Soma'da son durum - (Soma bir milat olmalı)

Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni İsmail Kapan ve diğer yazarlarımız, Manisa Soma'da yaşanan elim kaza sonucu hayatını kaybeden işçilerimizi yazdı.
Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni İsmail Kapan ve diğer yazarlarımız, Manisa Soma'da yaşanan elim kaza sonucu hayatını kaybeden işçilerimizi, orada yaşananları bundan sonra bu tür olayların yaşanmaması için düşüncelerini yazdı. İşte bugünkü yazarlarımızın o yazıları...
Somalıların acısını yürekten hissediyoruz…
İsmail Kapan
ismail.kapan@tg.com.tr
Soma'da yaşanan faciayı, Somalıların acısını anlatmaya kelimeler yetmez. Ancak ne kadar acı olsa da, bir gerçekle yüz yüzeyiz ve kardeşlerimizin acısını paylaşmalıyız.
Meslek hayatımızdaki en zor yazılardan birini kaleme almaya çalışıyoruz… Son 24 saattir ekranlardan izlediğimiz, maden ocağının kapısında bekleyenlerdeki o tarifsiz endişe, hüzün ve göklere yükselen feryatları, hayatını kaybedenlerin geride bıraktığı her biri bir başka dram olan acıklı hikâyeler… Ah o hikâyeler!.. Daha hayatının baharında iken, kapkara bir felaketle bu dünyadan göçüp gidenleri mi dersiniz. Hayata dair nice hayaller kuran, bütün gayret ve imkânlarıyla daha iyi bir gelecek için çırpınan; kimi çocuğunu sünnet ettirmek, kimi oğlunu veya kızını evlendirmek için hazırlık yapan, düğün davetiyesi dağıtan, ama heves ve heyecanı kursağında kalanları mı dersiniz… Gidenlerin arkasından sel gibi gözyaşı dökenleri mi dersiniz…
Ve bütün bu hengâmede, bu can pazarında; ölümün eşiğinden dönen işçinin, ayağındaki tozlu botların sedyeyi kirleteceğini düşünecek kadar bizleri şaşırtması… Bu insanlığı, bu inceliği, bu hassasiyeti, acaba fitne fesat çıkarmak için, Soma'daki felaketi istismar edip İstanbul ve başka bazı metropollerin sokaklarında, nümayiş yapanlar gösterebilir mi? Milletçe derin bir teessür içinde olduğumuz şu günlerde bile, ideolojik ve siyasi saplantılarından kurtulamayan, başkasının acısını istismar ederek siyasi rant devşirmeye çalışanlara ne söylesek beyhude. Zira onlar, can derdinde iken bile millî servete zarar vermeme sorumluluğunu elden bırakmayan işçilerimizin iz'anına, vatan sevgisine sahip olmaktan çok ama çok uzaklar!
Bu kederli zamanda, bütün memleket olarak Somalı kardeşlerimizin acısına ortak olmak, onların yaralarının sarılmasında imkân ölçüsünde gayret ve fedakârlık göstermek boynumuza borçtur. Hiçbir şey yapamıyorsak, ölenlere dua edelim ve kalanlara da sabır dileyelim. Zira bu zor günleri aşmak, ancak millî dayanışma içinde, üzerimize düşeni bihakkın yerine getirmekle mümkündür. Devlet ricalinden, siyaset erbabından, hayır kurumlarından, sivil toplum kuruluşlarından ve tek tek vatandaşlardan bunu istiyoruz, bunu diliyoruz. Bu facianın sebep ve sonuçları elbette her yönüyle irdelenecektir. Ama ilmî incelemeler tamamlanmadan, peşinen birilerini suçlamak kesinlikle doğru değildir. Bazı odakların bu kazayı bir fırsat bilip hükümete yüklenmeye çalışması, siyasi bozgunculuktan başka bir şey değildir. Sosyal medyayı tepe tepe kullanan malum karanlık yüzler, Soma'daki yangının ateşiyle fitne kazanını daha ilk dakikadan itibaren kaynatmaya başladılar bile. Onlar tıynetlerinin icabını yapıyorlar. Ancak onların tahrik ve ajitasyonları, halkın sağduyu duvarına çarpıp kendilerine dönecektir.
Evet, milletçe Somalı kardeşlerimizin acısına ortak olmalıyız ve hep beraber kardeşlerimizin yaralarını sarmak için seferber olmalıyız. Devletin atacağı adımlar dün Başbakan Erdoğan tarafından açıklandı. Lakin her şey maddi yardımdan ibaret de değildir. Soma'daki yüreği yanık vatandaşlarımızın öncelikle moral takviyesine ihtiyacı var. İşte bu noktada, hepimize çok şeyler düşüyor.
Milletçe başımız sağ olsun. Hayatını kaybeden kardeşlerimize Allahü tealadan rahmet ve mağfiret, geride kalan kederdide yakınlarına sabır ve metanet diliyoruz.
Soma'daki maden faciası ve üç öneri
Fuat Uğur
fugur1864@gmail.com
12 Eylül Darbesi yapıldığında yeni mezun ve Çalışma Bakanlığı'nda taze bir iş müfettişiydim. Darbe yönetimince Gaziantep'e sürgün edilmem uygun görülmüştü.
Gaziantep, hayatımın en renkli ve ilginç günlerinin merkezindedir hâlâ. Evlere şenlik bir sıkıyönetim komutanı vardı ve pek çok asker gibi o da kendince memleketi yönetecek üstün zekâ ve vasıflara sahip olduğuna inanıyordu.
Göreve "sürgün ve şüpheli" sıfatıyla başlamamdan kısa bir süre sonra Sıkıyönetim Komutanınca bir iş yeri denetim ekibinde görevlendirildim. Ekipte bir binbaşı, bir hekim ve mühendis vardı. Binbaşı hem iş yerlerini hem de bizi denetleyecekti.
Yasalara uygun olmayan iş yerlerini de kapatacaktık. Talimat buydu.
Yıl 1981... Çok gencim daha ve toyum da. Gaziantep o zamanlarda da üretim bakımından Türkiye'nin önde gelen bir sanayi kenti. Ancak çoğu iş yerindeki ilkel şartlar akla hayale sığacak gibi değildi. Özellikle tekstil alanında, kentteki iş yerlerinin pek çoğu mağaralardaydı... Evet, bildiğiniz mağara. Yukarıda küçük bir hava deliği olan halı, çırçır, tekstil ve dokuma tezgâhlarının bulunduğu "fabrikamsı iş yerleri"nde, en az 20-30 işçi, toz, duman, uçuşan pamuklar ve ürün partikülleri arasında, âdeta nefessiz, çalışıyordu.
İşverenlerle işçilerin ekipteki hekim ve mühendisin sorularına verdiği tepkileri ve yüz ifadelerini unutamam.
-İşçilerin bonesi ve tezgâh başlarında yalıtım için paspas var mı?
-Paratoner yaptırdınız mı?
-Yangına karşı risk analizi yapıldı mı?
-Isınmaya dayanıklı lambalar kullanıyor musunuz?
-Yangın söndürücünüz var mı? Altı ayda bir yangın tatbikatı yaptırıyor musunuz?
-Gürültü düzeyini ölçtürdünüz mü?
-Toza karşı klima sistemi kurdunuz mu?
Ve daha onlarcası. Bulunduğumuz mağara ile bu soruların oluşturduğu tezat olağanüstüydü.
Verilen cevapları az çok tahmin etmişsinizdir.
Binbaşı'ya bakıyorduk. Arenadaki imparator ifadesiyle hükmünü veriyordu:
-Kapatılsın!
Ve mühürleniyordu iş yeri. Oradan ekmek yiyen 30 işçi ise açıkta kalıyordu.
Gaziantep'te iki ay içinde 300'e yakın çeşitli iş yeri kapatıldı, binlerce işçi işsiz kaldı. Sonunda Ankara olaya el koyup hepsini açtırdı...
Bu hatırayı neden anlattım?
Bugün eskisine göre iş yerlerinde değişen pek çok şey var.
Ama iş kazaları ve ölümlerin sayısı hâlâ çok fazla.
Peki neden?
Bu soruyu Soma'daki korkunç kaza nedeniyle artık daha çok aramalıyız.
YASAL DEVRİM NASIL HAYATA GEÇECEK?
Şunca yıllık mesleki deneyimimde gördüm ki sorun yasa ve yönetmeliklerde değil.
Evvelden iş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili maddeler iş kanunlarının eklerindeydi ve sistem bu eklere göre çıkarılan yönetmeliklerle yürüyordu. Bugünkü iktidar 20 Haziran 2012 tarihli, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu'yla ayrı bir kanun çıkararak âdeta bir devrim yaptı.
Bu kanunun en büyük özelliği ise Türkiye'deki milyonlarca iş yerini denetleyecek müfettiş sayısının sadece birkaç bin olmasından kaynaklanan denetim açığını iş yerlerine iş sağlığı ve güvenliği uzmanı çalıştırma zorunluluğu getirerek kapatması. Bu uzmanlar devlete karşı devletin kendi denetim elemanı gibi sorumlu. Devlet onlara bir "Risk Değerlendirmesi Rehberi" dağıtarak yerine getirilmesi gerekli tüm hususları yazılı olarak da sundu.
Öte yandan kanunla işverenlere idari para cezalarından işin durdurulmasına dek ağır cezalar getirildi.
TÜRKİYE'NİN HANDİKAPLARI VE ÜÇ ÖNERİ:
1-Yıllardır yalap şap denetimlerle iş yerlerine "işletme belgesi" verildi. Artık bu son bulmalı. Yani, bir iş yeri açılırken mükemmele yakın şartları öngören yasa ve yönetmeliklere uygun şartlar sağlanarak işletme belgesi verilmeli.
2-İş yeri uzmanlarının işverenlere karşı yetkileri artırılmalı, risk analizleri en sık aralıklarla yapılmalı.
3-Artık işletmeler verilen sürede gerekli sorumluluklarını yerine getirmediğinde kapatma yerine onun sorumlulukları devlet tarafından yerine getirilmeli ve işveren borçlandırılmalıdır. Buna yönelik de yeni bir yasal düzenleme yapılmalıdır.
Allah'tan Soma'da hayatlarını kaybeden madencilere rahmet, ailelerine ve Türkiye'ye başsağlığı diliyorum.
Bir daha böylesi kazaların yaşanmaması hepimizin dileği.
Soma faciası
Ahmet Sağırlı
ahmet.sagirli@tg.com.tr
Sosyal medya utanma duygumuzu köreltti
Soma faciasından sonra sosyal medyaya bakamaz oldum. İnsanların utanma duygusu kaybolmuş.
Sosyal medyada ahkam keserken göz teması olmadığı için bazılarının bastırılmış duyguları pörtlüyor.
Bir felaket yaşanmış. İhmal olabilir, sorumluların kusurundan kaynaklanıyor olabilir.. Bilinen her türlü tedbire rağmen olmuş olabilir..
Henüz bilmiyoruz.
Böyle bir günde, bu saatte, bu anda maden ocağının kapısında ağlaşan insanlara rağmen konuşulacak şeyler var, konuşulamayacak şeyler var.
Adam sendikadan bahsediyor.. Az maaştan, hükümet yandaşlığından, taşerondan, peşkeş çekmekten... İçinde birikmiş ne kadar kin varsa kusuyor.
Göz teması olsa bunları yapamaz.
O anda taziye evinde olsa yapamaz.
Ocak başında bekleyenlerin yanında olsa yapamaz.
....
İki ay önce bir çocuk (Pamir) kayboldu sosyal medyada boy gösterenler yine utanmaz bir şekilde ikiye bölündü. Gezi parkından girip yandaşlıktan çıktılar. Babaya hakaret edildi, arayanlar kötü niyetli dendi.. Aile didik didik edildi.. Sonunda komşu havuzda bulundu. Onu bile kabul etmediler. Bunun bir kaza olabileceğini, ihmal olsa da bir kaza olabileceğini kabul etmediler.
....
Resmî açıklamayı bekleyelim, tek kaynağa itibar edelim kaygısı da yok.
Her kafadan bir ses çıkıyor.
Herkes konuşmak ve araya bir şeyler sıkıştırmak derdinde.
Ben bu insanların acıya ortak olduklarına, oradakilerin acısını yüreklerinde hissettiklerine inanmıyorum.
İnsan ilişkilerinde usul esastan önce gelir.
Üç gün susarsın, dua edersin, uzmanlığın varsa, yardıma koşarsın.. yine usulüne uygun el atarsın.. Herkes acısını yaşar, yüreğini dağlar sonra oturur muhasebesini yaparsın.
İhmal varsa ortaya konulmasını istersin.
Bildiğin bir şey varsa ihbar edersin.
"Savsaklamayalım, aynı felaketi bir daha yaşamamak için şu tedbirleri alalım" dersin.
Ortada kaza sebebi olarak teyid edilmiş bir bilgi yok.. Gürültü çıkarıp toplumu ajite edince eline ne geçecek? Kime iyilik etmiş sayıyorsun kendini.. Mağdurlara mı, ölülere mi, arkada kalıp günlerce ağlayacak olanlara mı?
Seni mutlu etmek için, kinini kusmana, zorlanmadan kusmana yardımcı olabilmek için ne yapılması lazım. "Hükümet cenahından 4 kişiyi maden ocağının kapısında asalım, rahatla" deseler idama karşı olduğunu bile hatırlamazsın.
"Soma'nın altını üstüne getirelim.. Taş taş üstünde kalmasın, ortalığı kıralım, dökelim, yakalım" deseler azıcık rahatlar mısın?
Bilgisayar başında "ohhhhh" çeker misin?
....
Her işin namuslu yapılması talebi tamam. Ama güvenlik ve tedbir paranoyasına da kapılmamak lazım. "Kaza varsa mutlaka ihmal vardır" denilemez.
....
"Her işini dürüst ve kurallara uygun yapanlar konuşsun, diğerleri sussun" denilse size göre kaç kişinin konuşma hakkı olur?
Onların zaten sesi çıkmıyor.
Soma bir milat olmalı...
Ceren Kenar
ceren.kenar@tg.com.tr
Çok acı, kelimelerin kifayetsiz, analizlerin anlamsız kaldığı bir facia ile karşı karşıya Türkiye.
Ancak bu tür acıların bir daha yaşanmaması için soğuk da olsa rakamlar ve analizlerle konuşmamız gereken bir gün, bugün...
Uluslararası Çalışma Örgütünün 2012 verilerine göre Türkiye iş kazalarında Avrupa birincisi ve dünya üçüncüsü. Türkiye'de günlük 172 iş kazası meydana geliyor ve bu kazalarda 3 işçi hayatını kaybediyor, 5'i ise sakat kalıyor. Verilere göre, 2000-2012 yılları arasında Türkiye'de toplamda 12 bin 686 işçi kazalarda hayatını kaybetti.
Son on yılda 11 bin işçi iş kazalarında hayatını kaybetti Türkiye'de, yani her yıl yaklaşık 1.100 işçi iş kazası sonucu hayatını yitiriyor. Türkiye'de en fazla işçi ölümü inşaat sektöründe meydana geliyor ve iş kazalarının üçte biri inşaat sektöründe yaşanıyor. İnşaat sektörünü taşımacılık, madencilik ve metal sektörleri takip ediyor.
Madencilik sektöründeki iş kazalarında Türkiye diğer ülkelere kıyasla çok kötü bir resim veriyor. Milyon ton taş kömürü başına düşen ölüm sayısı Türkiye'de 2008 verilerine göre 7,22. Aynı rakam Çin'de 1,27 ve Amerika Birleşik Devletleri'nde 0,22...
Yüksek sayıda ölümle sonuçlanan maden kazaları Türkiye'ye özgü değil belki ama burada bir şerh konmalı. Gelişmiş ülkelerde son elli yılda bu tür kazalara rastlanmıyor. Amerika'da 1909 yılında 209 kişinin hayatını kaybettiği, İngiltere'de 1913 yılında 439 kişinin öldüğü ve Almanya'da 1946 yılında 405 kişinin hayatına mal olan kazalardan sonra bu kadar yüksek sayıda kayıpların yaşandığı felaketler olmadı. Türkiye ise 1992 yılında 263 kişinin hayatını kaybettiği Zonguldak, Kozlu kömür madeni faciasından sonra şimdi Soma'da ölü sayısının 200'ü aştığı bir felaket yaşıyor.
Bu rakamlar açıkça bir şeyin yanlış olduğunu gösteriyor. İki ayrı sorunla karşı karşıyayız.
1- Türkiye'de iş kazaları ve buna bağlı ölümlerin sayısı gelişmiş ülkelerden ve hatta gelişmekte olan ülkelerden bir hayli yüksek.
2- Türkiye'de kömür madenlerinde yaşanan iş kazaları diğer ülkelerle mukayese edildiğinde son derece dramatik bir duruma işaret ediyor.
Evet, Soma bir milat olmalı. Türkiye için şimdi "yas" ve "dua zamanı" belki ancak hemen yarın "hesap sorma zamanı" olmalı. Sadece bu felakete sebebiyet veren ihmallerin ortaya çıkması, sorumluların tespit edilmesi ve cezalandırılması yetmez. Türkiye kamuoyunun iş kazaları ve enerji politikaları konusunda daha derinlikli bir tartışma yapmasının tam sırası. Mevzuattan ve uygulamadan bihaber ve sloganlarla konuşanların değil, gerçek uzmanların sesinin duyulduğu bir tartışma ortamına ihtiyacımız olduğu kesin.
Pazartesi günü Türkiye'nin enerji politikaları dahilinde kömür madenlerinin yeri, bu madenlerin insan sağlığına maliyeti açısından riski konusunu işleyeceğim ve dünyada kömür madenlerine ilişkin genel tartışmalara ilişkin bir resim çizmeye çalışacağım.
Salı ise genel olarak Türkiye'de iş kazalarının sebepleri ve nasıl engellenebileceğine dair gerçekçi önerileri ve fikirleri uzmanlardan aktaracağım.