Musul nasıl gitti bedavaya

Düzenleyen:
Musul nasıl gitti bedavaya

DÜNYA Haberleri

Sayısız hatıramız olan tarihî şehri kaybetmek için ne gerekiyorsa (!) yaparız, İngilizler zahmetsizce gelir, çöker petrol yataklarına.

İRFAN ÖZFATURA

Musul asrısaadetten beri (Hicri 16) Müslüman bir şehirdir. Ki, ekseri Türklerle Kürtler yaşar. Batılılar için bir mana ifade etmez, dönüp de bakmazlar. Ta ki havalideki neft yataklarından haberdar oluncaya kadar.
Abdülhamid Han zeki bir sultandır, kolay kül yutmaz. Arkeolojik kazı yapıyoruz diye dolaşan ekipleri takip ettirir, maksatlarını anlar. Batılılar bu kadar masrafı çanak çömlek  için yapıyor olamazlar. İzlenince petrol peşinde oldukları ortaya çıkar. Şimdi yatakları ele geçirmek için her oyuna başvuracak, fesat kaynatacaklardır ihtimal. Ama ilk vuran o olur, beklenmedik bir hamleyle zikrolunan arazileri ‘hazine-i hassaya’ dâhil ettiğini açıklar. Aynen Filistin’de yaptığı gibi bedelini öder, tapularını cebine koyar. Artık savaş bile kopsa hakkı zayi olmaz. Tam Japonya’dan petrol mühendisleri çağırmıştır ki çıngar kopar. 
İttihatçıları kullanır, bizi bize kırdırırlar. Sultan’ı apar topar tahttan indirtir, yaka paça Selânik’e kaçırırlar.
Bu arada Vüzeratü’n-nafia malına, mülküne, şahsi eşyalarına el koyar. Ki, Filistin’deki araziler ve petrol yatakları da vardır aralarında.
Evet İngilizler için mâni kalmamıştır, artık sulanabilirler Musul’a. Gelgelelim o ara Cihan Harbi kopar.
Savaş sonrası İngiltere, Fransa ve bilahare Amerika bölgeye koşar, aralarında çekişmeye başlarlar.
Mondros Mütarekesi imzalandığında (30 Ekim 1918) Musul, Türklerin elindedir hâlâ. Sakin ve huzurlu bir şehirdir, asayişi askerimiz sağlar. 
İngilizler, ateşkese rağmen silah zoruyla Musul’a girer (10 Kasım 1918), beynelmilel kaideleri kale almazlar.
MUSUL, USUL USUL...
 Meclis-i Mebusan, İstanbul’daki son toplantısında (28 Ocak 1920)  Misakımillî kararlarını ilan eder dünyaya. Eğer Cihan Harbi’ni sona erdirecek bir barış anlaşması imzalanacaksa kabul edebileceğimiz asgari şartlar bu kadar olacaktır anca. Daha fazla esnenmeyecek, taviz verilmeyecektir asla. 
Musul ve Batı Trakya da sınırlarımız içinde bulunmaktadır o haritada.
Ancak Lozan’da aynı coşku yoktur (Rıza Nur hariç), İngilizler Musul hususunda da bizi istekli bulmazlar. Sanki olsa da olur, olmasa da. Hâlbuki petrol havzasına çökebilmek için taleplerimizi kabule hazırdırlar. Nitekim Köysancak, Revandüz ve Süleymaniye’yi teklif ederler açıkça. 
Türk tarafı ise vilayetin tamamında halk oylaması ister ki, doğrusu da budur aslında. Lort Curzon, halkın cahilliğini öne sürerek (bu bir terbiyesizliktir ayrıca) oylamadan kaçar. Emir Faysal’ı Irak’ın başına getirirken halkoyuna başvurmuşturlar oysa.
Delegelerimiz tecrübesizdir, Curzon’un blöflerini yutarlar. Şöyle ki, Musul konuşulurken yaşlı kurt ani bir hamleyle Hakkâri’yi de münakaşa mevzuu yapar. Yok efendim Nasturilerin (Hristiyan Asuriler) güvenliğinden endişeliymiş de filan. Halk tabiri ile ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çabalar. 
Zaman zaman eli açılır “petrolden pay” ihsanında bulunur kral edasıyla. O da bir şeydir ama Türk tarafı petrolün ehemmiyetini müdrik değildir henüz. 
Uzatmayalım, elimizdeki kozları kullanamayız, “biz ekseriyetteyiz kardeşim ve bu halk beni istiyor” diyemeyiz açıkça. Musul’daki yarım milyon meskûn ve 170 bin göçebe Kürt ve Türkmen yok sayılır, itiraz edemeyiz buna.  
AFFEDİLMEYECEK HATA 
Lort Curzon, müzakerenin en ateşli anında “amaaan imzalayacaksanız imzalayın, bu iş çok uzadı, ben Londra’ya dönüyorum” deyip zarf atar. Ki, söylenecek tek şey vardır “kapı orada!” 
İnönü felaket panikler ve mevzuun Cemiyet-i Akvam’a intikalini kabul eder. Bunun iki açıklaması olabilir; ya acemilik, ya da profesyonellik. Kibarca “alın Musul sizin olsun” denmiştir zira. Bu cemiyetin İngilizlere çalıştığını değil bir devlet adamı, mahalle çocukları dahi bilir o yıllarda. 
İngilizler, Milletler Cemiyeti’nde de hinlik yapar, işin özünü saklayıp, detaya boğarlar. Sanki Musul hususunda her şey konuşulmuş anlaşılmıştır da, sınır tespitine gelmiştir sıra. 
Mebuslarımız da huzursuz olur, TBMM’deki muhalifler infiale kapılır, öfkeyle “hani nerede Misakımillî” diye sorarlar. M. Kemal çok rahatsız olur, eğer bu adamlar her defasında böyle karşısına çıkacaklarsa işi vardır vallaha. Sonrasını biliyorsunuz işte. Ali Şükrü Bey cinayeti ve tatsız tuzsuz bir sürü vaka.
Hâlbuki Türk ordusu, Yunan gailesini defetmiş, hayli silah ele geçirmiştir. Bu hava ile Musul’a girebilir rahatlıkla. 
Nedendir bilinmez Meclis’te ateşli ateşli “tedabiri askeriyyeden” bahis açanlar, İngiltere ile karşı karşıya gelmekten kaçarlar. 
Diğer Avrupalılar da petrol peşindedir, İngiltere’nin işlerine taş koymaya bakarlar. Mesela İtalya ile Fransa, Musul meselesinin ancak halkoyu ile çözülebileceğini terennüme başlar. Gelgelelim Lort Curzon, konunun Milletler Cemiyetinin uhdesinde olduğunu ileri sürüp o sayfayı kapar, velev ki geçmiş ola. 
VERDİMSE BEN VERDİM  
 Haliç Konferansı’nda Fethi Bey üçte ikisi Türk ve Kürt olan Musul’un Türkiye’nin bir parçası olduğunu net bir şekilde ortaya koysa da İngiliz Heyeti Başkanı Sir Percy Cox  kulak asmaz. Meseleyi Milletler Cemiyeti’ne havale etmiş olmanın rahatlığı hissedilmektedir tavırlarında.
Bir süre sonra Macar Kont Teleki, Belçikalı A. Paulis ve İsveçli A. Wirsen’den müteşekkil “Musul Tahkik Komisyonu” işe başlar. Önce Londra ziyaretinde (!) bulunur, sonra gider Musul’u dolaşırlar. Aslında tam fırsattır, kalabalıkları “Türkiye Türkiye” diye bağırtılabiliriz pekâlâ. Lâkin ortalıkta garip bir sezsizlik vardır. İlgisizlik bilgisizlik diz boyudur. Heyet sadece 15 imza ister, bizimkiler toparlayamaz. Bırakın imzayı, canını verecek yüz binlerce kardeşimiz vardır orada. 
Neticede Milletler Cemiyeti (şimdiki BM) “Musul Tahkik Komisyonu”nun raporuna uyar ve Musul’u Irak’a bıraktığını açıklar. 
Türkiye 16 Mart 1925 günü gönderdiği nota ile tepkisini ortaya koyar. 5 Haziran 1926’da ne değişir bilmiyoruz Ankara Antlaşması’na imza koyarız bu defa. Artık TBMM’de muhalif kalmamıştır, anlaşma sessiz sedasız oylanır ve onaylanır (7 Haziran 1926). 
Musul’a elveda!
Öyle bir arzumuz talebimiz olmamasına rağmen İngiltere Irak petrollerinden Türkiye’ye %10’luk bir sus payı sunar. Ankara, petrolün ne menem bir şey olduğunu anlayamamıştır hâlâ, “siz bize peşin peşin 500 bin sterlin verin anlaşalım” deme gafletinde bulunurlar. Kraliyet Temsilcisi Lindsay sevindirik olmuştur, milyon dense yine verecektir, elini ovuşturmaya başlar. Düşünün, Kut savaşında teklif ettikleri rüşvet bile 2 milyon sterlindir. Bir devlet o meblağı para diye ağzına almaz. Sonra ne olur bilmiyoruz, %10’a dönülür tekrar. Ara sıra aksatsalar da payımızı yollarlar (takriben 3,5 milyon sterlin kadar). Bilahare Irak’ta darbe olur, yeni yönetim paranın üstüne yatar. 
Arkasını aramayacak kadar hovardayızdır, koyver gitsindir amaaan, mirasyedilik böyle bir şeydir zira.

Musul nasıl gitti bedavaya

Düzenleyen:  - DÜNYA
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...