Yunan değil, Bulgar tehdidi altındadır o yıllarda. Rumlar kırk yıl düşünseler, Selânik’e sahip olacakları gelmez akıllarına.
1. Cihan Harbi’nde Almanlar yenildiği için yenik sayılıyoruz (!) İngiliz marifetiyle Batı Trakya takdim ediliyor komşuya.
Derken İngiltere Musul’daki petrol yataklarına çökebilmek için Rumları üzerimize salıyor (1919). Bu kendi kanları ve emekleri ile alacakları ilk toprak olacak ama beceremiyorlar. Rüyaları kâbusa dönüyor.
İyi de bu kadar araziyi nasıl işleyecek, ekonomiyi nasıl oturtacaklar rayına? M. Kemal, mübadele ile Anadolu’daki rençberi, tüccarı, sanatkârı lütfediyor onlara. 1,5 milyon iş bilen insan. Ohhh keyifler keka.
BELKİ BİN KARDAK VERDİK
Yıl 1946. Paris Barış Anlaşmasında Osmanlının “muvakkaten” İtalyanlara bıraktığı 12 ada meselesi de konuşulacak. Zamanında işgal etmiş, sonra Trablus’ta istediklerini alınca çekilmeye kalkmışlar. Türk hükümeti “mümkünse bir süre daha asker tutun” diye ricada bulunmuş, Ege’de böylesi bir tampon işimize geliyormuş zira. Adalar hemen burnumuzun dibinde ve hayli Türk yaşıyor. Ancak İnönü “savaştan çıkar sağlamak istemiyoruz” gibi tuhaf bir bahane ile resmen davet edildiği toplantıya katılmıyor. Onların da umurunda sanki, 12 adayı veriveriyorlar Yunan’a.
Hasılı Rumlar 1821-1946 arası emperyalistlere yancılık yaparak hudutlarını 10 misli büyütüyor.
Hazıra alıştıklarından olacak, şimdi de yaslanıyorlar Avrupa’ya. Alman çalışıyor, onlar yiyor, AB kaynaklarını eme eme semiriyorlar.